Mesel Milyoner Analiz
Mesel Milyoner
Takdir Yazısı
Zengin olmadıktan sonra, sevimli bir adam olmanın hiçbir faydası yoktur. Aşk ve romantizm, işsizlerin uğraşı değil zenginlerin imtiyazıdır. Yoksullar pratik ve gerçekçi olmalıdır, insanın sürekli bir geliri olması, büyüleyici olmasından iyidir. Bunlar, çağımızın hayatına ilişkin, Hughie Erskine’in asla anlayamadığı temel gerçeklerdir. Zavallı Hughie! Kabul etmek gerekir ki, pek müthiş bir zekâya sahip değildi. Hayatı boyunca bir tek parlak, hattâ kötü niyetli söz söylediği duyulmamıştı. Ne var ki, o kıvırcık kumral saçları, düzgün profili ve ela gözleriyle, harikulade yakışıklıydı. Kadınlar kadar, erkekler tarafından da beğenilir ve para kazanmak dışında her türlü beceriye sahipti. Babası ona miras olarak süvari kılıcını ve on beş ciltlik Yarımada Savaşı Tarihi’ni bırakmıştı. Hughie kılıcı aynasının üstüne astı, kitapları bir rafa, spor dergilerinin, Ruff’s Rehberi ile Bailey’s Dergisi’nin arasına yerleştirdi ve yaşlı bir teyzesinin kendisine tahsis ettiği, iki yüz sterlin yıllık gelirle geçinmeye başladı. Her şeyi denemişti. Altı ay boyunca Borsa’da çalışmıştı, ama bir kelebek, sürekli yükselip alçalan değerler arasında ne yapabilirdi? Altı aydan biraz daha uzun bir süre boyunca da çay tüccarlığı yapmış, ama kısa zamanda pekoe’den, suçong’dan sıkılmıştı. Sonra sert sherry satmaya girişmişti. O da olmanuştı; sherry biraz fazla sert kaçmıştı. Sonunda bir hiç haline gelmiş, profili mükemmel, mesleksiz, hoş ve boş bir delikanlı olmuştu.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de âşık olmuştu. Sevdiği kız, Laura Merton, sinirleri ve sindirimi Hindistan’da bozulmuş, bir daha da düzelmemiş emekli bir albayın kızıydı. Laura Hughie ‘ye bayılıyordu, Hughie de onun kulu kölesiydi. Londra’nın en güzel çiftiydiler ve meteliğe kurşun atıyorlardı. Albay Hughie’yi çok seviyor, ama nişanın sözünü bile ettirmiyordu.
“Bak oğlum, kendi namına on bin sterlinin olduğu zaman gel karşıma, o zaman konuşuruz,” derdi; böyle günlerde Hughie’nin yüzü asılır, teselli bulmak için Laura’ya koşardı mecburen.
Bir sabah, Merton’ların oturduğu Holland Park’a giderken, yakın arkadaşı Alan Trevor’a uğradı, Trevor ressamdı. Aslında günümüzde pek az kişinin kaçınabildiği bir durum. Ama Trevor aynı zamanda sanatçıydı; sanatçılara ise oldukça ender rastlanıyor. Yüzü çilli, kızıl, dağınık sakallı, tuhaf, kaba görünümlü bir adamdı. Ama eline fırçayı aldığı an, gerçek bir usta kesilirdi ve resimleri revaçtaydı. Başlangıçta, Hughie, kabul etmek gerekir ki, sırf çekici görünümüyle, Trevor’ı çok cezbetmişti. Trevor, “Bir ressam, sadece bête[1] ve güzel olan kişilerle, bakması sanatsal bir haz veren, konuşması zihni dinlendiren kişilerle tanışmalıdır,” derdi. “Dünyaya hükmeden, züppe erkekler ve cici hanımlardır; en azından öyle olması gerekir.” Bununla birlikte, Trevor Hughie’yi daha yakından tanıyınca, neşeli, iyimser yapısını, cömert, pervasız mizacını da çok sevmiş ve atölyesine sınırsız giriş hakkı tanımıştı ona.
Hughie içeri girdiğinde, Trevor, bire bir ölçekte, harika bir dilenci resmine son fırça darbelerini vurmaktaydı. Dilencinin kendisi de atölyenin bir köşesinde yüksekçe bir platformun üzerinde, ayakta duruyordu. Yüzü kırışmış parşömene benzeyen, ifadesi son derece hazin, bumburuşuk bir ihtiyardı. Omzuna yırtık pırtık, paçavraya benzer, kaba kumaştan, kahverengi bir harmani atmıştı; yamalı kalın çizmelerine pençe vurulmuştu, bir eliyle şekilsiz bir sopaya dayanmış. Öbür elindeki eski püskü şapkayı da sadaka toplamak üzere öne uzatmıştı.
“İnanılmaz bir model!” diye fısıldadı Hughie, arkadaşıyla el sıkışırken.
