Ekonomik Söylem Nasıl Oya Dönüşür - Büyüme ve Bölüşme

Utku Öz
6. Sokak
Published in
4 min readJun 17, 2020

Daron Acemoğlu’nun Why Nations Fail kitabı çıktığında üniversitenin ilk senesindeydim. Kitapta aynı tez farklı vakalar üzerinden analiz edildiği için 2 bölüm okuduktan sonra hem ikna olup hem de ufaktan sıkılıp okumayı bırakmıştım. Bir cümlede özetlemek gerekirse toplumun bir kısmını herhangi bir sebepten (din, mezhep, ideoloji, ırk vs.) dışlayan, vatandaşına eşit davranmayan kurumların uzun vadede ülkeyi fakirliğe sürüklediğini anlatıyordu. Sonraki senelerde bu tez başta CHP olmak üzere muhalefet partileri tarafından sahiplenildi. Seçim bildirgeleri ve partinin ekonomi konusundaki genel söylemi “hukuk devleti olmazsak ekonomik olarak gelişemeyiz, kimse Türkiye’ye yatırım yapmak istemez” çizgisine kaydı. Sosyal demokrat bir partinin hukuk devletini bu argümanla savunması beni rahatsız etse de bu tavrı, hukuk devleti kavramının devlet tarafından henüz mağdur edilmemiş veya bir süredir mağdur edilmediği için kendini ayrıcalıklı hisseden kesimler üzerindeki soyut algısını somuta çevirme çabası olarak değerlendirdim. Öte yandan en büyük kozu Ali Babacan’ın toplumdaki ekonomik başarı algısı olan Deva Partisi’nin kurulur kurulmaz bu söylemi alıp manşetine taşıması da beklenilen bir durumdu. Bu iki partinin stratejisi benzer görünse de Deva ve merkez sağdaki diğer oluşumlar için hukuk devletini ekonomik argümanlarla savunmanın getiri potansiyeli daha yüksek. CHP için ise bu söylemin gözle görülür bir zararı olmasa da ölçülebilir bir faydası olmayacaktır.

2016 yılında Sn. Ali Türkşen’i siyasete girin arkanızdayız diye gazlarken ben

Deva’nın 140Journos belgeseli, Youtube yayınları ve Ekşi Sözlük’teki entrylere bakıp Millet İttifakı seçmeninden de oy alabileceğini düşünen birçok yorum/analiz yapıldı ama ben böyle bir oy değişiminin ciddi seviyede gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Yıllardır Anti-Erdoğancı motivasyonla oy vermiş seçmenin mühür mürekkeplendiğinde oyunu Erdoğan’ın eski bakanına atma ihtimali zaten düşük olduğu gibi seçim sürecinde sahaya inmesi muhtemel Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi popüler figürler de bu konsolidasyonu fazlasıyla sağlayacaktır. Bizim muhalif seçmen siyasete atılmaya niyeti olan sağ siyasetçileri gazlamayı sever ama muhtemelen bu partilerin gördüğü teveccühün önemli bir kısmı oya dönüşmeyecek. Bu çerçevede yeni kurulan partiler ilk seçimde siyasi bir varlık göstermek için küskün Cumhur İttifakı seçmenini hedeflemezse seçim günü kötü sürprizlerle karşılaşabilirler.

Önümüzdeki aylarda büyük ihtimalle çeşitli hukuksuzluklara ve engellemelere maruz kalacak bu partiler için derdini direkt olarak anlatamayacak olmak kötü bir durum. Hedefledikleri küskün/küsmeye meyilli seçmen de şu ana kadar -belki tekrarlanan İstanbul seçimi hariç- hukuksuzluğu oy tercihini değiştirecek seviyede sorun etmemiş görünüyor. Bu kesimde güncel olarak öne en çok çıkan şikayet geçim sıkıntısı olduğu için, CHP’nin yıllardır kullandığı “ekonomik kalkınma için demokrasi” argümanı tekrardan piyasaya çıktı. Ama siyasette ne söylendiğinden ziyade kimin söylediği ve kime söylendiği daha önemli olduğu için ana muhalefet partisi ve yeni partilerin bu konuya yaklaşımı aynı olmamalı.

