Ahmet Uluçay: Bozkırdan Yükselen Sinema Sevdası

Adnan Söylemez
3 min read6 days ago

--

Ahmet Uluçay’ın Yaşam Öyküsüne Bir Bakış

Ahmet Uluçay, Türk sinemasının taşrada kök salmış, samimiyet ve tutkuyla örülmüş en özel hikâyelerinden birine sahiptir. 1954 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik köyünde dünyaya gelen Uluçay, çocuk yaşta sinema ile tanıştı ve bu tanışıklık, onun yaşamını derinden şekillendirdi. Babasının geçim derdiyle büyüttüğü bu mütevazı çocuk, yazlık sinemalarda beyaz perdenin büyüsüne kapılarak sinemaya olan karasevdasını bir ömür boyu taşımaya karar verdi.

Hayatını kazanmak için marangozluk, hayvancılık gibi işlerle uğraşan Uluçay, hiçbir zaman sinema tutkusundan vazgeçmedi. Köyün dar imkanları içinde, hurda filmlerden bulduğu makaraları birleştirerek, sinema kurmaya çalışan bir çocuktu o. Babasının bu tutkusunu bastırmaya çalışmasına, hatta dayakla vazgeçirmeye çalışmasına rağmen sinemaya duyduğu aşkı kalbine kazımıştı.

Kısa filmler çekmeye başladığında, elinde eğitim almadığı halde büyük bir yetenek taşıdığı anlaşıldı. Elektrik uzatma kablolarıyla çalışan basit bir kamerayla yaptığı kısa filmler, Türk sinema çevrelerinde kısa sürede ses getirdi. İlk eserlerinden biri olan Optik Düşler, çocukluk hayallerini ve sinemaya olan tutkusunu etkileyici bir şekilde anlatıyordu. Uluçay, bu filmiyle adeta çocukluk düşlerini beyaz perdeye yansıttı. Sinemaya duyduğu aşk, onu asla yılmayan bir savaşçıya dönüştürdü; arkadaşları birer birer sinemayı bırakırken, o direndi. Sonunda bu karasevda, Türk sinemasına unutulmaz bir yönetmen kazandırdı.

“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” Filmine Dair

Ahmet Uluçay’ın sinemasal doruk noktası, şüphesiz ilk ve tek uzun metrajlı filmi olan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak oldu. 2004 yılında çekilen bu film, Uluçay’ın çocukluk anılarından ilham alarak kaleme aldığı bir başyapıt olarak kabul edilir. Film, iki köy çocuğunun yazlık sinema tutkusu ve sinema sevgisinin peşinde koştuğu naif ve samimi bir hikâye anlatır.

Uluçay’ın bu filminde en dikkat çeken unsur, izleyiciyi içine çeken gerçekçilik ve doğallıktır. Oyuncuların ağzından dökülen yöresel şive, yapmacıklığa yer bırakmayacak kadar doğaldır. Hikâye, büyük laflar etmeden; insanın ruhuna dokunan küçük meselelerin ne kadar büyük anlamlar taşıyabileceğini gösterir. Bir köydeki çocukların yaşamı, hayalleri ve hayal kırıklıkları, izleyiciyi derin bir empatiyle sarmalar.

Filmdeki minimalist yaklaşım, Ahmet Uluçay’ın sanatsal tercihlerini anlamak için bir rehber niteliğindedir. Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filminde kullandığı “yumurta taşıyan çocuk” hikâyesinin aslında Uluçay’a ait olduğunu biliyoruz. Uluçay, sıradan bir nesneye duyulan özlemi derin bir sinemasal ifadeye dönüştürerek, hem hazzı hem de tutkuyu beyaz perdeye taşımayı başarır. Bir mektupla aşkı, bir cevizle hazzı anlatmak, onun incelikli sinema anlayışının özüdür.

Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, yalnızca sinema severler için değil, sinemanın özüne inmek isteyen herkes için bir ders niteliğindedir. Film, birçok festivalde ödül aldı ve Ahmet Uluçay’ın adını duyurdu. Ancak bu başarılar, onun mütevazı yaşamını asla değiştirmedi. O, sinemayı şöhret ya da maddi kazanç için değil, yalnızca sevdiği için yaptı.

Ahmet Uluçay’ın Sinemasına Dair Değerlendirme

Ahmet Uluçay’ın sineması, köklerini Anadolu topraklarından alır. Hikayelerindeki samimiyet, onun bozkırın ortasında bir kavak ağacı gibi tek başına ayakta kalabilen, kökleriyle toprağa tutunan bir sanatçı olduğunu gösterir. Uluçay, sinemayı asla bir sömürü aracı olarak kullanmadı. Seyirciyi zekasına güvenerek, hayal gücüne alan tanıyan bir üslup benimsedi. Bu üslup, onu modern Türk sinemasının en özgün seslerinden biri haline getirdi.

Onun sineması, yalnızca hikâye anlatıcılığıyla değil, aynı zamanda görsel dildeki başarısıyla da ön plandadır. Basit nesneleri güçlü metaforlara dönüştürmesi, hem şiirsel hem de etkileyici bir sinema dilinin temellerini oluşturdu. Ne var ki, geçim sıkıntısı ve sağlık sorunları, Uluçay’ın sinema serüvenini yarım bıraktı. Rahatsızlığı nedeniyle tamamlayamadığı Bozkırda Deniz Kabuğu adlı filmi, onun yarım kalmış hayallerinin bir simgesi olarak anılmaya devam ediyor.

Ahmet Uluçay, bir yandan Türk sinemasında taşralı bir yönetmenin neler başarabileceğini gösterirken, diğer yandan sinemanın “eğitimle değil, tutkuyla” yapılabileceğinin canlı bir örneği oldu. Yönetmenlerin el birliğiyle yarım kalan filmini tamamlama sözü vermeleri, onun mirasını yaşatmaya dair umut verici bir çabadır ancak verilen sözler de hiçbir zaman yerine getirilemedi.

Sonuç

Ahmet Uluçay, bu topraklardan çıkan, yalın ama bir o kadar da derinlikli bir sinemacı olarak her zaman hatırlanacaktır. Onun filmlerinde gördüğümüz samimiyet, doğallık ve sadelik, sinema sanatının özüne dair bize bir şeyler anlatır.

Ahmet Uluçay’ın sineması, bozkırın ortasında tek başına duran bir kavak ağacı gibi derin bir köke sahiptir ve bu kök, sinemaya ilham olmaya devam edecektir. Sinema severler ve sanat dünyası için Uluçay, her zaman hatırlanacak bir rehberdir. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak gibi eserler, yalnızca bir film değil, bir kültür mirasıdır.

Kavak ağacı artık aramızda değil, ama rüzgarla salınan yaprakları hâlâ Türk sinemasında yankılanıyor. Ahmet Uluçay’ın hayallerini yaşatmak ve yarım kalan projelerini tamamlamak, onun sinema tutkusuna duyulan en güzel saygı olacaktır.

--

--

No responses yet