İnanılmaz bir model mi dedin?” diye var gücüyle bağırdı Trevor. “Hem de nasıl! Böyle dilencilere her gün rastlayamazsın. Bir trouvaille, mon cher, canlı bir Velázquez! Bir düşün Rembrandt bundan nasıl bir aside yedirme baskı yapardı!”
“Zavallı ihtiyar!” dedi Hughie. “Ne kadar sefil görünüyor! Ama herhalde siz ressamların gözünde, yüzü bir servet değerinde, değil mi?”
“Gayet tabii,” diye cevap verdi Trevor, “bir dilencinin mutlu görünmesini ister misin?”
“Modeller poz verme karşılığı kaç para alıyor?” diye sordu Hughie, bir divanın üzerine rahatça yerleşerek.
“Saatte bir şilin.”
“Peki sen resmine karşılık kaç para alıyorsun, Alan?”
“Bu resim için iki bin alıyorum!”
“Sterlin mi?”
“Altın. Ressamlar, şairler ve hekimler daima altın alırlar.”
“Doğrusu bence, modellerin yüzde alması gerekir,” dedi Hughie gülerek; “onlar da senin kadar çok çalışıyor.”
“Saçma, çok saçma! Sırf boya sürmenin, gün boyu şövale başında ayakta durmanın yorgunluğu yeter! Sen dışarıdan bakıp konuşuyorsun Hughie, ama emin ol, bazen sanat, el emeği seviyesine ulaşıyor neredeyse. Neyse, gevezeliği bırak şimdi, çok işim var. Bir sigara yak ve sessiz ol.”
Bir süre sonra hizmetkâr içeri girip Trevor’a, çerçevecinin kendisiyle görüşmek istediğini haber verdi.
“Sakın yok olma Hughie,” dedi Trevor dışarı çıkarken, “hemen döneceğim.”
Yaşlı dilenci, Trevor’ın yokluğundan yararlanıp biraz dinlenmek üzere arkasındaki ahşap banka oturdu. O kadar umutsuz ve perişan görünüyordu ki, Hughie ister istemez adama acıdı, ceplerini yoklayıp ne kadar parası olduğuna baktı. Bir altınla birkaç peniden başka bir şey bulamadı. “Zavallı ihtiyar,” diye düşündü kendi kendine; “onun benden çok ihtiyacı var bu paraya, ama iki hafta boyunca faytondan vazgeçmem gerekecek.” Sonra da atölyenin karşı köşesine gidip altını dilencinin avcuna sıkıştırdı.
İhtiyar önce irkildi, sonra solgun dudakları hafif bir tebessümle aralandı. “Teşekkür ederim beyefendi, “dedi. “Çok teşekkür ederim.”
Trevor gelince, Hughie yaptığından ötürü biraz yüzü kızararak izin isteyip ayrıldı. Gününü Laura`yla birlikte geçirdi, cömertliği için sevimli bir azar işitti ve eve yürüyerek dönmek zorunda kaldı.
O gece saat on bir sularında Palette Kulübü’ne uğradı ve tek başına sigara salonunda oturmuş, Ren şarabı ve soda içen Trevor’ı gördü.
“Söyle bakalım Alan, resmi bitirdin mi?” dedi bir sigara yakarak.
“Bitirdim, çerçevelendi bile!” diye cevap verdi Trevor. “Biliyor musun, ihtiyar modelimin gönlünü fethettin. Sana enikonu bağlandı. Seninle ilgili her şeyi öğrenmek istedi kim olduğunu, nerede oturduğunu, gelirini, geleceğe yönelik planlarını…”
“İlahi Alan!” diye haykırdı Hughie. “Eve döndüğümde ihtiyar beni bekliyor olacak herhalde. Merak etme, şaka yaptığını biliyorum. Zavallı adam! Keşke onun için bir şey yapabilseydim. Bir insanın bu kadar sefil olması korkunç bir şey. Evde bir yığın eski giysim var, ilgilenir mi dersin? Üstündeki paçavralar lime limeydi?
“Ama o paçavralar içinde muhteşem görünüyor,” dedi Trevor. “Dünyayı verseler onun redingotlu bir resmini yapmazdım. Senin paçavra dediğin şeye ben şiirsellik diyorum. Sana yoksulluk gibi görünen şey, benim için özgünlük. Yine de teklifini iletirim.”
“Alan,” dedi Hughie ciddiyetle, “siz ressamlar ne kadar kalpsizsiniz!”
“Sanatçının kalbi, beynidir,” diye cevap yerdi Trevor; “ayrıca, bizim işimiz, dünyayı gördüğümüz gibi betimlemektir; bildiğimiz gibi düzeltmek değil. À chacun son métier.[2] Anlat bakalım, Laura nasıl? Yaşlı modelim onunla çok ilgilendi.”
