Moğolistan : Yoldan Ötesi

Ali Küver
9 min readNov 8, 2018

--

Montumun da içerisinde olduğu sırt çantam — uçağın yarısının bagajları gibi- Ulan Batur’a ulaşmadı. Çok sık oluyormuş burada. “Yarınki uçakla gelir” dediler. “Eyvallah” dedim. Sanırım anlamadılar :) Aslında macera en baştan başlıyormuş, sonra anlayacaktım.

Moğol arkadaşım Bat beni karşıladı, Ulan Batur’un kıyısında bir mahalledeki evine götürdü. Evlerinin bahçesinde Ger’ler/Yurt’lar (Moğol çadırları) vardı. Yurtlar şehirde de hayatın bir parçası olmaya devam ediyor. Annesi hemen Tsai dedikleri süt, su, yeşil çay ve tuzdan yapılan ve Moğolistan’da, bizim çayın yerini tutacak kadar yaygın içilen içecekten ikram etti ve Buuz (bir çeşit mantı) yaptı. Sabahın erkeninde kahvaltı olarak höpürdeterek yedik içtik. Güzel bir gün doğuyordu.

Ulan Batur arka mahalleler

O günü Bat ve onun arkadaşları ile Ulan Batur ve çevresinde geçirdim. Planımda yoktu ama Tsonjin Boldog’daki Cengiz Han Heykeli kompleksine gittik.

Cengiz Han Heykeli (Tsonjin Boldog)

At bindik; Moğol gardaşlara ayak uydurabildiğime sevindim.

Dörtnala koşmadan önce :p

Buraya giderken yolda sağda Tonyukuk Anıtı var. Ama ben Orhun Yazıtları ile ilgiliydim.

Ulan Batur cazip değildi. Sırt çantamı beklemek yerine, yoluma devam etmeye karar verdim ve akşam trene (katara) atlayıp Gobi Çölü’ne, 450 km ötedeki Saynşand’a doğru yola çıktım. Niyetim Khamarin Khiid (Khamar) Manastırı yakınındaki Enerji Merkezi’ne gitmekti. Çoluk çocuk dolu, sıcacık bir yataklı tren… Koridordaki koltuklar dahi yatağa dönüşüyordu. Yataklı evet, ama çarşafsız, yastıksız, örtüsüz; aç uzan! Trenin sıcacık olması nedeni ile nema problema.

Saynşan’da inip, makul bir ücret karşılığında, yolcuları istasyonda karşılayan, paylaşımlı arabalardan birine bindim. Şoför ve Moğol bir aile ile birlikte civarda görülecek diğer yerleri (Bayanzurkh, Meme Kayaları/Muum Khadde, Büyük Çan, Meditasyon Mağaraları) dolaşıp Enerji Merkezi’ne geldik.

Enerji Merkezi — Khamarin Khiid

Burası turistik olmayan, çoğunlukla Moğolların ziyaret, ibadet ve olumsuz enerjilerden kurtulup arınmak için geldiği, dünyanın enerji noktalarından (çakralarından) biri olarak bilinen bir yer. Eskiden bu yerde, bölgenin enerji potansiyelini fark eden Danzanravjaa adlı bir keşişin (aynı zamanda bir eğitmen, sanatçı) kurduğu bir tapınak varmış, sonra yıkılmış. Şimdi yakınında yeni bir tapınak kompleksi var. Okuduklarımdan anladığım kadarı ile burası eski dönemde, dini bir inanç merkezinden öte sanat, kültür ve özgürlük vahası olmuş.

Kapının önünde durup iki gözün arasındaki 3. göze bakıyor ve sol kapıdan (Altın Kapı) girip belli bir ritüel/sıra takip edip, sunular sunup (süt, votka, pirinç, su, vs) sonunda çöle, rüzgara doğru geleneksel bir şarkı (Ulemjin Chanar/Your Perfect Qualities/Senin Mükemmel Özelliklerin) söylediğiniz bir stupaya varıyorsunuz.

