Evrenin Fizik Yasası, Dualite ve Astrolojide Paranlar

Terazi-Koç ve Oğlak-Yengeç Akslarının Ezoterik Yansımaları

✰⋆ Cemre ✰⋆
19 min readDec 26, 2023
VARLIKTAN YOKLUĞA YOLCULUK

Evren, hem döngüsel yapısıyla sürekli bir değişimi içinde barındırırken, aynı zamanda zıtlıkları ve karşıtlıkları birleştiren bir yapı mıdır?

Her mitoloji temel bir yaratılış hikâyesine dayanır. Bugün inandığımız dinler özelinde de bu durum geçerliyken antik çağların mitoloji hikâyelerinde, destanlarında ya da efsanelerinde görmemek imkânsızdır. Antik Yunanların inandıkları dinin temeli de yine bir yaratılış hikâyesine dayanıyordu; Kaos ve Gaia’nın mitine.

Kaos kısaca hiçbir şeyin olmadığı simsiyah bir boşluktan ibarettir. Antik Yunan inancına göre evrende hiçbir şey ve hiç kimse yokken Kaos vardı. Tabii hiç kimse yokken bizden bahsediyorum, Kaosu yaratan kişi olan Kronos bu hiçliğin içindeydi.

Kronos yani zaman evrenden bile eskiydi. Bu tanrı bir şeyler yaratıyor ama yarattıklarını sağa sola savurarak bir daha ilgilenmiyordu. Onları bir düzene koymadığı için etrafındaki tüm mekan dağınık hâldeydi ve bir kaos durumu hâkimdi.

Bu karanlık boşluğun içinde her şey karmakarışıktı ve bu karanlığın şekli yoktu. İşte bu karanlıktan da Gaia doğdu. Yeri temsil eden bu tanrıça bereketin simgesi olarak geniş göğüslüydü. Kaostan doğan Gaia ile birlikte Eros da doğdu ki o da aşkın tanrısı olarak bilinir.

Evrenin nasıl oluştuğu; doğanın temel kuvvetlerinin nasıl çalıştığı, maddenin yapı taşının ne olduğu insanlığın yüzyıllardır peşinden gittiği en önemli sorular arasında.

“Evren,” genellikle gözlemlenebilir madde, enerji, uzay ve zamanın tümünü içeren, her şeyin bulunduğu geniş ve karmaşık bir yapı olarak tanımlanır. Evren, yıldızlar, gezegenler, galaksiler, karanlık madde, karanlık enerji gibi gözlemlenebilir ve gözlemlenemeyen unsurları da içeren sonsuz bir uzayda yer alır.

Evrenin oluşumu, büyüklüğü ve yapısı hakkında farklı bilimsel teoriler vardır. Büyük Patlama Teorisi, evrenin genişlemesi ve evrenin başlangıcı konusunda önemli bir modeldir. Evrenin zaman içinde genişlediği ve bu genişlemenin devam ettiği düşünülür.

Büyük Patlama ve Büyük Yırtılma terimleri genellikle kozmoloji ve evrenbilimde kullanılan teorik kavramlardır.

Büyük Patlama, evrenin genişlemesinin ve evrenin başlangıcının temel teorilerinden biridir. Yaklaşık 13.8 milyar yıl önce, evrenin çok yoğun ve sıcak bir noktasından ani bir genişleme ve soğuma süreci olarak düşünülür. Bu süreçte evrenin temel yapı taşları olan madde, enerji, uzay ve zaman ortaya çıkmıştır. Büyük Patlama Teorisi, evrenin genişleyerek günümüzdeki haline geldiğini açıklar.

Büyük Yırtılma ise daha yeni ortaya atılan bir kavramdır ve genellikle Büyük Patlama’nın bir uzantısı olarak düşünülür. Bazı kozmologlar, evrenin genişlemesi sırasında sadece genişlemenin hızlanmadığını, aynı zamanda genişleme hızının arttığını ve bu hızlanmanın evrenin bir noktasında “büyük bir yırtılma” ya da “büyük kopma” anlamına gelen bir olaya yol açtığını ileri sürmektedirler. Bu teoriye göre, evrenin bazı bölgeleri diğerlerinden ayrılmış olabilir ve bu ayrılma, büyük bir enerji patlamasıyla gerçekleşmiş olabilir.

Evren, içerisinde gizemler barındıran sonsuz bir bilinmezlikler labirentidir.Astroloji ve fizik alanları birbirinden oldukça farklı disiplinler. Astroloji daha çok insan davranışları, kişilik özellikleri ve kader ile ilgilenirken, fizik evrenin temel yapı taşlarını ve doğa yasalarını inceler.

Ancak bu iki alanı tamamen birbirinden bağımsız düşünmek de doğru değil. İnsanın içinde yaşadığı evrenle ve doğa yasalarıyla etkileşimi çok güçlü. Astrolojide kişilik özelliklerini, davranış biçimlerini ve kaderi etkileyen en önemli unsur, kişinin doğum haritasındaki gezegenlerin konumları. Bu gezegenler de aslında fizik yasalarına göre hareket eden gök cisimleri.

Dolayısıyla astrolojinin temelinde yatan şey, insan ile evren arasındaki etkileşim. Bu etkileşimin tam olarak nasıl gerçekleştiği henüz bilimsel olarak kanıtlanabilmiş değil ancak sezgisel ve deneyimlerle elde edilen bilgiler, bu etkileşimin varlığına işaret ediyor.

Benim bakış açım, astroloji ve fiziği birbirini dışlayan değil, birbirini tamamlayan alanlar olarak görmek yönünde. İkisi arasında sembolik bağlantılar kurulabilir ve astrolojik yorumlar fizik yasaları referans alınarak desteklenebilir. Burçlar ile temel kuvvetler arasında kurulan benzetme bu bakışın bir yansıması. Elbette daha kapsamlı araştırmalara ihtiyaç var ancak bu bir başlangıç olabilir.

