Minik Berra Aksa ile İmtihanımız: Öfkenin O Belirsiz Nesnesi

Umut Can Güven
haaa.zine
Published in
4 min readNov 20, 2019

“Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor: Berra Aksa bebek hayaleti.”

“Çürümüş bir şeyler var şu Türkiye Cumhuriyetinde.”

Türkiyeli orta sınıf, birkaç gündür travmatik bir deneyim yaşıyor. Orta sınıf dediğime aldırmayın aslında bu orta sınıflık durumu da müstakil bir yazıda irdelenmeye değer. Çünkü yazımıza konu olan kitle aslında orta sınıf değil, orta sınıf olduğu yönünde bir delüzyon içinde. Yazının kalanında sözlerimizin istikametinin belli olması açısından bu kitleyi kabaca, eğitimli beyaz yakalılar olarak tarif edebiliriz. Peki neyin travmasını yaşıyor bu insanlar?

Bakanlık müsteşarı bir baba ve mütedeyyin influencer bir annenin çocuğu olan minik Berra Aksa için ailesi Ihlamur Kasrı’nda debdebeli bir mevlid yaptı. Bu mevlidin video klipleri anne tarafından kişisel hesabında paylaşılınca sosyal medyada viral oldu ve dolayısıyla birçok kişinin tepkisini çekti. Bu görüntülere verilen reaksiyonlar; ailenin sonradan görme olmasıyla, adına para harcamak denen incelikli sanatın ilmine haiz olmamasıyla, kamudaki bağlantıları sayesinde -dolayısıyla yurttaş vergileriyle- böyle bir zenginlik edinmiş olmalarıyla, hem muhafazakar olup hem nasıl gösterişli bir organizasyon yapmalarıyla, muhafazakar elitin estetik anlayışına karşı eleştirel yaklaşımlarla ve hatta bunların karşısına koç ve sabancı ailelerini koyup onların gusto sahibi burjuva estetizmine hayranlık ifadeleriyle özetlenebilir.

Minik Berra Aksa’nın çok konuşulan tektaş yüzüğü

Birinci grup reaksiyonerler, hadiseyi bir kimlik sorunu olarak görenlerden müteşekkil. Bunların ekserisi kentli, seküler orta sınıf olsa da mütedeyyin mahalleden de bir kısım insan, meseleye tepkilerini kimlik kavramı ile kanalize etmiştir. Muhafazakarlardan gelen tepkiler, son dönemlerde hükümet partisine yönelik kendi camiasından gelen ürkek eleştirilerle benzer nitelikte. Dünya malına kanıp kutlu davadan sapmayı, başörtüsünün içerdiği değerlerin başörtüsü takan bireye bir yaşam tarzı endoktrine etmesini, halktan kopmuş olmanın sonuçlarını, kısacası asıl erdemlerden uzaklaşıp yozlaşmayı kapsayan bir çerçevedeydi.

Kentli, seküler kitleler ise İslamcı riyakarlığını yakalamış ve açığa çıkarmış olmanın keyfiyle, “gerçek İslam” adı verilen müphem bir kültü büyüterek tepkilerini dile getirdiler. Bu tepkilerin altında yatan motivasyon ise yıllardır şükretmenin, yetinmenin, nasıl yaşanması gerektiğinin, dinin ne emrettiğinin kitleye sürekli dayatılması fakat bu dayatmanın faillerinin bu düsturların tam aksi bir yaşayışa sahip olmasından gelen hınç duygusuydu. Yığınlar bunu affetmedi ve İslamcılara İslam’ı nasıl yaşayacakları konusunda vaaz vermeye varan eleştiriler getirdi.

Minik Berra Aksa’nın anne-babası

Halbuki mesele bir kimlik meselesi ise sekülerlerin bu görüntüden memnun olması gerekmez miydi? Muhafazakar geleneklerin deforme edilmesi, muhafazakarların batılı denebilecek adetlere imrenmesi, muhafazakar etkileşim biçimlerinin değişmesi… Bunlar İslamcılık kalesinin surlarında gedik açacak sosyal gelişmeler değil midir? Türkiye’de seküler olmak pahalı bir iştir. Berra Aksa bebeğin varsıl bir birey olarak doğması, onu gelecekte seküler etkinliklere yakınlaştırmayacak mıdır? Yahut Berra Aksa bebeğe mütevazı bir mevlid töreni yapılsaydı ortada bir sorun kalmayacak mıydı? Buradaki esas çelişki, anne-babanın hayat görüşüyle hayat tarzının çelişmesi midir? Bu vaziyeti kimlik çerçevesinde değerlendirmek eksik kalmaktadır. Çünkü sorun kimlik sorunu değildir. Peki sorun ne sorunudur?

