Hislerimizi Eylemleştiren Beklentiler

Asel Taş
3 min read21 hours ago

--

Hayatın içerisinde birçok alem hükmünü sürdürüyor, hayvanlar, mantarlar, tek hücreliler, biz insanlar… Ortak noktalar taşıdığımız kadar bir o kadar da birbirimizden apayrı fıtratlara sahibiz. Fiziksel ve yaşamsal ayrımlarımızın çokluğu terazinin ağır kefesinde yer alıyor olsa da soyutluklar yönünden kast ettiğim duygular, havada kalmış diğer kefenin yükleri olmuş oluyor. Sizlere, bu metafor vasıtasıyla değinmek istediğim o duyguyu anlatacağım, beklentilerimiz. Beklentiler genel bağlamda her ne kadar “olumlu olması gereken” bir kavram olarak gözükse de hiçbir şeyin tamamiyle iyiliğe hizmet ettiğini dünyada görmeyiz. Düşünüldüğünde oranlarla dolu bir evrenin içinde, dengeyle yaşıyoruz!

Beklentinin TDK’de ki karşılığı “Gerçekleşmesi beklenen şey” olarak geçer, ayrıca “umut, ümit” sözcükleri eş anlamlılarıdır. Beklenti hayatımızın her alanında karşımıza çıkar, daha anne karnındayken kanımıza sızar, din, insan ve hayvan ilişkileri, ekonomi, adalet… Bir nevi çarklarımızı döndüren duygulardan birisidir. Onunla karşılaştığımız ilk yer ise ilkel ihtiyaçlarımızı giderme güdümüzde saklı. Bir insanın ilkel ihtiyaçlarını karşılama gereksinimi, içten içe beklentilerini besler. Eğer bir çocuğun karnı acıkırsa devinimleri buna göre biçim kazanır ve yakın çevresine bakınmaya başlar, annesi varsa beklentileri ona yönelir, eteğini çekiştirir, ağlar, yemek istediğini söyler. Bu örnek, beklentinin olumlu yanlarından birini işaret eder, çocuk karnını doyurur ve bu kısır döngü sayesinde sağlıkla yaşamını sürdürmeye devam eder. Bu vaziyette çocuğun annesinden “beklentileri” olmasaydı ortada kamını doyurmaya itecek herhangi bir güç olmazdı. Arzu güçlü bir duygudur fakat bizi eyleme iten güç beklenti duygusunda yatar.

Bir insanı ele alalım; bu adam dört duvar arasında tutuluyor ve temel ihtiyaçları karşılanmayacak, kendisi de bunun bilincinde. Kişi bu durumda elbette yeme ihtiyacını sezinler, yemek yemek ister. Ancak kimsenin gelmeyeceğini bildiği için hiçbir çaba da bulunmaz, bulunsa dahi sadece efor kaybetmiş olacağını bilir ve nihayetinde bir eylemde bulunmaz. Hatta zamanla yaşam enerjisini yitirdiğinden arzusunu bastırmak için yerinde öylece uyuyabilir. (ki aslında burada bile bilinçsiz bir beklenti yatar, kişi kurtulacağına dair inancıyla daha fazla dayanabilmek için uyur.) Fakat özgür bırakıldıktan hemen sonra arzusu dirileşir, umudu tazelenir ve bu da bilinçli beklentisini arttırır. Beklenti onu orada tutan insana çevrilir ve insan yüzü görmenin umudu beklentiyi kızıştırır, hareketlerine yön verir. Temel ihtiyaçları karşılandıktan sonra özgürlüğünü arzular, temel ihtiyaçlarının derdine çare bulunduğunda farklı şeyler istemeye başlar.

