bburaksavas
ÖtekiDernek
Published in
3 min readJun 9, 2021

--

Yetişme Telaşı İçinde Oktay Rifat Okunmaz ki!

Sahiden okunmuyor. Yok, katiyen olmuyor. Vapur güvertesinden kopmuş kasvetli bir hava, insanla konuşuyor: Ya film izle, ya şiir oku. Bir de dilsizler var, tavırlarıyla konuşur onlar. Mesela masada bitmeyi bekleyen kitaplar, gelen kutusundaki “acil cevap” kodlu mailler, “bugün spor yok mu?” diye ayıplar üsluptaki yoga matı (ki vicdan azabı konusunda bunların üstüne yoktur, o yüzden bilge insanlar matlarını ilk üç kullanımdan sonra evin dehlizlerine kapatır), “bizi sakın unutma!” diye aşağıda yanıp sönen Word dosyaları. Hiçbirinizi unutmadım, unutmak ne mümkün. Google meselesine ise hiç girmiyorum, çıkamayız biliyorum. Yaklaşık 58 sekmelik koca bir karnaval var orada, vur patlasın çal oynasın. Zaaflarımın verileştirilip bir pazarlama aracı olarak satılması sayesinde karşıma düşen reklamların rehberliğinde yürüdüğüm yollar oralar. Alınmayı bekleyen gömlekler, indirimdeki gözlükler, “kesin okunması gereken” kitaplar ve sanal markette doldurulup öylece kasa kenarında bırakılmış, unutulmuş bir alışveriş sepeti. Şüphesiz, yan yana halaya durmuş Youtube sekmelerini de atlamamak gerek, bazıları “guilty pleasure” bazıları da “biz de boş değiliz”lik tarih programları. Bir hayatta ne arasanız, hepsinden bir tık aşağısını Google sekmelerimde bulabilirsiniz. Ama tüm bunların ötesinde, sosyalleşme de bir ihtiyaç. Kural basit, insan insanla yaşar. Hamdolsun, onun çözümü de -tarihte ilk defa bu kadar- basit. Alıyorsunuz elinize 5.5 inçlik bir aygıt (meşrebine göre 4.7si var, 5.7si var, başka başka inçleri de var) tanıdığınız tanımadığınız herkes orada. İster Whatsapp gruplarda gezinir, lise dostlarınızla sanal kahve içersiniz; ister Twitter’da gezinir, önceki gece televizyona çıkan dallamaya iki çift laf edersiniz. Sanal sanal demokratikleşti dünya, dijital mottolarımız var bizim. İnç sizin, söz sizin.

İyi kötü yok hikayemizde, iyinin ve kötünün ötesindeki bahçeden yazıyorum. Tek sorun şu, hangi birinden başlayacağız? Spor yapsan, maillerin boynu bükük. Mailleri yanıtlasan, makaleler/kitaplar öksüz kalır. Makaleye kitaba dadansan, burası Türkiye, gündem kaçar. Maazallah FOMO bile olursun. FOMO’yu biliyorsunuz, düşman başına, büyük rahatsızlık. Fear of Missing Out. Yani “Bir yerlerde bir şeyler oluyor ama ben kaçırıyorum”un felsefecesi. 1–2 saat telefondan uzak kaldığınızda içinize oturan öküz. Bir türlü ince şeylere odaklanamama, tam dalıp başka diyarlara gidecekken ekran kilidine dokunup bildirimlere bakma sebebimiz. Covid’den çok daha hızlı yayılan bir pandemi, ama bedeni değil zihni etkilediğinden teşhiş koyması pek zor. Kimse kabul etmek istemiyor FOMO hastası olduğunu, ekran saati ölçen uygulamaları da -tıpkı matlara yaptığımız gibi bu sefer- telefonun dehlizlerine saklama sebebimiz bundan. Tabii bu hastalığı sadece telefon bildirimleri üzerinden yorumlamamak lazım. Louvre’u gezerken — Eugene Delacroix’nin Fransız Devrimi’nin sembolü haline gelmiş olan meşhur eseri “La Liberte Guidant le Peuple” haricinde- bir türlü beceremediğim şeyi yapıp, bir iki adım geriden manzaranın bütününe baktığımızda, FOMO’nun hayatın her alanına yönelik olduğunu görüyoruz. Çünkü eskilerin diliyle söyleyecek olursak, devran denen mefhum biteviye dönmesiyle malumdur. Heraklit’ten bu yana biliriz ki, yalnızca nehirler değil, hayat da akar. O akış içinde yüzen bir balık, akıntıya yön veremese de akıntıda kendi rotasını çizebilir. Aksi takdirde akışta savrulan bir yem olarak düşer açık denizlere. Biz bugünün gençleri böylesi nehirlerin değil, debi-fetişisti bir sistemin kurduğu barajların balıklarıyız. Çoğumuz tatlı su balığı bile olamayacak kadar şanssız, burası kesin. Çoğumuz debiye kapılıp ilerlediğini sandıkça beylerin sofrasında lakerda olmaya yüzdüğünü farkında değil, burası da kesin. Başarının ölçütünün müşteri olduğu bir meyhanede veganlık taslanmaz, kabul. Ama abiler ablalar, unutmayın, başarının ölçütünü biz koymadık, beylerin sofrasını biz kurmadık. Siz de zamanında rakının yanında börülce isteseydiniz! Fena mıdır, en Egelisinden bir kabak çiçeği dolması?

Okunmuyor. Böylesi devirde Oktay Rifat okunmuyor. En fazla raftan çekip, “akşam okurum” düşüncesiyle masanın üstüne koyuyorsunuz. Ah o akşamlar, kudurmuş gibi birbirini kovalıyor. Atlarımız köpürerek koşmuyor, gayet dingin ama “sürdürülebilir” ilerliyorlar durgun denize doğru. Güvercinler uçuyor uçmasına, sevinçliler mi bakmadım. Şükür ki öpüşmek serbest, düşünmek -ifade etmedikçe- serbest. Belki işgücünü savunmak hala yasak. Ağacından ayrılmış ürün şimdilerde pazarda satılmıyor, İsveçliler yerdeki emek dallarını toplamış, tak takabildiğine eve gönderiyorlar. Karanlık uzun sürdü, ışık hep kör edici. Özgürlüğü bilmem ama meydanlarında patlamalar oldu. Lamba sağlam da güneş yok dışarda. Ekmekle su karanlıkta değil, bir tuşla getir diyorsun getiriyorlar. Uzun lafın kısası usta, elleri yok özgürlüğün. Niye olsun ki? Z kuşağı umudumuz. Onların da elleri yok ama app’leriyle kurtaracaklarmış dünyayı. Oktay Rifatsız dünya mı kurtulur?

Burak Savaş

--

--