“Ona Laura’dan bahsettiğini söylemeyeceksin herhalde.” dedi Hughie.
“Tabii ki bahsettim. Amansız albayı, güzeller güzeli Laura’yı, on bin sterlini, hepsini biliyor.”
“İhtiyar dilenciye özel hayatımı ayrıntısıyla anlattın, öyle mi?” diye haykırdı Hughie, kıpkırmızı, öfkeli bir yüzle.
“Sevgili dostum,” dedi Trevor gülümseyerek, “Senin ihtiyar dilenci dediğin adam, Avrupa’nın en zengin adamlarından biri. Yarın istese hesabındaki parayla Londra`nın tamamını satın alabilir. Her başkentte bir evi vardır, altın tabaklarda yemek yer ve canı istediğinde Rusya’nın savaşa girmesine engel olabilir.”
“Ne demek istiyorsun?” dedi Hughie hayretle.
“Aynen söylediğim gibi,” dedi Trevor. “Bugün atölyede gördüğün ihtiyar, Baron Hausberg’dü. Yakın dostumdur, bütün resimlerimi satın alır, bir ay önce, dilenci kılığında bir portresini ısmarladı bana. Que voulez-vous? La fantaisie d’un millionaire![3] Doğrusu paçavralarıyla harika bir tip oldu: benim paçavralarımla demem daha doğru olur, İspanya’dan almıştım o partal kıyafeti.”
“Baron Hausberg ha!” diye haykırdı Hughie. “Aman Tanrım! Ona bir altın Verdim!” Ve yılgınlığın canlı timsali olarak bir koltuğa çöktü.
Trevor, “Ona bir altın mı verdin?” diye bağırıp kahkahalarla gülmeye başladı. “Sevgili dostum, o altını bir daha göremeyeceksin. Son affaire c’est l’argent des autres.”[4]
“Önceden söyleseydin ya Alan,” dedi Hughie somurtarak, “kendimi rezil etmemi önleyebilirdin.”
“Hughie, her şeyden önce,” dedi Trevor, “etrafa böyle fütursuzca sadaka dağıttığını hiç düşünmemiştim. Güzel bir modeli öpmeni anlayabilirim, ama çirkin bir modele bir altın vermeni, asla! Ayrıca, bugün hiçbir ziyaretçi kabul etmiyordum; sen geldiğinde, Hausberg’ün, adının söylenmesinden hoşlanıp hoşlanmayacağını bilemedim Biliyorsun kıyafeti uygunsuzdu.”
“Benim geri zekalı olduğumu düşünüyordur!” dedi Hughie.
“Hiç de değil. Sen gittikten sonra çok neşeliydi; kendi kendine gülüp, buruşuk ellerini birbirine sürtüp durdu. Seninle niye bu kadar ilgilendiğini anlamamıştım; şimdi anlıyorum. O altınla senin adına yatırım yapacak Hughie; altı ayda bir sana faizini ödeyecek ye akşam yemeğinden sonra, anlatacak enfes bir hikâyesi olacak.”
“Ben talihsiz herifin tekiyim,” diye homurdandı Hughie. “En iyisi gidip yatayım; sevgili Alan, lütfen bu olayı kimseye anlatma. Hyde Park’ta yüzümü göstemeye cesaret edemem sonra.”
“Saçmalama! Bu olay senin insancıl mizacını yansıtıyor, hakkında son derece olumlu bir izlenim yaratır. Öyle kaçma hemen. Bir sigara daha yak, Laura’dan gönlünce bahsedebilirsin.”
Ama Hughie daha fazla kalmayıp kendini müthiş bedbaht hissederek, yürüyerek eve döndü; Alan Trevor’ı kahkahalarıyla baş başa bıraktı.
Ertesi sabah kahvaltı ederken, hizmetkârı bir kartvizit getirdi; üzerinde, “Baron Hausberg adına, Mösyö Gustave Naudin,” yazılıydı. “Özürlerimi sunmam için gelmiş olmalı,” diye düşündü Hughie ve hizmetkârına, ziyaretçiyi içeri almasını söyledi.
Altın çerçeveli gözlük takmış, kır saçlı, yaşlı bir beyefendi odaya girdi ve hafif bir Fransız aksanıyla konuştu: “Mösyö Erskine’le görüşme şerefine mi nail oluyorum?”
Hughie eğilerek selam verdi.
“Baron Hausberg adına geliyorum,” diye devam etti yaşlı beyefendi. “Baron…”
“Beyefendi, içtenlikle özür dilediğimi Baron’a iletmenizi rica ederim,” diye kekeledi Hughie.
Yaşlı beyefendi gülümseyerek, “Baron bu mektubu size vermemi istedi,” dedi ve mühürlü bir zarf uzattı.
Zarfın dışında, “Yaşlı bir dilenciden Hugh Erskine ve Laura Merton’a düğün hediyesidir,” diye yazılıydı ve içinde de on bin sterlinlik bir çek vardı.