Yolculuğumun ilk çarpıcı anlarını burada yaşadım. O stupanın önünde, şarkı söyleyen bir kadın gördüm. Müthiş bir ses ve söyleyişle şarkıyı söylüyordu. Daha sonra bu şarkıyı internette bir çok kişiden dinledim ama onun gibi söyleyenine rastlamadım. O kadın bedeni ile değil ruhu ile orada bulunuyordu, sesi rüzgara karışıp gelip gönlüme dokunuyordu. Onun söyleşinde duyumsadım şarkının sözlerindeki naifliği, bu sözlerin getirdiği hafiflemeyi, müteşekkirliği, kalenderliği, yalınlığı… Sonra bu kıymetli kadın gitti, avlunun bir yanındaki kırmızı taş, topraktan oluşan alanda oturdu meditasyona başladı.

İşte o kadın!

Bu merkezdeki ritüel, herkesin, ayakkabılarını çıkararak girdiği bu alanda, oturarak, yatarak, uzanarak ya da ayakta biraz zaman geçirmeleri, meditasyon yapmaları ve sonrasında sağdaki kapıdan (Gümüş Kapı) çıkmaları ile tamamlanıyor. Çıkıştaki tabela bir durdurup düşündürüyor: “İyi şanslar ve barış getir!”

Moğolistan’da otostop neredeyse imkansız zira neredeyse her araç bir taksi. Paylaşımlı bir taksi ile Ulan Batur’a döndüm, gece havalimanına vardım. “Sizin çantayı havayolu şirketinin şehir merkezindeki ofisine gönderdik, orası da ancak sabah açılır” dediler. Ulan Batur’da bir gece daha konakladım. Sabah çantamı sapasağlam teslim aldım.

Fiyatları ve internet sitesindeki samimi hava nedeni ile ilgilenmekte olduğum motosiklet kiralama şirketini aradım. Yola çıkmadan önce gönderdiğim epostama cevap vermemişlerdi. Sebebini sonradan öğrenecektim. :) Israrlı bir kaç aramadan sonra (belki erken saatte arıyordum) telefona çıkan Cheke’ye meramımı anlattım. Nereden geldiğimi, adımı sordu ve “şu an müsait değilim, 5 dakika sonra arayacağım” dedi ama aramadı. Bu arada kahvaltı ettim, aradan 1 saat geçmişti, yine aradım. Kader ağlarını örüyordu. :) Kendimi tanıttım. “arayacağım dediniz, aramadınız” dedim. Cheke, “ha, sen İstanbul’dan Ali’sin, motor istiyorsan gelip alabilirsin, hazır” dedi. Sevindim. En çabuk nasıl gelebileceğimi sorunca (internet sitesinde ulaşım olanakları yazıyor) nerede olduğumu sordu ve kardeşi Jaga’nın, taksisi ile benim bulunduğum yer civarında olması gerektiğini, istersem onunla konuşabileceğini söyledi ve 5 dakika sonra, beni, oturduğum kafenin karşısında bekleyen Jaga’nın taksisindeydim. Jaga, Moğol tarihi ve günceline dair özeti de içeren hoş bir muhabbetle taksisini Ulan Batur’un dışına doğru sürdü.

