Basın ve İfade Özgürlüğünü Kısıtlamak için Başvurulan Türkiye’ye Özgü Yöntemler

Erdal Türkkan
Özgürlük Postası
4 min readAug 13, 2018

--

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü hem anayasa hem de yasalarca korunmaktadır. Ancak buna rağmen Türkiye basın özgürlüğü açısından dünyanın en geri ülkeleri arasında yer almaktadır. Bu yazıda cevaplandırılması amaçlanan soru, ileri sayılabilecek yasal düzenlemelere rağmen basın ve ifade özgürlüğünün nasıl kısıtlanabildiğidir.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü iki ana yöntemle kısıtlanmaktadır. Bunlardan birincisi kamuoyunca çok iyi bilinen “bunlar gazetecilikten değil, terör örgütüne yardımdan veya casusluktan suçlanıyorlar” iddiasına gibi “tartışmalı bir hukuki temele dayalı” kısıtlamalardır. Gazetecilerin casusluk, teröre yardım ve yataklık etmek, hükümeti devirmek veya görev yapamaz hale getirmek, Cumhurbaşkanına hakaret etmek gibi suçlamalarla mahkum edilmesi fiilen basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır. Bu yöntem Türkiye’de terör kavramının, casusluk kavramının ve müesses nizamı değiştirme kavramının çok geniş ve sübjektifliğe yer bırakacak şekilde tanımlanması nedeniyle etkin bir biçimde kullanılabilmektedir. Bağımsızlığını koruyamamış yargı birimleri de bu süreçte kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır. Bu yöntem kullanılarak Türkiye’de çok sayıda gazeteci hapse atılmış pek çok gazete ve TV kapatılmıştır. Şüphesiz bu yolla bir tek gazeteciye veya medya kuruluşuna verilen mahkumiyet tüm gazeteciler ve medya kuruluşları için bir “otosansüre zorlama etkisi” yapmaktadır.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılan ikinci yöntem ise iktidarın hakim gücünü “müeyyidesiz yasa ihlallerine başvurarak” gerçekleştirdiği kısıtlamalardır. Bu ihlallerin çoğunda yargı yoluyla itiraz imkanı yoktur olanlar da etkili değildir. Çünkü bu ihlaller çoğunlukla müeyyidesi belirlenmemiş ihlallerdir.

