Türkiye’nin İlk Eşcinsel Evliliğine Kaç Sene Kaldı?

Utku Öz
6. Sokak
Published in
5 min readJun 2, 2020

Geçtiğimiz hafta Ekrem İmamoğlu’na katıldığı bir televizyon programında, eşcinsel evlilikler hakkındaki fikrini sordular. İmamoğlu, eşcinsel vatandaşların haklarını bütün diğer yöneticiler gibi savunmakla yükümlü olduğunu söyleyip, evlilik eşitliği için toplumun henüz hazır olmadığını ifade etti. Ve milli münazara makinesinin düğmesine bastık. AKP’li hesaplar anında İmamoğlu’nu eşcinsel destekçisi olmakla itham ederken, başkanın sol taraftaki muhalifleri LGBTİ+ vatandaşların toplumun geri kalanıyla eşit haklara sahip olması için birilerinin onayının gerekmediğini söylediler.

Konunun 1. dereceden muhatapları arasında da şiddetli görüş ayrılıkları yaşandı. LGBT sosyal içerik platformu GMag, İmamoğlu’nun bu beyanını çok olumlu bulurken, birçok eşcinsel vatandaş da GMag’i yalakalıkla itham etti. İBB Başkanı’nın beyanı hakkında GMag kadar iyimser olmasam da ben de cevapta bir olumsuzluk görmedim. Evlilik eşitliğini döneminde gerçekleştirmiş liderlerin seçilmeden önceki beyanlarına baktığımızda genelde “evlilik kutsal ve kadın erkek arasında olan bir kurum” tarzı saçmaladıklarını görüyoruz. Bu yüzden Türk televizyonlarında siyasi iddiası bu kadar yüksek birine ilk defa böyle bir soru sorulduğunu da düşünürsek içinde henüz geçen bir “neither confirm nor deny” cevabını umutlu karşıladım.

Tam bu noktada tartışmamız etik ve yapılabilirlik açısından ikiye ayrılıyor. Toplumun “hazır olmayan” kesimiyle temel insan hakları üzerine pazarlık yapmayı zul gören dostlarımız var. Kendilerine muhalefet etmek gibi bir derdim hiç olmadı ama ben yapılabilirlik tarafı üzerine yazmak istedim. Her ülkenin iç dinamikleri farklı olsa da, bazı ortak noktaları olduğunu düşündüğüm için Amerika ve İspanya caselerini ele alacağım.

Supreme Court’un kararını dışarıda bekleyenler

Ortada daha eşcinsel evlilik diye bir şey yokken Bill Clinton başkanlığı döneminde bir grup Cumhuriyetçi tarafından hazırlanan “Defense of Marriage Act” yasası, Clinton tarafından ayrıştırıcı ve gereksiz olarak nitelendirilse de imzalanıp yürürlüğe giriyor. Bu yasa eyaletlere başka eyaletler veya devletler tarafından gerçekleştirilen eşcinsel evlilikleri yasal olarak tanımama hakkı tanıyordu. 2001 yılında dünyada resmi olarak ilk defa Hollanda’nın izin vermesi sonucu daha da ciddiye binen tartışma, 2003 yılında ilk defa Massaschusetts eyalet yüksek mahkemesinin kamu kurumlarının evlenmek isteyen eşcinselleri reddetmesinin eyalet anayasasına aykırı olduğuna dair verdiği kararla Amerika’da ilk defa eyalet düzeyinde resmileşiyor. Sonrasında 2008 yılında California eyalet mahkemesinin benzer şekilde verdiği karar neticesinde serbestleşen evlilikler yine California eyalet meclisi tarafından çıkarılan bir yasayla tekrar yasaklanıyor.

2015 yılında Supreme Court’un verdiği karara kadar, bazı eyaletlerde yasama organı vasıtasıyla, bazılarında da yerel mahkeme kararlarıyla bir sürü git gel yaşanıyor. Bu gelgitler esnasında asıl değişim ise Amerikan kamuoyunda gerçekleşiyor. Barack Obama ve Hillary Clinton gibi Amerikan “düzen siyasetinin” önemli aktörleri kamuoyunda konunun destekçileri arttıkça zamanla retoriklerini daha pro-eşitlikçi bir çizgiye taşıyor. Bu dinamiğin asıl lokomotifi ise trene son dakikada atlayan siyasetçilerden ziyade, yıllarca cefasını çekmiş aktivistlerin sesine kulak vermeye başlayan popüler kültür ve popüler kültürü şekillendiren tüketiciler oluyor. Ne zaman Netflix’te gay bir karakter görse krizlere girip “yetişin komşular hepimizi gay yapacaklar” diye ortalığı yıkanların aksine tüketici de bir süre sonra farklı kimliklerin görmezden gelindiği yapımların samimiyetini sorgulamaya başlıyor.