Ulan Batur arka mahalleler

cheketours’un yerine vardık. Burası mütevazı, işlevsel, bir bahçe içerisinde yer alan küçük bir ev, biri ofis ve zaman zaman misafirhane olarak kullanılan iki Yurt, motorların garajı olarak kullanılan konteynerler, banyo, tuvalet ve gerekli ekipmandan oluşan, personeli son derece yardımsever ve arkadaş canlısı bir yer. Cheke yoktu, beni Anna karşıladı, formaliteler ile oyalamadı. Ödemeyi yaptım (sadece nakit kabul ediliyor), kısa sözleşmeyi imzaladım, motoru hemen aldım.

cheketours

Bütün kamp ekipmanımın da içinde olduğu sırt çantam ve küçük çantam motorun üzerinde bağlıydı. Önce motordaki elektrik çıkışına uygun girişli (USBsiz) bir şarj aleti bulmak istiyordum. Hemen yakındaki havaalanındaki mağazada yoktu. Danışmadaki kız, yolumun üstünde büyük bir market olduğunu, orada bulabileceğimi söyledi. Yola koyuldum. İstikametim Khustain Nuruu Milli Parkı… Ulan Batur’a yaklaşık 100 km... Motora, Moğolistan yollarına alışmak, ilk molayı vermek ve vahşi atları görmek için iyi bir mesafe ve yer.

İlk sağ sapağı kaçırmışım. Bunu çok sonra fark ettim. Kader ağlarını örmeye devam ediyormuş. :) Farklı bir yoldan gitmekte olduğum için o büyük marketi bulamadım. Benzin istasyonlarında market yok. Denk geldiğim dükkanlar birer bakkal, onlarda da şarj aleti yok. Harita uygulamaları hayli şarj yiyor, şarj aletim olsa — sürerken telefonumu şarj edebileceğim için — kendimi daha rahat hissedeceğim; zira neye doğru sürdüğümü tam olarak bilmiyorum ama “medeniyetin” olanaklarından uzaklaşmakta olduğum belli.

Ulan Batur’dan bir kaç kilometre çıktıktan sonra ortalık belirgin şekilde tenhalaşıyor, biraz daha gittiğinizde zaten kırsaldasınız. Motoru kiraladığım cheketours’un yeri de hemen şehrin kıyısında (havaalanına yakın) olduğu için Ulan Batur’un trafiğine dalmadan kendinizi Moğol steplerine atmanız kolay.

Hava kapanıyordu. Köy mü, mahalle mi olduğunu anlayamadığım bir yerden geçerken asfalt bitti. Bıçakla kesilmiş gibi… Önce durdum. Ama baktım yanımdan bir araba geçti ve araziye doğru, tozu toprağa katarak gidiyor, aynı istikamette uzakta bir araba daha var, “devam”, dedim. Yolun bittiği yerde Moğolistan başlar derler, başlamıştı.

Moğolistan

Sağ tarafımda, kuzeyde, bana eşlik eden Khatantuul Nehri imiş, o zaman daha adını bilmiyordum.

Khatantuul Nehri

Ulan Batur’dan sonra yaklaşık 30 km yol kat edip Altanbulag’a geldim. Ummadığım bir şekilde, şarj aletini buradaki markette buldum, rahatlamıştım.

Şarj aletini bulduğum market

Bu küçük yerleşim yerinin 2 pompalı benzin istasyonunda, çok eksilmemiş olsa da yakıtımı tamamlamak istedim. Pompacı, deponun azıcık aldığını görünce (84,86 Tugrik kadar) şaşırdı, bozuldu ve uyanıklık yapıp fiyatı bana 8486 Tugrik diye yutturmaya çalıştı. Tabii, yer mi Anadolu çocuğu :) Pompacı bu sefer yemediğime şaşırdı, bozuldu ve 84,86 Tugrik (Moğol para birimi)’i de almadı.

Altanbulag Sağlık Merkezi’nin bahçesini temizleyen güler yüzlü gardaşa Khustan Nuruu’ya nasıl gidebileceğimi sordum. Gülümsedi.

“Nehir geçebilir misin”, diye sordu?

Moğolistan’dayız ne de olsa, “Denerim”, dedim.

“Bulabilirsen, 10 km kadar ötede köprü var”, dedi.

“Denerim”, dedim.

