Özgürlükçü Laiklik: Ya Her ikisi Ya Hiç Biri

--

Son günlerde hararetli bir “laiklik” tartışması yaşanıyor. Uzun zamandır kendisini unutturmuş olan bu konu yeni bir anayasa yapılırken tekrar gündeme geldi. Önce, meclis başkanı yeni anayasada laiklik ilkesinin olmaması gerektiğini ve dindar bir anayasaya ihtiyaç olduğunu dile getirdi. Kamuoyunda uyanan tepki üzerine, AKP hükumeti bu sözleri tevil etti ve resmi pozisyonunun “özgürlükçü bir laiklik” prensibinden yana olduğunu beyan etti. Bunu yaparken, özellikle 28 Şubat döneminin militer ve agresif laikliğine vurgu yaptı ve itiraz edilen kavramın laiklik değil, laikliği uygulama yöntemi olduğuna işaret etti. Geride bıraktığımız seneler içerisinde laiklik konusu aydınlar tarafından o kadar çok tartışılıp, tüketilmişti ki, bu konunun yeni kuşak entelektüellerin ilgisini çekmeyeceğini düşünüyordum. Zira, geride bıraktığımız 15 senelik AKP iktidarında, ülkenin ana tartışma ekseni laik-anti laik tartışması olmaktan çıkmış, bireysel haklar ile çoğunluk iradesi arasındaki gerilim üzerine oturmuştu. Dolayısıyla, laiklik tartışmaları içerisine gireceğimi ve bu konuda bir şeyler yazacağımı hiç düşünmemiştim. Ne var ki, AKP tarafından yapılan “özgürlükçü laiklik” kavramsallaştırması oldukça dikkatimi çekti. Zira, AKP’nin uzun bir zaman sonra “yerli ve milli” olmayan evrensel bir değere sığındığını fark ettim. AKP’nin bu kavrama olan bağlılığının ne denli samimi ve gerçekçi olduğu ise bu yazının temel sorusu.

İlk önermem şudur: bir kavramı samimi olarak savunabilmek için o kavramın ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Ve hemen ardından şunu eklemeliyim: AKP, “özgürlükçü laiklik” kavramının neleri içerebileceğini düşünerek dile getirmiş olamaz. Son olarak: eğer farkındaysa, bu durum AKP’nin kendisini son yıllarda var eden bütün söylemlerini inkâr etmesi anlamına gelir. Sonuç olarak, şunu iddia etmekte bir beis görmüyorum: AKP, “özgürlükçü laiklik” kavramına samimi bir şekilde bağlı olamaz ve olamayacaktır.

Bu önermeleri cüretkâr bir şekilde dile getirmemin sebebi, AKP’nin militan ve özgürlükçü laiklik anlayışları arasında yaratmaya çalıştığı ikiliğin akademik literatürde var olması. Bu tanımları, Fransız yazar Tevanian 2009 yılında farklı isimlerle de olsa kullandı. Ona göre, laiklik iki farklı şekilde yorumlanmaktaydı. Birincisine, güvenlikçi laiklik (securitarian secularism) ismini verdi ve bu anlayışın, kamusal alanı nötr olarak kabul ettiğini fakat bununla yetinmediğini ifade etti. Güvenlikçi laiklik, aynı zamanda, kamusal alanda var olan bireylerin de nötrleşmesini emrediyordu. Bu durum tartışmaya mahal vermeyecek şekilde, laikliğin uygulayıcısı olan devlete, kamusal alandaki bireylerin bedenleri ve eylemleri üzerinde baskı kurma hakkı verdiği için özgürlükçü olmaktan çok uzaktı. AKP’nin militan laiklik dediği kavram aslında bu olsa gerek. Dolayısıyla, 28 Şubat döneminde kamusal alanda uygulanan başörtüsü yasağı aslında güvenlikçi laikliğin bariz bir örneği olabilir. Zira, burada amaç kamusal alanın nötr karakterini korurken, bu alanda bulunan her bireyi de nötrleştirme hakkını devlete atfetmektir. Bu özelliğiyle agresiftir. Şunu söylemek gerekir ki, AKP kendi açısından doğru bir düşmandan nefret etmektedir.

Öte yandan, Tevanian’ın ortaya attığı diğer kavram ise özgürlükçü laikliktir (libertarian secularism) ve bu kavramı savunanlar, kamusal alanın nötr olması konusunda herhangi bir itiraz geliştirmezler. Ne var ki onlara göre, bireylerin kendi inançlarıyla kamusal alanda var olma hakkı vardır ve bu hak herhangi bir otorite tarafından ihlal edilemez. Diğer bir ifadeyle, kamusal alanın nötr olması, onun üzerinde var olan bireylerin de nötr hale getirilmesini gerektirmez. Öte yandan, özgürlükçü laikliğin, kamusal alanda var olan bireylere tanıdığı özgürlük kamusal alanın dinden arındırılmış nötr karakterinden taviz verdiği anlamına da gelmez. Dolayısıyla, özgürlükçü laiklik savunusu yapan bir partinin, kamusal alanın ve kamu kaynaklarının herhangi bir din veya inanç felsefesi lehine seferber edilmesine karşı çıkması beklenir. Daha somut bir ifadeyle, özgürlükçü laiklikten yana tavır alan ve agresif bir laiklik anlayışını reddeden AKP’den, Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip Liseleri’ni kapatması, zorunlu din dersini kaldırması ve farklı inanç gruplarından faydalanmadıkları din hizmeti için vergi talep etmemesi beklenmelidir. Zira, bireylerin özgürlüğünün öncelikli şartı kamusal alanın dinden arındırılması, nötr hale getirilmesidir.