Evlendiklerinde Alan Trevor sağdıç oldu. Baron da düğün kahvaltısında bir konuşma yaptı.
“Milyonerlerin model olması, pek nadir rastlanan bir durumdur,” dedi Alan, “ama mesel olması, daha da nadir rastlanan bir durum!”
1. Aptal
2. Herkes kendi işine bakmalı.
3. Ne yaparsın? Milyoner fantezisi işte.
4. Onun işi başkalarının parasıdır.
Son Meseller
Oscar Wilde’ın “Mesel Milyoner” adlı öyküsünde yakışıklı ama para kazanmayı beceremeyen bir adam olan Hughie Erskine ile kendisiyle kendi sınıflarından birer mesel olmak ve cömertlikleri dışında tamamen bir tezat oluşturan çirkin ama paradan para kazanabilen, dilenci kılığında olan Baron Hausberg’in Alan Trevor isimli “sanatçının” atölyesinde karşılaşmaları ve bunun sonucunda kişilerin karşılıklı cömertlikleri anlatılmaktadır. Sınıf ayrımı, maddiyatçılık, dış görünüş, cömertlik ve iyi kalplilik konularını ele alan, kişinin aynı anda hem iyi kalpliliğe hem de iyi bir maddi temele sahip olmasının önemini gösteren öyküde de görülür ki kişinin kendi sınıfından mesel birisi olması için yakışıklılık ve maddi zenginlik tek başlarına yetmez. Kişinin aynı zamanda cömert ve iyi kalpli olması da gerekmektedir. Kendi iç zenginliklerini maddi zenginlikleriyle birleştiren insanlar ancak bu şekilde “rol modeli” olabilirler. Mesel Milyoner ise bunu başarabilmiş olan Hughie Erskine ve Baron Hausberg’in hikayesidir.
“Mesel Milyoner” isimli olay öyküsünde dış zamanın 1887 olmasından yola çıkarak olayların1880li yılların Londra’sında geçmekte olan öykünün üçüncü kişi tarafından tanrısal bakış açısıyla anlatılması, okuyucunun kişilerin olaylar sırasında ne hissettiklerini ne düşündüklerini ve de duygu değişimlerinin nasıl olduğunu daha iyi anlamasını sağlamaktadır. Palette Kulübünde Alan Trevor ile oturan ve yaptığı cömertliğin “naifçe” olduğunu öğrenen Hughie “…kendini müthiş bedbaht hissederek, yürüyerek evine döndü.” örneğinde olduğu gibi okuyucu karakterlerin düşüncelerini ve duygularını görebilmektedir. Başka bir örnek ise Alan Trevor’ın Hughie’nin cazibesine kapılması ve arkadaşlıklarının başlangıcının anlatılış biçimidir.
“Zengin olmadıktan sonra yakışıklı olmanın bir anlamı olmadığı aşk ve romantizmin ise işsizlerin uğraşı değil; zenginlerin imtiyazı olduğu bir dünyada teyzesinden miras kalan yıllık iki yüz sterlinle geçinen Hughie Berskine, pek müthiş bir zekaya sahip olmayan ağzından ne bir parlak ne de kötü niyetli bir söz çıkmış, para kazanmak dışında her türlü beceriye sahip olan, harikulade yakışıklı, kadınlar kadar erkekler tarafından da beğenilen, hoş, mesleksiz ve boş bir delikanlıdır. Üstüne üstlük Laura Merton’a da aşıktır. Hughie her türlü işi denemiştir, çay tüccarlığı yapmış, “altı ay boyunca da Borsa’da” çalışmıştır. “…ama bir kelebek, sürekli yükselip alçalan değerler arasında ne yapabilirdi.” Cümlesinde görüldüğü gibi Hughie bir kelebeğe benzetilmiştir çünkü kelebekler de güzel “bakması sanatsal haz veren” canlılardır. Hughie Erskine’nın kötü niyetli olmamasının yanında merhametli, iyi kalpli ve kibar bir insandır ve sözde dilenciye sempati duyar:” Ne kadar da sefil görünüyor!” ve ona kendisinden daha çok ihtiyacı olduğunu düşündüğü için bir altın verir ve iki hafta boyunca faytona binmekten vazgeçer. Yani Hughie, aynı zamanda fedakâr ve yardımsever de birisidir. Kişilik özellikleriyle ve “…kıvırcık kumral saçları, düzgün profili ve ela gözleriyle…” oldukça cazibeli bulunur.
