Yazmaya Dair

Enes Duran
1 Genç 1 Gelecek
Published in
3 min readFeb 20, 2018

Korkunç bir giriş yapmak üzereyim, kesinlikle bu yazı böyle başlamamalıydı. Klişe olanı mı yoksa korkunç olanı mı tercih edeceğim? Sanırım korkunç olandan devam edeceğim. Siz, sevgili okuyucu; benim yerimde olsanız nasıl bir giriş yapmayı tercih ederdiniz? Belki de yalnızca okumak sizin için mevzu bahistir, elinize kalemi hiç almamışsınızdır. Bunu bir lanet olarak görmeyi tercih etmiyorum ama duygularını kağıda dökmek belki eski kafalı insanların işi olmuştur. Hoş, sosyal medya her birimizin duygularını bir yerlere dökme ihtiyacını karşılıyor. Merak edilmesin, klişe bir “sosyal medya eleştirmeni” değilim; ayrıca dediğim gibi, klişe olmaktansa korkunç olmayı tercih ederim.

İlkokul 4.sınıfta, ilkokul öğretmenim yarıyıl tatilinde yazmamız için bir “günlük” ödevi vermişti. Hayatımda ilk defa bir şeyler yazıyordum; elbette kurgusallık yoktu, edebi kaygı yoktu, sanırım bazı bölümlerde cümle dahi yoktu. Yalnızca gün boyunca başıma gelen olayları sıralıyordum. O anda bunun benim için hiçbir kıymeti de yoktu, ne yaptığımın farkında değildim. Hayatımın çok belli sınırlar içinde gerçekleştiği olağan yerler dışında, yeni yerler gördüğüm o günlerde yazarken bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. 6 ay sonra elime ilk defa kalem alıyorum. Yazı yazmayı bir amaç haline getiren bir kişi için 6 ay uzun bir süre mi?

Sanırım kendime sormam gereken bu soruyu sizler için şu şekilde soracağım, sonra da cevaplamaya çalışacağım; yazı yazmak bir refleks midir yoksa alışkanlık mı?

Tabi ki yazı yazmaktan kastettiğim, edebi bir metin oluşturmak değil. Herkesin söyleyecek bir sözü var, işin yeni tarafıysa artık hiçbirimiz bunu içimizde tutmayı tercih etmiyoruz. Peki, ketum ya da konuşkan fark etmeksizin her insanda az çok anlaşılma isteğine ne diyeceğiz? Bana sorarsanız, derdini anlatmak her insanın içine ihtiyaç olarak zaten yerleştirilmiş. Şanslı ya da şanssız diyebileceğimiz bir kesim, derdini tasasını ya da düşüncesini yazı yoluyla başkalarına anlatabilme güdüsüyle bu dünyaya gelmiş. Şanslı ya da şanssız ayrımı konusunda siz ne düşünüyorsunuz bilemem sevgili okur, ama bence buradaki farka dikkat etmemiz gerekiyor; şanslı sıfatı, hem yazma içgüdüsüyle gelip hem de yazabilme yeteneğiyle donatılmış olanlara verilmeli. Ya yazma yeteneğinden yoksun olup eline kalem almak için çıldıranları ne yapacağız? Bu insanların her zaman acınası halde olduğunu düşünmeyin sakın, herhangi bir dergide ya da bir kitapta bu gibi insanlara rastlamak artık çok daha kolay. Kim bilir, belki bu yazıyı okurken de aynı duygulara kapılacaksınız. Size kızamam. Yazmaya ara vermem ile ilişkilendirilebilir. Ancak beni, şu anda yazmak için motive eden tonla sebep olduğu gibi yazma meselesini 6 ay boyunca meşguliyetimin bir parçası olmaktan alıkoyan da sayısız neden var.Sanırım kendimi saydığım sebeplerden ötürü şanssız kesime dahil edeceğim.Kalemi tekrar tekrar elime almadan şanslı sıfatına erişebileceğimi sanmıyorum.

Zamanımızın en kötü hastalığı olan “vasatı övüp yüceltme”, bana sorarsanız yazı alanında da kendini belli ediyor. Tabi ki insanların düşüncelerini, duygularını bir yerlerde paylaşma isteklerine bir itirazım yok, hatta sonuna kadar destekliyorum. Herkesin haddini bilmesi yönünde bir ihtar çekmek de benim haddime değil. Yine de insanların özenli olmalarını, en azından benim gibi sınırlı bir kitleye hitap eden insanların değil de milyonlara hitap eden gazete haberlerinden ve gerçekleri yansıtmaktan mesul habercilerimizin ve eleştirmenlerin dikkatli davranmalarını tercih ederim. Bu sebeple gerek ben, gerekse yazmaya odaklanmış kişilerin yazılarının popülerliği ile ön plana çıkmasından öte nitelikli yazı yazmaya teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Özetle; emek,tutku, nitelik ve özen önemlidir yazmaya dair..

--

--