Dünyanın en büyük gizemi elbette kendi varoluşumuzdur. İnsanoğlu tarih boyunca bunu çözmeye çalışmış, evrenin ve kendisinin kökenini anlamlandırmaya çabalamıştır. Bu arayışın en önemli istasyonlarından biri hiç kuşkusuz Yunan filozofu Aristoteles’tir.

İlk dörtleme!

Aristoteles’e göre herhangi bir şeyin ve bir bütün olarak evrenin ortaya çıkmasını, varlık kazanmasını sağlayan dört neden vardır. Bu dört neden şunlardır: Maddi Neden (causa materialis), Formel Neden (causa formalis), Etken (fail) Neden (causa efficiens) ve Ereksel (amaç) Neden (causa finalis). Evrenin geneli için geçerli olan bu durum, kuşkusuz tüm tek tek şeyler, tikeller için de geçerlidir.Bu bağlamda, Aristoteles’in nedensellik kuramı ile evrenin temel yapıtaşları arasında ilginç bağlantılar kurulabilir:

  1. Maddi Neden — Atomlar

Evrendeki en küçük yapı taşı olan atomlar, maddenin oluşumunda ihtiyaç duyulan “madde”yi temsil ederler. Tıpkı Aristoteles’in bahsettiği maddi neden gibi, atomlar olmadan maddenin varlığından söz etmek imkansızdır. Atomlar, var olan her şey için gerekli olan temel maddeyi sağlarlar.

2. Formel Neden — Kuarklar ve Leptonlar

Atomaltı parçacıklar olan kuarklar ve leptonlar, maddenin temel “formlarını” belirlerler. Örneğin proton ve nötronları oluşturan yapı taşları kuarklardır. Dolayısıyla maddenin alacağı nihai form ve özellikler, bu temel parçacıkların kombinasyonları ile şekillenir.

3. Etken Neden — Karanlık Madde

Galaksilerin ve galaksi kümelerinin beklenenden hızlı dönüş hızları, görünmeyen bir kütleçekim kaynağının varlığına işaret etmektedir. Karanlık maddenin bu ek kütleçekimsel etkisi, büyük ölçekli yapıların oluşumunda ve şekillenmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Öyle ki, karanlık madde olmadan gözlemlenen galaksi kümelerinin varlığı dahi açıklanamamaktadır. Karanlık maddenin bu yapısal etkisi gözlemlenebilir olmasına rağmen, kendisinin doğası hala belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle, Aristo’nun ifade ettiği gibi, karanlık madde evreni şekillendiren görünmeyen ve gizemini koruyan bir “etken neden” olarak değerlendirilebilir.

4. Ereksel Neden — Karanlık Enerji

Evrenin şaşırtıcı bir şekilde hızlanarak genişlemesi olgusu, karanlık enerji hipotezi ile açıklanmaya çalışılıyor. Bu hipoteze göre, evreni genişleten ve yapılandıran gizemli bir enerji söz konusu. Karanlık enerjinin keşfi de aslında nihai bir “erek” taşıyor: Evrenin genişleme sırrını çözmek.

Aristoteles’in dört neden öğretisi, öncesinde ortaya atılan farklı nedenlerin bütüncül bir perspektifte bir araya getirilmesini sağlayarak felsefe tarihinde derin izler bırakmıştır.

Antik Yunan döneminde Empedokles, dört element felsefesini ilk kez ortaya attı: ateş, su, hava ve toprak. Empedokles’e göre, bu elementler, evrenin kökleriydi ve her biri birleşerek her şeyin oluşumunu sağlıyordu.

Yine bir başka dörtleme! Elementler!

Antik Yunan’da doğa felsefesinde devrim yaratan düşünürlerden biri hiç kuşkusuz Empedokles’tir. Akdeniz’in güneşli adası Sicilya’nın Akragas kentinde yaşamıştır. (M.Ö. 490 — M.Ö. 430)

Hem filozof hem şair kimliğiyle öne çıkan bu ilginç sima, evreni oluşturan temel yapıtaşları olarak dört elementi, yani toprağı, havayı, suyu ve ateşi göstermiştir. Ona göre her şey bu dört temel maddeden meydana gelir. Elementler hem niceliksel olarak hem de niteliksel olarak temel ve kökten farklıdır. Bu elementler sonsuzdur, yok olmaz ya da yaratılmazlar.

Değişimler ise iki karşıt ilke olan sevgi ve nefretin etkisiyle olur. Ne zaman sevgi egemen olursa elementler birleşir, nefret egemen olunca da ayrışırlar.. Empedokles’in bu özgün ve çığır açan dört element teorisi, Antikçağ’dan beri felsefe ve bilim tarihinde derin etkiler bırakmış, sonraki dönem düşünürleri üzerinde yapıcı tartışmalara yol açmıştır.

Empedokles ile birlikte Antik Yunan’da teolojik dogmalardan uzak, akılcı ve deneyci bir doğa felsefesinin temelleri atılmış oldu. Onun çoklu elementlerden oluşan evren modeli, sonraki dönem düşünürleri üzerinde derin etkiler bıraktı.Empedokles’in doğa felsefesini biraz daha detaylandırarak özetlemeye çalışayım:

  • Dört temel elementi toprak, su, hava ve ateş olarak belirlemiştir. Ona göre bu dört element evrendeki tüm varlıkların yapıtaşlarıdır.
  • Bu elementleri birleştirip ayıran iki karşıt güç, sevgi ve nefret ( Astrolojik açıdan Venüs- Mars. Yani Koç- Terazi aksı ) ilkesi vardır. Sevgi birleştirici bir güçtür, elementleri karıştırıp bileşikler oluşturur. Nefret ise ayırıcı bir güçtür, elementleri birbirinden ayırır.
  • Canlılar tesadüfi olarak bu elementlerin karışımından meydana gelir.(Evrendeki dualite ) İlk canlıları bu şekilde açıklamış, bunun doğal seçilim ve evrim fikrine öncülük ettiği söylenebilir.
  • Reenkarnasyona inanmış, ruhların farklı bedenlerde yeniden doğduğunu savunmuştur.
  • Tanrıların ve insan ruhlarının ölümsüz olduğunu söylemiştir. Beden ölümlü ama ruh ölümsüzdür.
  • Doğa olayları için akla uygun açıklamalar yapmaya çalışmış, dogmatik ve dinsel yaklaşımdan uzak durmuştur.
  • Plüralistik bir evren tasarımı ortaya koymuş, tek bir cevher yerine çoklu cevherler olduğunu savunmuştur.