“Güzeller güzeli” Laura Merton, hikâyede Hughie Erskine’nın sevgilisidir ve ona aşıktır fakat evlenmelerinin önünde duran engeli Albay’ın yani Laura’nın babasının şart koştuğu on bin sterlini aşamamaktadırlar çünkü Hughie’nin değil on bin sterlini 1.000 sterlini bile yoktur. İkisi birlikte “Londra’nın en güzel çiftidirler fakat meteliğe kurşun atmaktadırlar.” Laura Merton aynı zamanda Viktoryen Dönem İngiltere’sinde kadını da sembolize etmektedir ve Oscar Wilde’ın o dönemdeki kadının pasifliğine bir eleştirisi niteliğindedir çünkü Laura, Hughie ‘ye âşık olmasına rağmen babasının kendisine on bin sterlinlik bir fiyat biçmesine karşı çıkamaz veya çıkmaz. Bu da kadının dönem İngiltere’sinde boyun eğmişliğini gösterir.
Alan Trevor, Hughie’yi öncelikle dış görünüşüyle çekici bulan ardından onu tanıdıkça “neşeli, iyimser yapısını, pervasız mizacını da” sevmiş, yüzü çilli, kızıl dağınık sakallı, tuhaf ve kaba görünümlü bir ressamdır. Fakat aslında “bu günümüzde pek az kişinin kaçınabildiği bir durum” dur. “Ama Trevor aynı zamanda sanatçıdır; sanatçılara ise oldukça ender rastlanıyor.” dur. Bunun sebebi ise resim çizen her kişiye ressam denebilirken Oscar Wilde’a göre Dorian Gray’in Portresi’nde söylediği gibi sanatçı güzel şeyler yaratan kişidir. Sanatçı niteliğini taşıyabilmek içinse “Hiçbir sanatçı hiçbir ahlak anlayışına yakınlık duymaz. Bir sanatının herhangi bir ahlak anlayışına yakınlık duyması bağışlanması olanaksız bir üslup yapmacıklığıdır.” koşullarına uymak gerekir. Trevor “Güzel şeylerin tek anlamının güzellik olduğunu bilen seçkinlerden biridir.” Ve Oscar Wilde’ın bu düşüncesini Trevor “Bir ressam sadece bête (aptal) ve güzel olan kişilerle, bakması sanatsal bir haz veren, konuşması zihni dinlendiren kişilerle tanışmalıdır.” diyerek destekler. Fakat görülür ki “güzellik” anlayışı görecelidir çünkü Alan Trevor paçavralar içindeki bir dilenciyi “inanılmaz bir model” olarak nitelendirebilmektedir. Bunun nedeni sözde dilencinin tam görünmesi gerektiği gibi yani “sefil” görünmesidir. Devamında ressamları kalpsiz olarak nitelendiren Hughie’ye Alan Trevor karşılık olarak “Sanatçının kalbi beynidir…ayrıca bizim işimiz, dünyayı gördüğümüz gibi betimlemektir, bildiğimiz gibi düzeltmek değil. À chacun son métier (Herkes kendi işine bakmalı)” cevabı yine Oscar Wilde’ın sanata başka bir bakış açısını gösterir. Oscar Wilde için sanatın etik olması veya bir sanatçının ahlaklı bir duruşa sahip olması gerekmez ki her ne kadar modelin bir milyoner olduğu bilinse de Alan Trevor’ın yardım etme isteği duymak yerine “Herkes kendi işine bakmalı.” ve “bir dilencinin mutlu görünmesini ister misin?” sarf ettiği sözlerde de görülmektedir. Bunun dışında Alan ve Hughie birlikte dönemin İngiltere’sinde gece kulüplerinde içmeye giden çok da zengin olmayan orta kesimi oluştururlar ve Alan Hughie’nin düğününde sağdıçlık ve bir de konuşma yapar.
Baron Hausberg, Hughie ve Laura’nın evlenebilmesini sağlayan on bin sterlinlik parayı veren model milyoner ve mesel milyonerdir. Hikâyede ilk olarak “omzuna yırtık pırtık, paçavraya benzer kaba kumaştan, kahverengi bir harmani atmış” bir şekilde dilenci kılığında görünen Baron, Hughie ile beraber bir karşıtlık oluşturmaktadır. Hughie Erskine harikulade yakışıklıyken Baron Hausberg, “yüzü kırışmış parşömene benzeyen, ifadesi son derece hazin, bumburuşuk bir ihtiyardı” r. Aynı şekilde para kazanmayı bir türlü başaramamış olan Hughie’nin aksine Baron paradan para kazanmayı çok iyi bilmektedir ki kendisi Avrupa’daki en zengin insanlarından bir tanesidir. Fakat Baron ile Hughie’nin ortak noktaları da vardır ki bu da merhamet göstermeleridir. Dilenciye acıyan Hughie, fedakarlıkta bulunarak ona kendi yol parasını vermiştir. Baron, Hughie’nin bu fedakarlığını takdir ederek hem kendisinin hem de Hughie’nin yakın dostu olan Alan’dan her şeyi öğrenmek ister. Hughie’nin sevgilisiyle olan hazin durumuna ise bir takdir göstergesi olarak yardım eder. Görülebilir ki hem orta sınıfın bir üyesi olan Hughie hem de üst sınıfın bir üyesi olan Baron Hausberg dış görünüşleri bakılmaksızın iyi karakterlere sahiptirler. Baron’un kendisinin bir dilenci olarak portresinin yaptırma isteği, “bir milyoner fantezi” si olmaktan ziyade Baron’un aklındaki 3 soruya cevap arayışıdır:” Bir dilenci olarak nasıl görünürdüm, bana nasıl davranılırdı ve beş parasız olsaydım nasıl bir ruh halinde bulunurdum? Baron’un kendisinin maddi durumunun dış görünüşüne ve etrafına olan etkisini araştırma isteği ise Hughie’nin iyi kalpliliğiyle karşılaşır. Kendi cömertliğiyle sadece bir resim model olmakla kalmaz, maddi açıdan zengin olmanın oldukça nadir olduğu bir dünyada maddiyat ve maneviyattaki cömertliği birleştirerek bir emsal olmayı başarır.