Telefonu sabitleyemediğimden, gözümle görebileceğim bir yere koyamadım. Durup çıkardığımda da haritanın yüklenmesi zaman alıyordu. Zaten şu maps.me’ye alışamadım gitti. Moğolistan’da çevrimdışı sorunsuz çalıştığını söyledi herkes, çalışıyordur herhalde :) google haritalar ise çalışmıyor ondan eminim.

Altanbulag’ı arkada bırakıp tepelere doğru sürdüm. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Sezgilerimle yolu bulmaya, nehre yaklaşmaya çalışıyordum. Bu diyarda denklemler değişiyordu; yol soruyor, yön bulmaya çalışıyordum. At sürüleri başta olmak üzere hayvan sürüleri başlamıştı. Yaban Moğolistan’a, Vahşi Doğu’ya doğru sürüyordum.

Bir tepenin etrafından kıvrılınca, aşağıda nehri ve köprüyü gördüm. “İşte buldum köprüyü!”, dedim sevinçle.

Köprüler yaptırdım gelip geçmeye

Keyifle birkaç fotoğraf çekip video kaydı yaptıktan sonra köprüyü geçtim. “tamaaam” derken , bir köprü daha… “eh, peki olsun”, derkeeen… O da ne, bir köprü daha! İndim baktım ama bu geçilecek gibi değil.

Köprüden geçemiyom, az doldur içemiyom

Köprünün solundan, sudan geçtim.

Bu, Kızılyıldız’ı son görüşümüz

Burada, karşıdan gelen yerli bir motorluya, elimle işaret ederek, gideceğim yeri bağırdım, durmadan başını salladı, “doğru” yoldaymışım. Bir su geçişinden daha sonra, gideceğim yönün aksi yönde, ileride gördüğüm Yurtlara doğru sürdüm. Nadiren rastladığım çiçekli bir kırdan üç Ger (Yurt)’in kurulu olduğu çayıra vardım.

Moğolistan — Altanbulag civarı

Ağıla doğru yürüyen “yaşlı” teyzeye “Khustai Nuruu?” , dedim, eliyle, “dağlara paralel git, sonra dağlara doğru dön” işareti yaptı. Başımla “tamam” dedim. Bir kaç fotoğraf daha çekip geri döndüm. Arazi müsait; ister patikayı takip ederim, ister araçların yol izini, ister kendi yolumu çizerim (bu Moğolistan’da çoğu zaman iyi fikir değilmiş).