Empedokles’in dört element teorisi bilimsel açıdan ele alınırsa, evrenin oluşumunda bu elementler şu şekilde yorumlanabilir:

Evrenin oluşumunda Büyük Patlama ile başlayan kosmik bir yangın vardır. İlk anlarda ortaya çıkan yüksek sıcaklık, evreni dolduran kozmik ateştir. Yıldızlar bu devasa ateş parçaları gibidir.

Daha sonra gaz bulutları oluşur. Evreni saran bu ilkel gazlar, havanın kozmik formudur. Hidrojen ve helyum atomları, sanki evrenin nefesini oluşturur.

Yaşamın kökenindeyse su vardır. İlkel okyanuslardan, hücredeki suya kadar, su evrensel çözücüdür. Tüm canlılar onun sayesinde şekillenir ve beslenir.

Gezegenler toprağı temsil eder. Onlar katı kütlelerdir, ayak basabileceğimiz zeminler. Jeolojik hareketlerle sürekli değişen yer kabuğu, toprağın hareketli yüzeyidir.

Evrende dört temel kuvvet vardır. Bunlar, Empedokles’in elementlerine karşılık gelir:

Çekim kuvveti (Gravitasyon), her şeyin birbirini çekme eğilimi olan bu kuvvet, toprak gibi bir şeyi çeker, büyük kütleleri bir araya getirir.

Zayıf etkileşim, radyoaktif bozunma süreçlerini ve parçacık bozunmalarını etkiler. Bu kuvvet, atom altı düzeyde parçacıklar arasındaki etkileşimi sağlar, su gibi akışkan bir etkileşimdir.

Elektromanyetik kuvvet, ışık, manyetizma ve elektrik gibi fenomenleri açıklar. Ateş gibi parçacıklar arası etkileşimi temsil eder.

Güçlü nükleer kuvvet, Atom çekirdeğindeki protonlar ve nötronlar arasındaki kuvveti açıklar. Atom çekirdeğini bir arada tutan bu kuvvet, hava gibi parçacıkları bir arada tutar.

Böylece modern fizik verileri, eski Yunan’ın dört element teorisinin izlerini taşır. Doğa her daim kendini tekrarlar.

Bilimden Felsefeye ,Felsefeden Astrolojiye!

Ateş -Hava- Su- Toprak

Ezoterik öğretiler, fiziksel dünyamızdaki her şeyin aslında bu elementlerin çeşitli birleşimlerinden meydana geldiğini belirtir. Toprak, su, hava ve ateş, sadece dört basit kelime değil, aynı zamanda evrenin ve insanın derin yapısının temel taşlarıdır. Bu elementlerin her biri, kendine özgü nitelikler taşıyarak iç ve dış dünyamızın özünü oluşturur. Dış dünyada metal cisimler toprağın sertliğine, sıvılar suyun akışkanlığına, ateşin ısı ve ışığına sahiptir. İç dünyamızda ise toprak maddiyatı ve bedeni, su duyguları, hava düşünceleri, ateş tutkuları simgeler.

Günlük hayatta bu dört elementi her yerde görebiliriz. Yeraltı kaynakları, dağlar, kemik ve kaslar toprak elementidir. Denizler, nehirler ve vücut sıvıları su elementini yansıtır. Rüzgar, oksijen ve zihin faaliyetleri hava elementi ile ilişkilidir. Güneş, alevler ve metabolizma ise ateş elementinin tezahürleridir.

Böylece mistik gelenekler, maddi ve manevi alemin iç içe geçtiğine işaret eder. Dört element hem dış dünyanın hem de bilincimizin derinlerinde yer alır, yaşamımızın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Felsefenin temel sorusu olan varoluşun anlamı, evrenin gizemli yapısını çözmeye çalışır. Bu ilk ve en temel sorgulamalar, insan aklının sınırlarını zorlar. Zira bu soruların peşinden gidildikçe, soyut düşünceden somut cevaplara ulaşma arzusu doğar. İlk düşünürler de bu zorlu yolda, evrenin kökenine dair derin sorular sordular.

Evrenin başlangıcı var mı yoksa sonsuz mu? İlk madde kaos muydu yoksa mükemmel bir düzen mi? Canlılar ve insanoğlu nasıl var oldu ? Evren nasıl işliyor ve yapısı nedir?

İşte bu arayışın ürünü olarak ortaya çıkan iki önemli evren bilimi, kozmoloji ve kozmogonidir. Her ne kadar farklı yaklaşımları olsa da, her ikisi de aynı amaca hizmet eder. Evrenin derinliklerindeki bilmeceleri çözmek.

Kozmoloji, evrenin yapısal özelliklerini, bileşenlerini, evrimini ve genel olarak evrenin nasıl çalıştığını inceleyen bir bilim dalıdır. Kozmolojinin içinde, evrenin kökeniyle ilgili kavramlar da bulunur. Bunlardan biri de kozmogoni olarak adlandırılır.