Laura Merton’ın babası olan Albay Merton, çatışmaları başlatan kişidir. Albay materyalist kişiliğiyle hayatın materyalisttik yönlerini ve 19. yüzyılda toplumun maddiyatçı durumuna Oscar Wilde tarafından yapılan bir eleştiri olarak görülürken, “Albay, Hughie’yi çok seviyor ama nişanın sözünü bile ettirmiyordu.” “Bak oğlum, kendi namına on bin sterlinin olduğu zaman gel karşıma, o zaman konuşuruz,” cümlelerinden anlaşılacağı gibi Laura ve Hughie’nin evlenememesine sebep olan ve Baron’a mesel milyoner olma şansını veren kişidir.
Görünüş kişinin nasıl giyindiğine ve nasıl göründüğüne bağlıdır. Genel olarak dış görünüş olarak adlandırılabilecek bu durum, toplumun kişi hakkında vereceği kararları etkiler ve aynı zamanda toplumun sınıf içinde bulunduğu sınıfı gösterir. Kişi, bulunduğu sınıfa göre giyinir ve görünür. Bu da ön yargıların oluşmasına sebep olur. Mesel Milyoner ’de de herkesin açıkça ait olduğu sınıflar vardır. Sadaka dilenen dilenci basmakalıp bir alt sınıf örneğiyken Hughie ve Alan da geceleri kulüplerde içmeye giden orta sınıfı oluşturmaktadırlar. Baron Hausberg ise “…altın tabaklarda yemek yer…” ve refah içerisinde halktan soyutlanmış üst kesimi temsil eder. Her ne kadar masumca olsa da Hughie, Baron’u dilenci kılığında gördüğünde makul bir şekilde onun paraya muhtaç alt kesimden gelen bir dilenci olduğu varsayımında bulunur ki bu oldukça hatalı bir varsayımdır. Hiç kimse Avrupa’nın en zengin insanlarından birisinin “Omzuna yırtık pırtık, paçavraya benzer, kaba kumaştan, kahverengi bir harmani atmıştı; yamalı kalın çizmelerine pençe vurulmuştu, bir eliyle şekilsiz bir sopaya dayanmış. Öbür elindeki eski püskü şapkayı da sadaka toplamak üzere öne uzatmıştı.” Şeklinde görünmesini beklemez ki buna bütün o iyi niyetiyle Hughie de dahildir ama 19. yüzyılda Viktoryen Dönem İngiltere’sinde toplum, kişinin iyi görünmesindense iyi giyinmesini tercih eder çünkü giyim kuşam kişinin maddi durumunu gösterir ve hangi kesime ait olduğunu belirler. Alan Trevor’ın Baron’un kimliğini açığa çıkarıp çıkaramayacağı konusundaki kafa karışıklığı da bundandır: “…sen geldiğinde, Hausberg’in, adının söylenmesinden hoşlanıp hoşlanmayacağını bilemedim. Biliyorsun kıyafeti uygunsuzdu.”. “…insanın sürekli bir geliri olması, büyüleyici olmasından iyidir.” alıntısında görüldüğü gibi toplum için kıyafet sadece sınıf ayrımının bir göstergesidir. Toplum kişinin fiziksel görünüşünü umursamaz. Önemli olan kişinin kıyafeti yani maddi durumudur. “Zengin olmadıktan sonra, sevimli bir adam olmanın hiçbir faydası yoktur.” ve çağın gerçekleri olan bu cümleler Hughie tarafından asla anlaşılmaz. Fakat görünüşün sanat için Oscar Wilde’a göre farklı bir anlamı vardır: “Bir ressam, sadece bête[1] ve güzel olan kişilerle, bakması sanatsal bir haz veren, konuşması zihni dinlendiren kişilerle tanışmalıdır,”
Bireyi birey yapan görünüşü dışında düşünceleri, davranışları ve kişiliğidir. Oscar Wilde’ın Mesel Milyoner adlı eserinde de görülür ki kişi üstüne hangi kıyafeti giyerse giysin kişi merhamet, iyi kalplilik, cömertlik ve kibarlık olmadan eksiktir. Gerçek bir rol model olmak için para ve iyi bir dış görünüş asıl gerekli olan şeyler değildir. Önemli olan kişinin merhametli ve cömert olmasıdır. Maneviyat işlevsel bir toplumda maddiyata ağır basmalıdır fakat maddiyatın maneviyat karşısında üstün geldiği bir toplumda bulunan Oscar Wilde toplumun bu yönünü eleştirir. Hughie’nin dilenciye elinden geldiğince yardım edebilmek için fedakarlıkta ve cömertlikte bulunması veya Baron’un Hughie’ye bulunduğu yardım buna örnek olarak gösterilebilir. “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok/Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!” dizelerinde Mevlana’nın söylediği gibi giysinin bir önem taşımaması gerekir. Önemli olan kişinin karakteridir.