CHP seçmeninin büyük çoğunluğu hayatta başka partiye oy vermeyecek orta yaşlı ve orta sınıf vatandaşlardan oluşuyor. Türkiye’nin görece stabil, işinde gücünde kesimlerinden biri olan partinin çekirdek seçmeni, çoğunlukla ekonomik olarak da sosyal olarak da kötü gidişattan kendilerini koruyabilecek konumdalar. İşin CHP için kötü tarafı ise bu kesimin çocuklarının parti söylemini aileleri gibi kolayca sahiplenmiyor olması. Yaşam tarzları milliyetçi/muhafazakar hükümet tarafından direkt hedef alınan “genç CHPliler” bir bölümünün stratejik bir bölümünün samimi bir şekilde oy verdiği, partinin resmi olmasa da lideri konumunda olan Selahattin Demirtaş’ı hapiste görmeyi, Netflix’teki gay karakterin sansürlenmesini, turizm sektöründen gelen talep neticesinde üniversite sınavının 1 ay öne çekilmesini yani özet olarak devlet idaresindeki keyfi hukuksuzlukları ekonomik açıdan zararlı olduğu için değil hukuksuz olduğu için istemiyor. Zaten hukuk devletinin ekonomiye tam olarak nasıl katkı sağladığı da çok ikna edici argümanlarla savunulmadığı için bu söylem ya pozitif etki yaratmıyor, ya da demokrasiyi zenginliğe ulaşma aracı olarak ikincil konuma yerleştirdiği için ters etki yaratıyor.

Ekonomik söylem sola kayınca tekrar sahneye çıkması gereken kasket

CHP’nin bu durumda yapması gereken en önemli şey ise yerel seçim zaferleriyle duygusal bağı tekrardan yakaladığı genç seçmenleri için hukuk devletini araya başka bir bahane sokmadan demokratik saiklerle savunmak. Halihazırda muhalefetin de-facto lideri konumunda olan CHP, yeni oy vermeye başlamış seçmenle samimi bir özgürlükçülük düzleminde buluşarak genç nüfusu seçmeni değil partilisi yapmak zorunda. Kısa vadeli seçim zaferlerinden ziyade uzun vadede partinin Türkiye siyasetindeki güçlü konumunu koruyacak formül kemik kitleyi tabandan yetiştirmekten geçiyor. Dövizdeki artış ve genç işsizliği yüzünden alım gücü iyice düşen bu kitleyi hedefleyen ekonomik programın da ana çizgisi ekonomik büyümeden ziyade gelir eşitsizliği olmalı. “Sakin ol champ… evdeyim…” yorumuna tepki olarak ortaya çıkan sınıf kinini politize etmenin de tek yolu bu.

Öte yandan yeni partilerin hedeflemesi gereken “küskün” seçmenlerin bu küskünlüğünün altında yatan en önemli sebebin de ekonomik durgunluk olduğu bir gerçek. Türkiye pandemiden sonra dünya ticareti ve ülke içi talepte oluşan daralmayla çok daha kırılgan bir ekonomi haline geldi. Ekonomik durgunluktan en fazla zarar görecek olan düşük gelir grubuna mensup seçmen için ikna edici bir ağızdan çıkan her ciddi çözümün yüksek bir potansiyeli var. Türkiye ekonomisinde 2010'lu yılların başını duraklama devri kabul edersek OHAL ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle, halkın yaşam standardında ve genel refah seviyesinde de bir gerileme devrine geçildiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar yeni partilerin yöneticileri 2010'lu yılların ilk yarısında aktif görevde oldukları için sorumluluğun bir kısmını üstlenmek zorunda kalacak olsalar da kendilerini bu gerilemeden ayrıştırarak “bakın biz gittik ne hale geldiler” noktasına konumlanabilirler.

Yukarıda da belirttiğim gibi siyasi söylemin başarısı ne söylendiği kadar, kim tarafından söylenip kime hitap edildiğine bağlı. Muhalefet cephesi oyuna talip olduğu kesimleri doğru belirleyip söylemi hedef odaklı inşa ederse Türkiye siyasetinde yıllardır ciddi bir değişime uğramayan oy dağılımı önümüzdeki genel seçimlerde herkesi şaşırtacak şekilde değişebilir. Bu yüzden muhalefetin lideri ve soldaki tek büyük odağı olan CHP’nin eşitlikçi gelir dağılımı politikalarına sağ partilerin ise ekonomik büyüme söylemine tutunması gerekiyor.

--

--

Utku Öz
6. Sokak

Barcelona GSE’de Ekonomi Yüksek Lisans Öğrencisi | Boğaziçi Econ | Siyaset | İktisat