Temsili La Movida Madrileña… Diktatörlük baskısından kurtulan vatandaş kendini ortamlara adıyor…

İspanya’da ise Amerika’nın aksine toplumun bu konudaki bilinci çok daha uzun süreli oturmuş bir geleneğe dayanıyor. Yaklaşık 40 yıl sürüp 1975 yılında Franco’nun ölümüyle son bulan diktatörlük döneminde, toplumun çoğu kesimi gibi eşcinseller de çoğu insan hakkı ihlaline maruz kalmış. Franco’nun öldüğü tarihlerde bile eşcinsellik İspanyol yasaları tarafından 3 yıl hapisle cezalandırılan bir suç olarak nitelendirilmekteydi. 40 yıldır İspanyol devleti tarafından dayatılan yoğun muhafazakar politika, rejimin dağılmasıyla beraber adeta yılların acısını çıkarırcasına büyük bir özgürleşme hareketine dönüşüyor. Madrid’de başlayıp diğer şehirlere yayılan özgürlükçü La Movida Madrileña akımı ekonomik büyümeyle beraber yeni bir İspanyol kimliğinin yaratıldığı bir sürecin kapısını açıyor. 1998 yılında Katalunya’da ilk defa tanınıp eşcinsel çiftlere resmiyet kazandıran civil union’lar takip eden senelerde diğer eyaletlerde de yasallaşıyor. Son olarak 2004 yılında yeni seçilmiş Sosyalist Parti(Oranın CHP’si…) iktidarında eşcinsel evlilikleri federal olarak yasal hale geliyor. Her ne kadar merkez sağ parti PP(Partido Popular) meclisteki oylamaya karşı oy verse de yapılan anketler eşcinsel evliliklere halk desteğinin %66¹ seviyesinde olduğunu gösteriyor. Günümüzde İspanya, yoğun muhafazakar ve hatta Franco dönemindeki aktif olarak homofobik geçmişine rağmen Avrupa’nın LGBTİ+ hakları açısından en özgürlükçü ülkelerinden biri.

Pamuk nenem devrim yapıyor

Biz millet olarak Türkiye’yi dünyada olup biten her şeyin merkezi görmeye çok alıştığımız için, çoğu absürt konunun sadece bizde yaşandığı konusunda hemfikiriz. Hatta onlarca başka ülkede yaşanan olayı paylaşıp “Türkiyem yaa :))) başka ülkede yaşayamam:))” diyen insan görmüşümdür. Kim bilir kaç Rus babuşkası internette Türk teyzelere benzetilmiştir. Ama bir yandan da, eleştirdiğim şeyi yapmayı göze alsam da, Türkiye’yi kültürel açıdan kendine haslığın en uç örneklerinden biri olarak görüyorum. Aynı dinamiklere sahip bu yollardan geçmiş başka ülke olmadığı için kendi çizgimizi kendimiz çizmek zorundayız. Bu iki ülkeyi inceleme sebebim ikisinin de belli açılardan Türkiye’ye benzediğini düşünmemdi. İkisinde de süreçlerin daha organik bir şekilde anaakım politik zeminin dışında olgunlaştığını gördüm. Counterfactual olarak, anaakım politikacıların, özellikle de muhalefette olanların, öncü olduğu bir süreç bilmediğim için inceleyemedim. Belki daha etkili örnekler vardır.

Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum, organik olarak ilerleyecek demek LGBTİ+ topluluğunun siyasetten hiçbir talebi olmayacak, uzak duracak, ortalıkta görünmeyecek, önümüzdeki yerel ve genel seçimlerde aday olmayacak değil tabi ki, hatta belki de artık bunun zamanı çoktan geldi diyebiliriz. Aksine kadın mücadelesinde de gördüğümüz kolay kolay memnun olmayan ve uzlaşmayan tavrın kazanımlarını son 10–15 yılda gördük. Çerez niyetine cinsiyetçilik yapılan 90'lardan politikacıların bayan demeye çekindiği, belediyelerin ve hatta bakanlıkların bile toplumsal cinsiyet üzerine çalışmalar yaptığı bir döneme gelinmesinde bu tavrın çok büyük bir payı var. GMag’in tweetini bu yüzden fazla iyimser buldum. Açıkçası ben de İmamoğlu’nun zamanı geldiğinde bu mücadeleye çok yardımının dokunacağını düşünüyorum ama o noktaya bizi herhangi bir anaakım politikacının götüreceğini veya götürmesi gerektiğini düşünmüyorum. Geçen sene belediyelerin yaptığı pride kutlaması beni bir seçmen olarak çok mutlu etmişti ama sosyal demokrat belediyelerin ve politikacıların bu mücadelenin en önünde bayrak sallaması gerekmese de sallayanların arkasında durması gerekiyor. Bundan sonra siyaset makamının yapması gereken bu çerçevede görünürlüğü arttırmak, toplumsal mücadeleye gereken desteği vermek ve başta nefret cinayetlerinin hedefi olanlar olmak üzere homofobi ve transfobiyle her gün muhatap olanların yanında durmak olmalıdır.

Herkesin Pride ayını kutlarım. Tekrardan sokaklarda hep beraber kutlamak dileğiyle.

1- Giles, Ciaran (2005–04–21). “Spain: Gay marriage bill clears hurdle”. Planetout.com.

--

--

Utku Öz
6. Sokak

Barcelona GSE’de Ekonomi Yüksek Lisans Öğrencisi | Boğaziçi Econ | Siyaset | İktisat