Kozmogoni de evrenin kökeni ve oluşumuyla ilgilenir. Bu kavram kozmolojiden farklı olarak, mitolojik ve kültürel öğeleri içerir. Farklı kültürlerin yaratılış hikayeleri ve mitleri, kozmogoni konusudur. Sümerlerden Akad’lara, Babillerden Mayalara ve Çin’e kadar birçok kültürün bu konudaki yaklaşımları incelenir ve nasıl yaratıldı(k) soruna cevap arar.

Yaratılışla ilgili iki ana mit türü vardır: ”Creatio ex nihilo” yoktan var etmek/yaratmak. Bu terim, yaratılışın Tanrısal bir eylem olduğu inancını vurgular. Evrenin, herhangi bir önceden var olan madde veya unsur olmadan Tanrı tarafından yaratıldığına inanılır. Yani, hiçbir şeyin önceden var olmadığı bir durumdan, Tanrı’nın iradesiyle evrenin ve varlıkların yaratıldığı düşüncesi “Creatio ex nihilo” kavramını temsil eder. Bu düşünce, özellikle teistik inanç sistemlerinde, Tanrı’nın yaratıcı gücünü vurgulamak için kullanılır.

İkinci mit ise Sirküler kreasyon, evrenin bir döngü içinde var olduğunu, başlangıç veya sonunun net olarak belirlenemediğini öne sürer. Bu düşünce, evrenin veya varlıkların bir döngü içinde sürekli olarak yaratılıp yok edildiği, böylece varoluşunun sürekli bir devinim içinde olduğunu ifade eder.

Deneysel Astrolog Kenan Yasin

Yatay Hat, “”Creatio ex nihilo” yoktan var etmek/yaratmak, Dikey Hat ise Sirküler Kreasyonu anlatır. İkisinin birleşiminden arz alemi yani akslar oluşur, devinim gerçekleşir.

Evrende bu dörtlemelere oldukça fazla rastlarız. Örneğin, “Kibrat Erbet” veya “Kibrat Erbetti” ‘’ Dört Köşe Dünya ‘’ Sümer mitolojisinde önemli bir konsepttir.

Kibrat Erbetti

Anlamı, “Dört Rüzgar” veya “Dört Yön” olarak çevrilebilir. Yani kuzey, güney, doğu ve batı gibi, genellikle evrenin dengesini temsil ettiği ve evrensel düzenin bir parçası olduğu düşünülürdü. Bu yönler, birçok kültürde olduğu gibi, evrenin farklı yönlerini, dengeyi ve yaşamın uyumunu temsil ederdi. A-D-A-M düzenin, dört yönün rüzgar kralıydı, tanrısıydı.

İslâmî eserlerdeki rivâyetlerle, tarihi bilgiler ve arkeolojik bulgular birlikte ele alındığında yazının, bir peygamber olarak Sümerlere gönderilen İdris(a.s.)’ın öncülüğünde keşfedildiği, dolayısıyla kendisine ilâhî görev verilen bir kişi tarafından ortaya konulduğuna göre söz konusu keşfin tevkîfî (yani Allah tarafından gelen bir vahiy veya ilham ile gerçekleşmiş) olabileceği akla gelmektedir. Hermes, Hızır, İdris, Zükarneyn…

Sümer düşünürlerinin gözünde evren iki ana unsurdan oluşur: gökyüzü ve yeryüzü. Göğü, altından ve üstünden kemer biçimin de katı bir yüzeyle kuşatılmış çukur bir uzam olarak düşünüyorlardı; gök tanrıları burada yaşardı. Yeryüzü, yerin yüzeyin den ve ölüm ve cehennem ilahlarının oturduğu altından oluşan düz bir yuvarlaktı. Gökyüzü ve yeryüzü arasında bulunan ve onları birbirinden ayıran nefes-benzeri öz lil’dir; “hava,” “rüzgâr,” “ruh” (bizim atmosferimiz).

Ay, güneş, gezegenler ve yıldızlar onlara havayla aynı maddeden yapılmış gibi geliyor. Enlil ile Enki arasındaki güç mücadelesinin bu kurgusuna daha ayrıntılı bir yaklaşım için, yalnız parlaklık nitelikleri vardı. Hava tanrısı Enlil’in yerden göğü ayırdıktan sonra ay-tanrısı Nanna-Sin’e yaşam verdiği mitolojik olarak açıklanmıştır; yerden göğü ayırdıktan sonra, tavanını ve duvarlarını ışıksız göğün, yerini kara toprağın oluşturduğu evinde, kendini zifiri karanlıkta yaşar bulduğu için böyle yaptığı varsayılır.

Nanna- Sin sırasıyla güneş-tanrısı Utu’ya ve diğer gezegenler ve yıldızlarla birlikte Venüs gezegeni Inanna’ya yaşam verdi. Nanna- Sin’in gökyüzünde bir magur-kayıkta dolaştığı düşünülürdü; Utu dört mitolojik hayvanın koşulduğu iki tekerlekli bir ara ba sürerdi; Inanna’yı yedi köpek götürürdü. Gezegenler ve yıldızlar Nanna-Sin’in gözetimindeki inekler olarak düşünülmüş gibidir; “küçükler,” herhalde yıldızlar, çevresinde tohumlar gibi saçılırken, “büyükler,” herhalde gezegenler, etrafında vahşi boğalar gibi gezinirler. (Samuel Noahkramer/ SümerMitolojisi kitabından)

Sümerlerin dört yönü rüzgarın kralı olarak kabul edilirken, Perslerde ise bu kavram Kraliyet Yıldızları ile birleştirilmiş ve evrilmiştir. İnceleyelim;

Brady, Fomalhaut’u ideal ve rüyaların gücünü vurgulayan, yüksek amaçlara ulaşmayı destekleyen bir yıldız olarak betimler. Ancak, bu idealizmin ahlaki olmaması durumunda büyük kayıpların ve yanılgıların yaşanabileceğini belirtir. Ayrıca, Fomalhaut’un fiziksel dünyaya meydan okuyan şiirsel bir aklı temsil ettiğini ve kişinin gerçeklikle yüzleşerek yaşamla mücadele etmesi gerektiğini ifade eder.

