Çocukların dünyası

Kübra Tekin
500Pub
Published in
3 min readOct 11, 2019

Çocukların dünyası bambaşka ve ben o dünyaya imreniyorum. Her şey katıksız saflıkta, numara yok müdana yok, düze düz hem de şakkadanak dümdüz. Dün İpekle cake pop yapıyoruz bir yandan da konuşuyoruz. Malzemeleri önüne koydum ve videosunu çektiğim esnada sordum

- İpek malzemeleri sayar mısın?

- 1,2,3,4,5 saymaya başladı.

Ben kıkırdamamak için kendimi zor tuttum ve hangi malzemeler var onları sayar mısın? diye sorumu düzelttim.

Yine parmağıyla saymaya başladı 1,2,3,4,5.

Baktım olmuyor, mesela bu ne? dedim. Çikolata. Bu ne? dedim. Bisküvi. Bu ne? dedim. Krema!

Bu defa olmuştu, fakat çocuk haklıydı. Sayar mısın? dediğimde aklına başka bir şey gelmemesi en doğalı.

Büyüklerin dünyasında öyle mi? Kübra bugün nasılsın? diye bana birisi sorsa muhtemelen şunları düşünürüm.

Neden sordu ki nasıl olduğumu?

Acaba kötü mü görünüyorum?

Sanki ses tonunda alay vardı…

Bakışları sertti…

Kesin üstümdekini beğenmedi…

Acaba benden bir şey mi isteyecek?

Daha uzar gider bu liste. En basit nasılsın sorusundan bile bin tane anlam çıkaran biz büyük olduğunu sanan fesat yetişkin güruhu çocukluğunu biraz anımsarsa kendindeki değişimi sorgulayabilir.

Çocukken biz mecaz anlam bilmezdik, kinaye bilmezdik, en saçma şeylere bile inanırdık. Dünyamızda saflık, iyilik, sevgi, renkler, ışıklar ve şekerler vardı. Bize ne söyleseler inanırdık. Bazen anlamadığımız şeyler olurdu. Mecaz anlamda söylendiğinde saçma gelse bile onu da sorgulamazdık hatta duymazdan gelirdik. Bir gün amcamın evinde kuzenlerimle oynuyorum ayağımda çorap yokmuş. Evdeki yardımcısı “kız Kübra ayağını yere çıplak basma, kısır olursun” dedi. Nasıl yani? hönk oldum. Aklıma hemen annemin yaptığı kısır geldi, anlamlandıramadım ayağımın yere çıplak basılmasıyla kısıra dönüşeceğim zihnimde oturmadı ama neden diye de sormadım. Muhtemelen sorsam, Kadriye teyze açıklardı. Zihnimde demek yer etmiş ki büyüdükçe ayağımı yere her çıplak basışımda aklıma o söz geliyor. “Ayağını çıplak basma kısır olursun” istemsizce gülüyorum Kadriye teyzenin sözüne :)

Bir başka hatırladığım şey yanık yersen para bulursun palavrası. Büyüyene kadar yanmış yemek yersem para bulacağıma inandım. Bir gün yanmış kısmından yemeğin yedim sanırım. Halamlardaydım. Sonra apartmanda yürürken yerde bozuk para buldum. Nasıl sevinmiştim doğru çıkmasına. Gökkuşağının başladığı noktada bir çuval dolusu altın varmış, ama hiçbir zaman o noktaya ulaşamadım.

Bugün baktığımda özlediğimi görüyorum, sorgulamadan inandığım şeyleri. Heyecanla olmasını beklemenin verdiği hazzı. Altından mecaz anlam aramadan doğrudan sorulan şeye cevap verip geçmeyi. Kafaya taktığımız şeyler genelde altından bir şey aradığımız cümlelerin yüzünden. Olağanüstü durumlara artık inanmadığımız için, bir şeyi yaparken heyecanımızı da kaybediyoruz yani ben öyle kaybediyorum.

Dün hava da yağmur vardı. Okuldan İpek’i aldım ve bana neden yağmur yağdığını, güneşin nerde olduğunu sordu. Yağmurun neden yağdığını tam ve bilimsel olarak ona daha önce birden fazla anlattım, fakat hissettiğim onun duymak istediği şey aslında bir hikâye ve ben de başladım anlatmaya. Güneş ve gökyüzü kavga etmiş. Güneşin kalbi kırılmış ve gökyüzünü terk etmiş. Gökyüzü de yaptığı hatanın farkına varmış ve başlamış ağlamaya. Gökyüzü şu anda ağladığı için yağmur yağıyor ve bu yüzden de güneş yok. Umarım barışırlar ve yarın yeniden güneş çıkar dedim. Nasıl heyecanlandı biliyor musun? Eve geldik, doğrudan gördüğü herkese bu hikâyeyi anlattı gökyüzü ağlıyormuş bla bla bla…

Çocukluk böyle işte. Onların dünyası hala renkli ve masallarla hikayelerle ve duygu ile dolu. Bugün bu yazıyı yazarken ise güneş gözüme değiyor anlayacağınız gökyüzü güneşin gönlünü almış :)

--

--