Fakat “Aşk ve romantizm, işsizlerin uğraşı değil zenginlerin imtiyazıdır.” cümlesinde görüldüğü gibi sevgi hayatın bir lütufu olarak görülmek yerine zenginler için bir ayrıcalık olarak görülür. Hughie’nin âşık olmaya hakkı yoktur çünkü zengin değildir. Kişinin âşık olabilmesi için zamanını karnını doyurmaya çalışmaktansa sevdiği kişiye adaması gerekir. Buna rağmen âşık olan Hughie ile Laura’nın arasındaki bağ oldukça güçlüdür çünkü iki taraf da bir mucize gerçekleşmediği sürece tam anlamıyla birlikte olamayacaklarını bilmektedirler ve buna rağmen birbirlerinden vazgeçmezler. Aşklarının önüne para engeli çıksa da “…böyle günlerde Hughie’nin yüzü asılır, teselli bulmak için Laura’ya koşardı mecburen.” cümlesinden anlaşılacağı gibi teselliyi birbirlerinde bulurlar ve zorlukları birlikte atlatırlar. Paranın aralarındaki bağı, tutkuyu ve sevgiyi yendiği dönemi Albay ve “Londra’nın en güzel” çifti üzerinden eleştiren Oscar Wilde için ise sevgi her şeyden cinsiyet fark etmeksizin üstündür.
Ancak toplumdaki her kesimin değer yargıları farklıdır. Kimi güzelliğe hiç önem vermezken kimileri için iç güzelliğin de dış güzellik kadar önemi vardır. Kimine göre aşk sadece bir yanılsama, aradaki bağ ise sadece bir formalitedir. Kimileri ise paranın mutlak egemenliğine inanır. Toplumdaki her sınıf kendisinde olmayan değerin üstünlüğüne inanır. Normalde kabaymış gibi görünen Trevor gerçek bir ustadır ve belki de kendisinde bulamadığı şiirselliği başka yerlerde arar. Fakir toplum paraya tapar, zenginler ise daha da zengin olmanın yollarını ararken diğer değerleri unutur. İstisnalar ise Hughie, Baron ve Laura’dır. Aşk Laura ve Hughie için mümkün değilken Baron’un alışılmamışın aksine evliliklerini mümkün kılar.
“Sanat sanat içindir “in savunucularından olan Oscar Wilde, Mesel Milyoner isimli hikayesinde sanatın toplumdaki yerini, işlevini ve önemini de irdelemektedir. Alan Trevor ise sadece orta sınıftan bir ressam değil aynı zamanda halktan ayrılmış gördüğün sadece çizmek yerine gördüğü manzaralarda göreceli güzelliği sadece güzellik olarak algılayan nadide sanatçı kesimin simgesidir. Her ne kadar Alan Trevor, Oscar Wilde’ın hayal gücünün ürünü olsa da kendisiyle baz noktalarda uyuşurken bazı noktalardaysa çelişir: Sanatın talep karşılığı yapılmamasını destekleyen Oscar Wilde’a karşılık “Yakın dostumdur, bütün resimlerimi satın alır, bir ay önce, dilenci kılığında bir portresini ısmarladı bana.” alıntısında da görüldüğü gibi Trevor ısmarlama usulü resim ve portre yapmaktadır. Bunun dışında yapacağı dilenci portresi karşılığında “iki bin altın” alacaktır. “Altın. Ressamlar, şairler ve hekimler daima altın alırlar.” tümcesinde ise kendi alanında sanat icra eden kişilerin yaptıkları cevher değerindeki işe karşılık olarak bir tür mücevher aldıkları görülmektedir. Para konusunda sanatçının bile yozlaşmışlığını gösteren Oscar Wilde her ne kadar Trevor’ı para karşılığı sanat yapan birisi olarak gösterse de Alan’ın “Dünyayı verseler onun redingotlu bir resmini yapmazdım.” Sözü onun sadece ve sadece kendi güzellik tanımına uyan nesnelerin ve kişilerin resmini yapacağını göstermektedir. Sanatçının hiçbir ahlaki düzleme yakın olmaması gerektiğine inanan Oscar Wilde gibi Trevor da “…bizim işimiz, dünyayı gördüğümüz gibi betimlemektir, bildiğimiz gibi düzeltmek değil. À chacun son métier.” diyerek görüşünü sağlamlaştırmış olur. Bunun dışında Trevor “…emin ol, bazen sanat, el emeği seviyesine ulaşıyor neredeyse.” sözlerini sarf ederek sanatın ayrıntıları işlerken ve sanatçının gördüğü güzelliği tuvale veya bir kâğıda yansıtırken işin bir el emeği kadar zahmetli hale gelebildiğini vurgulamıştır.