Vehlow, Fomalhaut’un Venüs-Merkür doğasının olduğunu ve akıl insanları üzerinde sanatçılara göre daha fazla etkili olduğunu söyler. Ün ve şöhretle ilişkilendirilen bu yıldızın özellikle ruhani insanlarda etkili olduğu görüşünü aktarır. Balık burcunun etkisiyle ilişkilendirilen bu durum, Jüpiter’le olan bir kavuşumla da desteklenir.

Felber ise Fomalhaut’u irade, bilinç ve aktivitenin birleştiği ruhani ustalarda görüldüğünü ifade eder. Hassas ve sanatçı bir karakterle ilişkilendirilirken, kişinin kendisine karşı şefkatli olması gerektiğini vurgular.

Regulus, Pers mitolojisindeki Kral Feridun efsanesiyle ilişkilendirilerek “Kuzeyin Bekçisi” olarak tanımlanır.

Brady’e göre bu yıldız, öç alma temasını vurgular; öç almak isteyen biri büyük başarı elde edebilir, ancak bu süreçte güç, konum ve toplumdaki saygınlığını kaybedebilir.

Janus, Regulus’u alicenaplık, soylu davranış ve başarı tutkusuyla ilişkilendirirken, Robson, zalimlik, kısa süreli başarılar ve nihayetinde başarısızlık gibi unsurları içerdiğini belirtirken;

Vehlow Jüpiter-Mars etkisinin yöneticilere imparatorluk gücü verebileceğini, Satürn ile birleşimi durumunda ise olumsuz sonuçları ve sadece güç kullanımıyla gelen başarıları anlattığını ifade edebileceğini aktarır.

Ezoterik anlamda Regulus, yüksek idealleri temsil eder, aynı zamanda kişisel bütünlük ve adanmışlıkla ilişkilendirilebilir. Liderlik ve gücün yanı sıra, içsel iyiliği ve adaleti simgeler.

Aldebaran, gökyüzünün en parlak 14. yıldızı ve aynı zamanda da Pers kraliyet yıldızlarından biridir. “Doğu yönünün bekçisi” Aldebaran, Mars karakterli bir yıldızdır ve diğer kraliyet yıldızlan gibi, belirli koşullar yerine getirildiği sürece büyük başarı verir.

BERNADETTE BRADY: Doğru yolunda gitmeyi, kendi istikametini/doğruluğunu zora sokacak ahlaki çelişki veya çatışmalara karşı savaşılması gerektiğini anlatır. Başarı gelecektir fakat bu yol boyunca kişi, kendi pozisyonunu zora sokmaya, kendine biçilmiş yoldan sapmaya meyilli olacaktır. Bu yıldız tesiri altında dikkat edilmesi gereken, kişinin kendi doğru yolundan verilecek her tavizin negatif sonuçlanacağı ve kazanılan herşeyin çok hızlı bir şekilde kaybedileceğidir. [Brady 1998:240]

Robson onuru, entelektüelliği, cesareti ve kısa süreli avantajları işaret eder.

Ebertin, Aldebaran’ın etkisinin kişiyi tanınmış bir konuma getirebileceğini ancak düşman edinebileceğini söyler.

Felber ise Aldebaran’ın yüksek bilince ulaşmayı, aydınlanmayı ve kazanç getirecek arayışları simgelediğini ifade eder. Bu çeşitli yorumlar, Aldebaran’ın potansiyel etkilerini ve yaşamın farklı alanlarındaki olası zorlukları yansıtır.

Ezoterik anlamda Aldebaran, içsel gücün ifadesi, doğruluk ve kararlılıkla ilgili bir temsilci olarak değerlendirilebilir. Kişisel gelişimde cesaretin ve iradenin simgesidir, aynı zamanda manevi bir rehberlik sunabilir.

Antares, Pers kraliyet yıldızlarından biri olarak “Batı’nın bekçisi” olarak adlandırılır.

Brady’e göre, Antares, ilerleme, cesaret ve hızla ilişkilendirilirken karanlık yönü, agresif eylemlere meyilli olmak ve aşırılıkların zararlarına işaret eder. Bu yıldızın haritadaki etkisi, kişiyi uç noktalara götürebilir ve sürekli çaba ve ateşli deneyimlerle başarı getirebilir.

Janus, Antares’i acelecilik, sabırsızlık ve şiddetle ilişkilendirirken askeri pozisyonlarda stratejik yetenek ve cesaret verdiğini belirtir. Robson, Antares’in kişiyi aceleci, yıkıcı ve inatçı yapabileceğini ve kötü öngörülere neden olabileceğini ifade eder.

Felber, Antares’i kötücül güçlerin ortaya çıkmasına ve yıkıcı eylemlere kapılmaya işaret eden bir liderlik gücü olarak tasvir eder. Bu farklı yorumlar, Antares’in potansiyel etkilerini ve yaşamın farklı alanlarındaki olası zorlukları yansıtır.

Ezoterik olarak Antares, içsel savaşımı, zorlukları aşmayı ve cesaret gerektiren durumlarla başa çıkmayı temsil edebilir. Aynı zamanda kişinin içsel tutkularını dengeleme ve kendi içindeki karanlıkla yüzleşme anlamına gelebilir.