İkinci grup reaksiyonerler, hadiseyi bir estetik sorunu olarak görenlerdir. Bu grup alabildiğine kentli, orta sınıf, beyaz yaka, plaza emekçisi, seküler, eğitimli bireylerle dolu. İslamcının zerresi yok bu grupta. Bu grubun bir mottosu olsa şu olurdu : “O para öyle mi harcanır?”

Bu grubun tepkisinin özündeki yaklaşım; İslamcıların dağdan inme, sonradan görme oldukları ve para harcamayı bilmemeleridir. Üzüldükleri şey ise para ve bu paranın henüz elde edilmiş olması. Sevgili para, keşke bu zevksiz muhafazakarların eline geçme talihsizliği yaşayacağına, rafine zevkleri olan bir Eski Türkiye burjuvasının eline geçseydin… Bu kitlenin en belirgin özelliklerinden biri kolaycılığıdır. Vurması kolay olana vurur, görmesi kolay olanı görür, asıl düşmanını bilmez. Tiktok’taki yoksul gecekondularıyla, yeni gelin evleriyle, kör göze parmak şatafatıyla dikkat çeken mevlitlerle dalga geçmesi de bundandır. Gösterileni görür. En kolay hedefi vurur.

Pinterest’te gördüğü birkaç numune, IKEA showroomları, Netflix dizilerindeki yaşayışlardan müteşekkil bir estetik dağarcıkla kendini tüketim gurmesi sanan bu kitle, ayrıca dünyayı gezme adı verilen amorf bir dine inanmaktadır. Çünkü bu da ona verilmiştir. İstediği şeyler istettirilmiştir bu topluluğa. Vloggerların, instagrammerların, influencerların, İlber-Celal’in yörüngesinde yitip giden cengaverler… Kadersiz yavrucak Berra Aksa’nın sıkıntısı, gustodan yoksun bir ailede doğmuş olmasıdır bu kitle için. Fakat en büyük şoku yaşayan da bu kitledir. Çünkü inandığı düzen miti gözünün önünde sarsılmaktadır.

Ted konuşmalarından öğrendikleri üzere; kendini geliştirenin, inovatif olanın, risk alanın, değişime ayak uyduranın, dil öğrenenin, kodlama yapanın, pasif gelir yaratanın “başarıya” eriştiği dünya tasavvurunda, Minik Berra Aksa anasının karnından “başarılı” doğmuştur. Hezeyanlardan oluşan sistem mavi ekran vermektedir.

Yukarıda sorunun kimlik sorunu olmadığını belirtip ne sorunu olduğunu sormuştuk. Sorun estetik sorunu da değildir. Sorun sınıf sorunudur! İster muhafazakar, ister seküler olsun; ister vergimizle zenginleşsin, ister emeğimizle; ister incelmiş zevklere sahip klas iş insanları olsun ister ayıoğlu ayı hödüğün teki; ister 10 Kasım’da Atatürklü video yayınlasın, ister yayınlamasın hepsini zengin eden biziz. Hiçbiri bizim dostumuz değil. İşsizlikten, yoksulluktan intihar eden; hayatını emeğiyle kazanan fakat zenginin makbulüne hayranlık duymasını da seven bizler…

Başlıkta öfkenin o belirsiz nesnesi demiştik. Öfkemizin asıl nesnesi bu düzendir. Öfkemizi hangi pseudo gerekçeye gizlersek gizleyelim, günün sonunda varacağı nokta budur. Asla kötümser değilim; gün geçtikçe yoksullaşan toplumumuzun, cebinden eksilen paranın nereye gittiğini görmesi ve bunu tartışabilmesi için zeminin oluşması açısından bu gündemleri önemli buluyorum. Şu an bir çocuğun konuşmaya yeni başlaması gibi ağzımızdan sentaks ve semantikten yoksun agu gugu sesleri çıkıyor olsa da bu tartışmaların açtığı yolda daha derinlikli neticelere de varılacaktır. Dünyanın muhtelif yerlerinde, hükümetlerine ve zenginlerine söyleyecek sözü, gösterecek gücü olan sınıfdaşlarımızdan daha az haysiyetli değiliz. Buna kendimizi de inandıracağımız günler muhakkak gelecektir.

--

--