Müeyyidesiz ihlallerden en önemlilerinden birisi Başbakan veya Cumhurbaşkanı’nın gündemi işgal ederek basın özgürlüğünü kısıtlamasıdır. Bu ihlal, siyasi iktidar mensuplarının her gün bazen birkaç defa yaptıkları uzun ve provokatif konuşmalarla TV’leri adeta işgal etmeleri yoluyla gerçekleşmektedir. Bu konuşmalar, tüm haber kanallarından aynı anda ve sonuna kadar yayınlanmaktadır. Bazen bu konuşmalar haberler veya diğer programlar kesilerek verilmekte, ayrıca çeşitli haber bültenlerinde uzun özetler şeklinde tekrar edilmektedir. Bunlara ilaveten aynı gün veya ertesi gün tüm haber TV’lerinde yapılan tartışma programlarıyla bu konuşmalarda ileri sürülen provokatif önermeler veya suçlamalar uzun tartışmalara konu olmaktadır. Ayrıca bu tartışma programlarında iktidar yanlısı gazeteciler veya konuklar çoğunluğu oluşturmakta ve sonuç itibariyle o gün veya bir gün önce ortaya atılan görüşlere meşruiyet ve kuvvet kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu şekilde bir taşla birden fazla kuş vurulmuş olmaktadır. İlk olarak siyasi iktidar medya kuruluşlarının siyasete ayırabilecekleri zamanın % 90’lara varan bir bölümünü işgal etmektedir. İkinci olarak siyasi iktidar gündemde kendi aleyhine olabilecek önemli sorunların tartışılmasını engellemiş veya ikinci plana atmış olmaktadır. Üçüncü olarak da muhalefetin sesi kısılmış olmakta ve böylece muhalefetin görev yapamamakla ve etkin olamamakla suçlanmasına zemin hazırlanmış olmaktadır. Bu şekilde siyasi iktidar milyarlarca liraya yaptıramayacağı siyasi propagandayı sıfır maliyetle gerçekleştirirken, medya kuruluşları d düşük maliyetli bir “şov programı” gerçekleştirmiş olmaktadır. Bu durum özellikle seçim dönemlerinde ve kritik dönemlerde görülmemiş boyutlarda gerçekleşebilmektedir. Prensip olarak siyasi iktidarın radyo ve TV’lerde icraatlarını anlatmak için kapsamlı programlar yapması ve medyanın bunu yayınlaması olağan sayılabilir. Ancak yapılan konuşmalar hükümet icraatlarıyla ilişkili olmaktan çok her türlü muhalefeti itibarsızlaştırmaya ve hükümetin sorumluluklarını muhalefete yüklemeye yönelik olmaktadır. Normal olarak basının canlı yayın yerine bu konuşmaları izleyerek ülke yönetimini ilgilendiren hususları özetleyerek vermesi gerekir. Ancak medyayı bu yönde hareket etmeye zorlayacak bir mekanizma olmadığı, gibi medyada tam bir beyin yıkama mekanizmasının oluşmasına karşı herhangi bir müeyyide de bulunmamaktadır. Siyasi iktidarın kontrolünde olan RTÜK’ün bu açıdan yetkileri olsa bile bunu kullanmasını beklemek gerçekçi değildir.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan Türkiye’ye özgü bir başka yöntem, aykırı ses çıkaranı organize bir biçimde linç etmektir. Organize linç sürecinde ilk aşama siyasi iktidar temsilcilerinin bir kişi veya grubu vatana ihanetle veya bir terör örgütüne veya farklı bir dini veya etnik gruba ait olmakla suçlayıp hedef göstermesidir. Bundan sonra “havuz medyası” olarak adlandırılan medyada eş anlı olarak, yoğun bir karalama ve aşağılama mekanizma devreye girmektedir. Buna paralel olarak sosyal medyada da organize bir trol grubu linç sürecini küfürlerle sürdürmektedir. Türkiye’de linç kültürünün gelişmiş olması aykırı bir görüş ileri sürenin sosyal hayatını tamamen bitirebilecek tepkilerle karşılaşmasına neden olmaktadır. Bu şekilde yaşanan birkaç tecrübe bile, otosansür yoluyla fikir ve ifade özgürlüğünü kısıtlanmasını sağlayabilmektedir. Bütün bu linç süreçlerinde birinci derecede rol oynayan “havuz medyasının” oluşturulma biçimi müeyyidesiz bir hukuk ve basın ahlakı ihlali niteliğindedir.

Kamu kontrolündeki medya aracılığıyla basın ve ifade özgürlüğüne sınırlama getirme de müeyyidesiz ihlaller kapsamındadır. Burada yasal olarak tarafsız olması gereken kamu TV’sini tam taraflı hale getirme ve muhalefeti dışlama söz konusudur. Kamu kanalı olan TRT bütün siyasi grupların sesi olması amacıyla oluşturulmuştur. Halkın tamamının vergileriyle çalışan bu kurumda sadece siyasi iktidarın görüşlerine yer verilmesi aslında bir yasa ihlalidir. Ancak bu ihlale karşı etkin bir başvuru mekanizması olmadığından ve RTÜK de siyasi iktidarın kontrolünde olduğundan burada da müeyyidesiz bir ihlalden söz etmek mümkündür.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün müeyyidesiz ihlallerle kısıtlanmasında kullanılan yöntemler yukarıdakilerle sınırlı değildir. Kayyımlar aracılığıyla el konulan muhalif medyaya el koyup kendi medyası haline dönüştürme, yönetimine hakim olduğu kurumlar aracılığıyla TV’leri platformdan ve uydudan çıkarma, vergi denetimi tehdidi ile baskılar yapıp, muhalif gazetecileri işten attırma, reklam kısıtlaması yaptırma, özel sektörün reklam vermesini engelleme, akreditasyon uygulama vs. de basın ve ifade özgürlüğünü kapsamlı ve etkili bir biçimde kısıtlayıcı sonuçlar doğurmaktadır. Meydanlarda belli medya gruplarını açıkça hain ilan ederek, okuyucuları caydırıcı telkinlerde bulunma, internette bazı sitelere girişli engelleme gibi çok sayıda müeyyidesiz ihlal yolu ile basın özgürlüğü dünyada eşi görülmemiş bir düzeyde engellenmektedir. Çünkü yukarıda sayılan engellemelerden önemli bir bölümü uluslararası değerlendirmelerde göz önüne alınmamaktadır.

--

--