Kraliyet yıldızları, insanın doğasıyla, içsel savaşıyla, iyilik ve kötülük arasındaki dengeyle ilişkilendirilir. Bu semboller, insanın ruhsal gelişiminde kılavuzluk eden, yol gösteren ve manevi anlamda ilham veren unsurlar olarak görülür. Her biri farklı bir enerjiyi, farklı bir ruhsal öğretiyi temsil eder ve insanın evrenle olan bağını ifade eder. Bu kraliyet yıldızları, evrenin derinliklerinden gelen, insanın içsel yolculuğunu ve evrenin mistik dokusunu anlamlandıran unsurlardır.

Kraliyet yıldızlarının eksenleri de aslında uzay ve zamanın dengesini anlatır. Bu yıldızlar, belirli bir denge noktasını temsil ederler ve evrendeki dengenin korunmasına, sağlanmasına yardımcı olur. Dört boyuttaki uzay-zaman kavramı içinde, bu kraliyet yıldızlarının eksenleri bir tür denge çubuğu gibi işlev görerek evrenin dengesini sağlarlar.

Kraliyet yıldızları

Peki nedir zıtlıklar? Denge-Dualite neden bu kadar önemlidir?

Bizler üç boyutlu bir mekanda yaşayan varlıklarız: yukarı-aşağı, sağa-sola ve ileri-geri gibi üç boyutumuz bulunmakta. Ancak, evrenimiz dört boyutlu bir yapıya sahip. Dördüncü boyut, zaman boyutudur.

Yani, hayatımızı üç mekansal boyutta yaşarken, dördüncü boyut olan zamanla da etkileşim içindeyiz. Örneğin, bir noktadan diğerine hareket ederken sadece üç mekansal boyutta ilerliyor gibi görünsek de, bu hareketin gerçekleşmesi zaman boyutunda da bir iz bırakır, bir deneyim yaşatır. Yani, bir şeyin hareket etmesi sadece uzayda değil, zaman içinde de bir değişiklik anlamına gelir. Bu nedenle, dört boyutlu bir evrende yaşarken, hem mekansal üç boyut hem de zaman bir arada etkileşim içindedir ve deneyimlerimizi oluşturur.

Zaman boyutunun etkisiyle yaşadığımız deneyimlerin tümüne “yaşam” deneyimlerimize de ‘’yaşamak’’ deriz. Yaşam, yaşadığımız olaylar(deneyimler), duygular, düşünceler ve hislerin bir araya gelmesiyle oluşur. Her deneyim, bizi bir sonraki an için şekillendirir ve yaşamın akışında bizlere yön verir. Dolayısıyla, yaşamak deneyimlerimizin akışı ve yoğunluğuyla doğrudan ilişkilidir. Yaşamın özü, deneyimlediğimiz her anın ve her şeyin bir araya gelmesidir.

Yaratılış mitlerindeki “ex nihilo” ve eksenin başlangıcı ile sonlanması, bir tür zıtlığın özünü temsil edebilir. Bu, hiçlikten var olma fikriyle başlayan bir süreci ve bir noktada sonlanmayı simgeler.İşte bu Dualitedir.

E=mc 2

Formülü temel alıp düşünelim. Bu formül, madde ve enerji arasındaki ilişkiyi açıklar. Madde bir tür enerji deposu gibidir ve enerji de madde ile ilişkilidir. Bir şeyin enerjisi olabilmesi için kütlesi olması gereklidir. O zaman enerjisi olan herşeyin bir kütlesi dolayısıyla bir mekanı vardır.

Dolayısıyla, dualiteyi düşündüğümüzde, formül şunu ima eder: Kütle (madde) ve enerji birbirlerine dönüşebilir, biri diğerine dönüşebilir. Bu durumda, dualiteyi yaşamın içinde, madde ve enerji arasındaki bu dönüşümle bağdaştırabiliriz. Zıtlıklar arasında bir dönüşüm, birbirini tamamlayan ve dengeleyen bir süreci temsil edebilir. İki zıt kutup, birbirlerine dönüşerek, birbiriyle uyumlu bir bütünlük oluşturur.

Kutupluluk yasası, elektromanyetik etkileşim, yüklü parçacıklar arasında gerçekleşen ve poizit (+) ve negatif ( —) yüklerin birbirlerini çekip ittirmesine neden olan bir etkileşimdir. Bu etkileşim, elektriksel yükler arasındaki foton değişimi yoluyla gerçekleşir.

Astrolojideki zıt kutuplar teorisi, genellikle farklı enerji alanlarının çekim ve itme etkileşimlerine dayanır. Bu teoriye göre, zıt kutuplara sahip enerji alanları birbirlerini çekerken, aynı kutuplara sahip alanlar birbirlerini iterler. Elektromanyetik etkileşimde olduğu gibi, astrolojideki bu teoride de farklı enerji alanlarının etkileşimi çekim ve itme şeklinde ifade edilir.

Evrendeki her şey zıt kutuplar ve bu kutuplar arasındaki etkileşim sayesinde var olur. Işık-karanlık, erkek-dişi, iyilik-kötülük, madde-enerji… Bu çift kutuplar arasındaki denge, düzen ve uyum Terazi burcunun simgesi olan tartı terazisine benzer. Tartı iki kefe arasındaki denge ile ayaktadır. Evrendeki her güç de zıttı ile uyum ve denge içinde olduğunda varlığını sürdürebilir.

Evrende var olan çift kutuplu yapı ve denge, astrolojide Koç ve Terazi burçları ile sembolize edilir. Koç burcu başlangıç, yenilenme ve yaratıcı enerjiyi, Terazi ise denge, uyum ve adaleti temsil eder.

Evrende var olan düzen ve denge zaman zaman Koç burcunun yıkıcı ve yenilikçi enerjisi ile bozulur. Bu bozulmalar yeni başlangıçlara, evrimsel sıçramalara neden olur. Kozmik düzeyde de yıldızların ve galaksilerin doğuş-yok oluş döngüsü Koç burcunun bu enerjisini yansıtır bir nevi.