Biraz dağlara paralel sürüp, sonra dağlara doğru yönelince nehir çıktı karşıma, yaklaşık 20 metre genişliğinde. Kıyısı bıçakla kesilmiş / çökmüş gibi dik. Akıntı gözle görünür şekilde kuvvetli. Buradan karşıya geçilmez. Kıyıyı takip ederek suyun akış yönünde devam ettim. Nehir kıyısında ağaçlı bir bölge başladı. Nehrin küçük bir kolundan, yamacı yaklaşık 1 metre yüksekliğinde, kavisli, çamurlu bir yerden suyu (burası 20 metre genişliğinde değil) bir daha geçtim ve yine dağlara ve gün batımına doğru yöneldim. Uzun otlu, seyrek ağaçlı bir düzlüğe çıktım. Düzlük ağaçlarla çevrili. Düzlüğün öte tarafına, ağaçlara, nehrin kıyısına doğru sürmeye devam ettim. Önümden at sürüleri koşturup geçiyor sık sık. Ne güzel atlar var. Koşarken toprakta çıkardıkları derin tok sesler ne güzel... Durdum. Neredeyim diye telefona baktım, anlayamadım. Sinekler rahatsız etmeye başladı. Nehir, kıvrıla kıvrıla önüme çıkıyor belli ki. “ya”, dedim kendi kendime, “Khustai Nuruu’ya aslında yaban atlarını (tahki/Przhevalsky) görmeye gidiyorum, yeterince at görmedim mi, dönsem mi”, arkama baktım, geçtiğim suları ve yönümü bulmak için harcayacağım çabayı düşündüm, gözüm kesmedi. Nehre yaklaştım tekrar, onun nerede olduğu gayet belirliydi. Arazi kurumuş bataklık, motoru hoplatıp duruyor. Bol sinek. Motordan indim bir ara keşif için, kıyıya yaklaşınca balçığa batıyorum, yok buradan da geçilmez. Güneş batmış, hava kararmaya yüz tutmuş. Çadırımı buraya mı kursam diye düşündüm, sinekleri düşününce iyi bir fikir gibi gelmedi. Işık yerine gölge hakim olmuştu. Bir kere daha başka bir yerden, bu sefer motorla kıyıya yaklaştım. Yüksek. Çamur. Karşı kıyıdaki ağaçlar günün son ışıklarını örtüyor. İşte tam bu anda ne düşündüğümü sormayın; hatırlamıyorum. Sadece nehre baktım, karanlığına, akışına, yüzeyinde ara ara görünüp kaybolan ışıltılara, şırıltısına, ötesine… Geçilmesi gerekiyordu; atımı nehre sürdüm. Ön teker gidebildiği kadar dibe gitti, arka teker yukarıda, motor takla atacak kadar dikildi, birlikte suya/çamura doğru süzülüyoruz. Sakince, “gittik”, dedim. Kendimi motorun sağına doğru bıraktım. Göğsüme kadar suyun içindeyim. Motoru tuttum. Bir şey yüzdü; sağ aynaymış, “gitsin, sorun değil” dedim. Motoru geri itebilir miyim diye yokladım. Ayaklarım bataklığa batıyor, kolay olmayacak. O an karşı kıyıya baktım. Aklımdan şu geçti: “madem ki bu nehri geçmeye çalışıyorum, madem ki başka yol bulamadım ve madem ki şu an nehrin içindeyim, neden yüzerek geçmiyorum” . Son saatlerin en parlak fikri gibi geldi. Sol elimle motoru iyice kavradım ve kendimi soğukkanlılıkla akıntıya, nehre bıraktım. Az önce kıyıdan duyduğum şırıltının içindeyim şimdi, ses artıyor ve her yerimi sarıyordu. Sağ elimle kulaç atmaya çalışıyor, sol elimle motoru taşımaya çalışıyordum. Nehir boz bulanık akıyor… Akıntı iyice kuvvetlendi, hızlandık, motoru görmüyorum, iki kıyının ortasına ulaştık, artık ayaklarım yere basamıyor, motor, üstündeki çantalar ve ben birlikte yüzmeye çalışıyoruz. Arada, motoru iki elimle yukarı çekmeye çalıştım bir iki kere. Bilemiyorum ne kadar, belki 50 metre belki daha fazla, böyle yüzerek/sürüklenerek, karşı kıyıya, en olmayacak yerden, vardık. Çalılar, dallar ve kıyıdan nehre doğru sarkan ağaçların oluşturduğu bir baraja takıldık, kaldık. Su derin, ayaklarımı hâlâ yere basamıyorum, kıyı yüksek, kaygan çamurdan, elim kayıyor. Motoru yukarı çekebilmem mümkün değil. Sırtımdan bastıran akıntı, suyun altındaki motoru alıp götürmek istiyor elimden, sağ elimle kendimi bir yere sabitlemeye çalışıyorum. Sadece sol elimle motoru tutmak iyice zorlaştı. Acaba bu barajın altından motorla yüzüp geçebilir miyim diye iki defa dalmayı denedim ama başımdaki kaskla mümkün olmadı. Nehrin suyunun tadını şimdi bile hatırlıyorum. Sonunda motoru bıraktım. Çalkantılar durdu. Her şey duruldu. Sessizlik içinde kıyıya tırmandım. Sanki Khustai/Khushuut dağları beni seyrediyordu.

…Birinci Bölümün Sonu…

08.11.2018

--

--