İlk örnekteki çocuğun ilkel ihtiyaçlarının önce gereksinim mekanizmasına, daha sonrasında ise bu mekanizmanın beklentilerini etkilemesiyle hareketlerini ona göre yönlendirdiğini göstermiştim. Ancak ikinci örnek sayesinde beklentinin sadece “gereksinim” tarafından beslenmediğini, “arzu” tarafından da ivme kazandırıldığını gördük. Bir ilişki içerisindeyseniz karşı tarafın eksiklerinizi örtmesini beklersiniz, (sevgi, şefkat, anlayış görme beklentisi vb.) beklentiniz karşılanmadığında tartışmalar baş gösterir ve belki de ilişkinizi sona erdirirsiniz.

Yardımda bulunacaksanız inancınızın size vaat etmiş olduğu ödüller, çevrenizdeki insanlara vermek istediğiniz mesaj, kendinizin kim ve nasıl birisi olduğuna kendinizi inandırmak gibi pek çok argüman; ister arzu, ister azim veya daha farklı duyguların aracılığıyla bizi bu davranışlara iteler. Buna rağmen bunların tek motivasyonu karşımızdaki varlığın bize olan dönütü, bize verecekleri hususundaki motivasyonlarımızdır. Bu demek değildir ki beklenti sadece karşı taraftan beklediklerimizdir, kendimizden de birtakım beklentiler duyarız. Daha derine indiğimizde esasında beklentisiz yaşamın imkansızlığı oldukça barizdir.
Diğer açıdan ele alacak olursak, beklentinin olumsuz yanı da mevcuttur. Beklentinin dozunu ayarlayamadığımızda kişinin bencilliğini tetikler. Beklenti her ne kadar gözümüzde “karşıdan beklenilen istekler” gibi dursa dahi beraberinde sorumluluğu getirir. Birey kendisine karşı da beklenti duyar. Sözgelimi çocuklar, ebeveynlerinin beklentilerini karşılamak için minik hedeflerle karşılaşır. Harfler, sayı saymak, karakter eğitilir. Bu nitelikleri öğrendiğini göstermek aslında ebeveynlerinin beklentilerine verilen bir yanıttır.

Yaş aldıkça ve bilincimiz açıldıkça bu sefer gelecek kaygısı artar, hayat yolumuza kariyer hedefleri çizeriz ve bize emek veren insanlara layık olmaya çabalarız, kendimiz için verdiğimiz o hedefleri gerçekleştirmek için bir eyleme muhtaç duyarız ve burada “gelecekte olacağım kişi” beklentimiz olmuş olur. Eğer kişinin kendisinden olan beklentisi sınırlarını aşacak kadar kendisine ağır geliyorsa ve çevresinin de kendisinden beklentisi bu ağırlığı arttırıyorsa bir yerden sonra “beklenti” birey için “yük” haline gelmiş olur. Kapasitesini aşan beklentiye karşın zihinsel veya fiziksel yorgunluğu bir tepki olarak yansır. Hayattan alınan zevki minimuma düşürür ve hedefe giden yolunda engeller artar. Çünkü verim azalır. Ebeveynlerin çocuklarımdan “beklentisi” ise bencilliğe evrilmeye başlar. Çocuğa karşı duyarlı davransalar da, davranmasalar da iyiliği için gösterdikleri her tutum, yine çocuklarının başarıya ulaşması içindir. İnsanda bencillik bağımsız bir değişken gibidir, bunu ne kadar bastırdığınız beklentilerinizi nasıl kanalize ettiğinizi gösterir.
Özetle beklenti kavramı, onu nasıl kanalize ettiğimizle ilintilidir. Çevremize ve yakınlarımıza duyduğumuz sevgi ile duyarlılık, beklentinin aşırılığından bizi korur. Duygularımız algılarımızı hükmettiğinden hayatı kıvamında yaşamak bizim elimizde. Hayatta var olan her şeyin niteliğini belirleyen biz insanlardır. Sadece üretenler değil, tüketenler için de aynısı geçerlidir. O halde ne için gözlerimizdeki camları silmeyi denemeyelim?

--

--