Günün sonunda, AKP’nin yaşadığı kriz, karşı olduğu laiklik kavramını doğru teşhis etmesi ancak doğasının, savunduğunu iddia ettiği laiklik kavramını kabul edemeyecek olmasından başka bir şey değildir. Şunu biliyoruz: ne Diyanet kaldırılacak ne de İmam Hatip Liseleri kapatılacaktır. Kamusal güç belirli bir din anlayışı lehine tavır koymaya devam edecektir. Dolayısıyla, Nötr olması gereken kamusal alan din ile renklendirilecek ve bireyler de kamusal alan üzerinde kendi dini renkleriyle var olabileceklerdir. Burada sorulması gereken asıl soru şudur; AKP’nin iktidara geldiğinde hali hazırda var olan kurumlar laiklik için neden bir tehlike arz etmiyordu?

Bu sorunun cevabı, cumhuriyet ile beraber tanımlanan laiklik anlayışının da sorunlu olduğunu gözler önüne seriyor. Zira, kamu bütçesinin hiçbir zaman radikal bir şekilde dinden arındırıldığını söylemeyiz. Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri ve zorunlu din dersi gibi uygulamalar AKP’nin iktidara geldiği zaman kucağında bulduğu kurumlar idi. Muhtemelen cumhuriyetin bu politikası, din kurumunu kontrol etmek ve din anlayışını standardize etmek gibi pratik bir ihtiyaçtan türemişti. Ve bu kurumları yöneten elitin her zaman bu standart din anlayışına bağlı kalacağı öngörülmüştü. Bu anlayış, dindarlık marjlarını tayin edebilecek kadar güçlü bir devlet aygıtı önermiş ve bu marjları derinleştirmek için kamu bütçesini seferber etmişti. Bununla beraber, devlet tarafından tayin edilen dindarlık marjları dışında kalan bireylerin de kamusal alandaki var olma biçimlerine de kayıtsız kalmamış ve onları da bu marjlar içerisine çekmeye çalışmıştı. Nihai tahlilde, yöntemsel olarak güvenlikçi (securitarian) bir anlayışı benimser gibi gözükmesine rağmen aslında kamusal alanı dinden arındırmadığı ve kendine has bir din tanımı yaptığı için laiklik kavramının dışına çıkmıştı. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’de AKP iktidarına kadar öngörülen laiklik, güvenlikçi idi ancak evrensel manada laik değildi. Sistemin laik karakterini koruyan tek garanti, din kurumunu kontrol eden yönetici elitin, sınırlarını kendisinin çizdiği bir dindarlık anlayışı içinde kalmalarıydı.

AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber, laiklik konusunda yükselen endişenin sebebi ise yeni yönetici elitin din ve dindarlık anlayışının o zamana kadar tanımlanmış marjların dışına taşmasından başka bir şey değildi. Diğer bir ifadeyle, genişleme ve yorumlanma ihtimali yönetici sınıfın insafına terkedilmiş dindarlık ve din kurumu, siyasal İslamcı bir gelenekten gelen AKP elitinin inisiyatifine bırakılıyordu. Günümüz Türkiye’sinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve İmam Hatip Liseleri’ne yönelik eleştirilerin sebebi, bu açıdan bakıldığında, elit profilinde yaşanan dönüşüm ile açıklanabilir. Dolayısıyla, laikliğin yeni anayasada kendisine yer bulamaması ile siyasal İslamcı bir zihin ile yorumlanan din kurumu-kamusal alan ilişkisinin yarattığı mevcut durum arasında pratik olarak bir fark yok gibi gözükmektedir.

Ancak yine de, İsmail Kahraman’ın laiklik çıkışının rahatsız edici bir tarafı var. Bunun sebebi, AKP’nin kendinden önceki elitin benimsediği laiklik anlayışını uygularken başvurduğu güvenlikçi yöntemi kullanıp kullanmayacağı. Yani, AKP’nin tanımladığı din ve dindarlık anlayışının dışında kalan insanların kamusal alandaki güvenliğinin ne olacağı. Bu durum, AKP’nin din tanımıyla ülkedeki milyonlarca insanın din anlayışı arasındaki uyum göz önüne alındığında ve bu uyum sayesinde AKP’nin popüler seçim zaferlerine ulaştığı düşünüldüğünde daha da dramatik bir hal alıyor. Şöyle sormak lazım; AKP’nin daha fazla insanın desteğini almak için kendi dindarlık tanımının dışında kalan insanları kamusal alanda dönüştürmek isterse buna mani olacak mekanizma nedir?

Umalım ki, bu soruya AKP elitinin ne kadar hoşgörülü ve iyi niyetli olduğunu söyleyerek cevap verilmesin. Ve bu cevabı verenler, kendilerini ısrarla liberal/liberteryan olarak nitelemesinler.

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek

TOBB Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

--

--