Dolayısıyla evrendeki değişim-durağanlık, yaratılış-yıkım döngüsü, hep var olan Koç ve Terazi arketipleri üzerinden okunabilir. Bu iki zıt burç, birbirine rağmen ve birbirini tamamlayarak evrenin oluşumuna şekil verir. Başlangıç ve bitiş, denge, uyum bu iki burcun etkileşimi ile sağlanır. İnsanın özgür iradesi de Koç burcunda somutlaşırken, toplumsal adalet ve ahlaki düzen Terazi burcunun alanına girer.

Deneysel Astrolog Kenan Yasin

Monadizm, Gottfried Wilhelm Leibniz’in felsefi bir kavramıdır ve evrenin temel birimi olarak gördüğü ontolojik varlıkları ifade eder. Leibniz’e göre, evren sonsuz sayıda monad adı verilen temel öz birimlerden oluşur. Monadlar, maddenin ötesinde, ruhsal, düşünsel ve ontolojik varlıklardır.

Monadlar, hiyerarşik olmayan, kendilerine özgü ve değişmeyen varlıklardır.

Leibniz’e göre, monadlar özde birbirleriyle bağlantılıdır. Onun ünlü “mümkün dünyaların en iyisi ” argümanına göre, her monad, diğer monadlarla uyumlu bir şekilde iç içe geçmiştir. Bu uyum, bir tür önbestemiği işaret eder ve evrende her şeyin en iyi şekilde düzenlendiğini savunur.

Örneğin, bir müzik orkestrasını düşünelim; her enstrüman, kendi içinde kusursuz bir uyum ve müzikal akıcılık sağlar. Leibniz’e göre, her enstrüman bir monad gibi; kendi kendine yeterli, içinde bir harmoni taşıyan ve diğer enstrümanlarla doğrudan etkileşime girmeyen bir yapıya sahiptir.

Her enstrüman, kendi melodisini çalar ve diğer enstrümanlarla uyumlu bir şekilde bir orkestra oluşturur. Bu, monadların izole varlıklar olmasını, ancak bir araya geldiklerinde evrenin kusursuz bir uyum içinde işlemesini örnekler. Her monad, kendi içinde evrenin tüm bilgisini barındırır ve evrendeki diğer monadların etkisi olmadan kendi gerçekliğini yansıtır.

Leibniz’e göre, monadlar içinde bulundukları evrenin en iyi şekilde düzenlendiği, her birinin kendine özgü bir rol oynadığı ve uyum içinde çalıştığı bir yapıyı temsil eder. Bu, her enstrümanın kendi melodisini çalması gibi, her monadın da evrenin kusursuz uyumunu sağlamak için içinde bulunduğu bir sistem içinde işlev görmesini anlatır.

Deneysel Astrolog Kenan Yasin

Kendine bir ayna yarattı. Adem!

Ezoterik bir bakış açısına göre, Koç burcundaki yaratım süreci, “Ben ve Sen” kavramını anlamamıza odaklanır. Bu kavram, insanın kendi iç dünyasında ve dış dünyada diğerleriyle olan ilişkilerinde nasıl algılandığını ve deneyimlendiğini gösterir.

“Ben” kavramı, bireysel kimliği, özgünlüğü ve kişisel varoluşu ifade eder. Koç burcundaki yaratım süreci, insanın kendi benliğini keşfetme ve ifade etme isteğiyle başlar. Bu, kişisel gücün farkında olma ve kendi özünün derinliklerine inme gerekliliğiyle ilişkilidir.

“Sen” kavramı ise diğer insanlarla ilişkileri, toplumsal etkileşimleri ve karşılıklı etkileşimi temsil eder. Bu, Koç burcunda yaratımın bir parçası olarak, diğerleriyle olan ilişkilerde dengeli bir denge kurmayı, empati kurmayı ve karşılıklı anlayışı vurgular.

Koç burcundaki yaratım süreci, “Ben” ve “Sen” arasındaki dengeyi bulma ve bu ikisi arasındaki ilişkiyi anlama çabasını temsil eder. Bu süreç, insanın kendi içindeki potansiyeli fark etmesi ve diğerleriyle olan ilişkilerinde daha derin bir anlam bulması için bir fırsat sunar.

Güneş’in Koç Burcu’nda Yüceliği: Koç burcunda Güneş’in yükselmesi, evrimsel bir sürecin ifadesidir. Bu durum, ruhun tam ifade edilen yaşamını temsil eder. Tanrısal yaşamın başlangıcıyla başlayıp sonunda tam ifadeye ulaşması gibi, bir süreçtir. Gece yarısı ile öğlenin birleştiği an gibi, gecikme olmaksızın tamamlanır ve Tanrısal ifade Baba’nın yönetimi altında tamamlanır.

Venüs’ün Koç Burcu’nda zarardadır: Venüs’ün durumu Güneş’in parlaklığıyla ilişkilidir. Güneş’in yücelmesi diğer ışıkları gölgede bıraktığı için Venüs’ün gücü azalır. Bu durum, ruhun güneş ışığında kaybolması ve bir tür gölgelemeyle, varoluşun daha büyük düzlemindeki kayboluşu anlamına gelir. Venüs’ün insanlar ve güneş meleklerinin kaynağı olduğu, ancak sonunda daha büyük bir varoluşa (Monad’a) eriştiği yerdir.

Satürn’ün Düşer: Satürn’ün Koç burcunda “düşmesi” iki farklı anlam taşır. Birincisi, Satürn karma ile bağlantılıdır ve insanın karmik borçlarını ödemesini talep eden bir etkiye sahiptir. İkincisi, Satürn’ün gücü burada sona erer ve insan, Kardinal Haç’ın etkisinden kurtulduğunda evrimsel bir aşama tamamlanır. Satürn’ün insanı Kardinal Haç’a kadar takip etmediği, esoterik bir anlama sahiptir.