Öykünün başlığı seçilirken Oscar Wilde bir kelime oyunundan faydalanmıştır. İngilizcesi “The Model Millionaire” olan öyküde “model” kelimesinin iki anlamı vardır. Bunlardan birisi resim, heykel yapılırken baka baka benzetilmeye çalışılan nesne veya kimse anlamına gelmekteyken kelimenin diğer anlamı ise davranışları örnek alınacak kimse rol model manasına gelir. Bundan yola çıkılarak söylenebilir ki Oscar Wilde başlıkla hem Baron’un dilenci kılığına girip modellik yapmasına hem de Hughie’ye evlenebilmesi için yardımda bulunarak örnek alınacak davranışlarda bulunmasına göndermede bulunmuştur. Milyoner model çok nadir bulunur çünkü Alan Trevor’ın da söylediği gibi saatte bir şilin alırlar sadece. Mesel (model) milyonerin daha az bulunmasının sebebi ise milyoner yani zengin olan kişilerin Baron Hausberg gibi ahlaki değerlere sahip olmaktan ziyade paradan para kazanmayı kendi zenginliklerini başkalarının parasıyla büyütmeyi hedeflerler. Mesel Milyoner başlığının altında “Takdir Yazısı” başlığı da yer alır. Bunun nedeni Alan Trevor’ın düğün sırasında sağdıç olarak yaptığı konuşmada Baron’a olan müteşekkirliğini ifade etmesiyken aynı zamanda Baron’un da Hughie’nin “saf” cömertliğini ve merhametini takdir etmesidir.
Hikâyenin dilinde de sınıf ayrımına ve eğitim seviyesine dikkat çekilmektedir. Hughie’ye Baron’un hediyesini getirmeye gelen hizmetçi “Mösyö Erskine’le görüşme şerefine mi nail oluyorum?” diye konuşurken Hughie konuşmalarında basit ve bir nebze daha argo konuşmaktadır. Anlatım teknikleri olarak benzetme, pekiştirme ve karşılaştırma kullanılmıştır. Benzetmeye örnek olarak “Altı ay boyunca Borsa’da çalışmıştı, ama bir kelebek, sürekli yükselip alçalan değerler arasında ne yapabilirdi?” cümlesinde Hughie’nin güzellik ve zarafet yönünden kelebeğe benzetilmesi örnek gösterilebilir. Yazarın başlangıçta aşk ve romantizm demesi ise dönemin “Romantizm” akımına yapılan bir göndermedir.
Oscar Wilde’ın “Mesel Milyoner” adlı birbirinden zıt olan iki şahsın kendilerinden beklenmeyen cömertliklerini konu alan öyküde merhametlilik ve kibarlık gibi iyi karakter özelliklerinin dış görünüş, aşk ve para ile olan çatışmaları ele alınırken görülür ki toplum kişinin yakışıklı olmasındansa zengin olmasını, toplumdan ayrılmış “sanatçı”, kişinin zeki ve zengin olmasındansa güzel veyahut yakışıklı olmasını, aşk ise kişinin zengin olmasındansa dış görünüşünün ve karakterinin iyi olmasıyla ilgilenir. Ama örnek bir insan olabilmek ancak kişinin iç güzelliğini kendi sahip olduğu maddiyat ile birleştirmesi gerekir. Bu yüzden “model” milyoner sayısı azken “mesel” milyoner sayısı daha da azdır. Yaklaşık 150 yıl önce maddiyata maneviyattan fazla önem veren toplum hâlâ değişmemiştir. Ama üzücü olan şudur ki milyoner olarak nitelendirilebilecek kişi sayısı artmışken Baron Hausberg gibi mesel milyoner olarak nitelendirilebilecek kişi sayısı azalmıştır ve gelişen teknoloji ve artan refah seviyesine rağmen her gün birkaç kişinin daha aşk ve romantizm uğraşı olmaktan çıkmaktadır. Baron Hausberg, kitaplarda bile olsa yaşamış son mesellerdendir.