Terazi burcunun temsil ettiği denge ve uyum kavramları, Koç’un getirdiği hareket ve eylemle birleştiğinde evrensel bir denge ve düzen oluşturur. Koç, yeniliğin, başlangıcın ve hareketin sembolü olarak doğanın ham gücünü yansıtırken, Terazi denge, adalet ve uyumun önemini temsil eder. Bu iki burcun bir araya gelmesi, yaratılanın sadece başlangıçta değil, tamamlanmış bir şekilde dengeye ulaşmasını sağlar. Koç’un dinamizmi ve enerjisi, Terazi’nin denge arayışıyla birleşerek evrensel düzenin temelini oluşturur. Bu denge, her iki burcun da doğasında taşıdığı özelliklerin uyum içinde birbirini tamamlamasıyla sağlanır. Bu birliktelik, evrendeki zıtlıklar arasında bir denge noktası oluşturarak harmoniyi ve düzeni temsil eder

“Ve Söz dedi ki: Bırak hırs hüküm sürsün ve kapı geniş dursun.”

Oğlak burcu, kış gündönümünde başlar; bu an, karanlığın en derin olduğu, umutların zayıf hissedildiği, ancak ardından güneşin yavaşça tekrar yükselmeye başladığı anı temsil eder. Burç, karanlık ve aydınlığın, ölüm ve doğumun bir araya geldiği bir denge noktasıdır. Tıpkı kış gündönümünde olduğu gibi, burcun insanları da çelişkilerle doludur.

Oğlak, başlatıcı ve hareketli bir burç olarak kendi kendine inisiyatif alabilen bir öncüdür. Aynı zamanda somutlaştırmayla ilgili olan toprak burçlarından biridir. Bu burç, maddi dünyada derin deneyimlere sahiptir; bu dünyanın geçiciliğini ve her şeyin ölümlü olduğunu kavramıştır. Buna rağmen, gelecek nesiller için toplumsal sorumluluk almak ve deneyimlerini aktarmak isteğiyle yanıp tutuşur.

Oğlak burcu, dağ keçisinin ve tırmanılan dağların simgesini taşır. Dağlar, hem verimlilik hem de zorluklarla doludur. İçlerinde yaşlı keçiler, medeniyetlerin yükselişini ve çöküşünü izlemişlerdir. Oğlak burcunun insanları, başarıların geçici olduğunu, yönetme arzularına rağmen ölümlülüklerinin farkında olan kişilerdir.

Satürn, Oğlak’ın yöneticisidir ve zamanın efendisidir. Geçmişi değerlendirir ve onun bugüne ve geleceğe nasıl katkı sağlayabileceğini düşünür. Mücadeleler sonrası elde edilen değerleri korur, geleneklere saygı gösterir. Dağın zirvesindeki bilgelik, yaşamın temel kanunlarını kavramış bir bilgeliktir. Bir Oğlak, kendine ait olan yolu açarak dağın zirvesine ulaşır. Bu yol, sadece ona özgüdür ve zamanı geldiğinde o yerden ayrılma vakti gelir.

  1. Mars’ın Yücelmesi: Mars’ın Oğlak burcunda yücelmesi, disiplin altında çalışma, kararlılık ve uzun vadeli hedeflerle uyumlu bir özellik taşır. Bu burç, iş etiği, özdenetim ve başarı için gösterilen azimle öne çıkar. Mars’ın burada yücelmesi, bu özelliklerle uyum içinde olması ve kişinin hedeflerine doğru disiplinle ilerlemesini teşvik etmesi anlamına gelir.
  2. Azalan Ay Gücü: Ay’ın Oğlak burcunda azalması, duygusal ve içsel dünyanın, burcun dışsal başarı ve hedeflerle daha az uyumlu olmasıyla ilgilidir. Oğlak burcu genellikle dışsal dünyanın taleplerine ve hedeflerine odaklanırken, duygusal ifade ve içsel keşifler daha az öne çıkar.
  3. Jüpiter ve Neptün’ün Düşüşü: Oğlak burcundaki Jüpiter ve Neptün’ün düşük etkisi, genellikle bu gezegenlerin doğasıyla burcun özelliklerinin uyumsuzluğunu yansıtır. Jüpiter genellikle genişleme, büyüme ve bollukla ilişkilendirilirken, Neptün hayal gücü ve ruhsal deneyimlerle bağlantılıdır. Oğlak’ın pratik ve maddi odaklı doğası, bu genellikle daha mistik ve genişleyici olan gezegenlerin enerjilerinin zayıf bir şekilde ifade edilmesine neden olabilir. Bu durum, burcun odak noktasının genellikle daha gerçekçi ve somut hedeflerde olduğunu gösterebilir.

Yengeç burcu, doğumun sembolü olarak hayat döngüsünün başlangıcını temsil eder. Duygusallık, anılar ve aidiyet duygusu bu burcun özünü oluşturur. Aile bağları ve geçmişle kurulan ilişkiler, Yengeç’in kimliğini şekillendirir. Bu burç, duygusal zenginlik ve güven hissinin yoğrulduğu bir alandır.

Oğlak burcu ise disiplin, sorumluluk ve zamanın bilgeliğiyle özdeşleşir. Direnç gösterme ve çalışma azmiyle tanınır. Geçmiş deneyimlerden elde edilen bilgelik, Oğlak’ın karakterini belirler. Maddi dünyanın gerçeklerine derinlemesine bir kavrayış bu burcun özüdür.

Bu iki burcun denge sağlaması önemlidir. Yengeç’in duygusal zekası ve bağlılığı, Oğlak’ın bilgelik ve disipliniyle birleşir. Bu dengenin sonucunda, duygusal zekanın maddi dünyada nasıl uygulanabileceği ve bilgelikle dengelenerek kullanılabileceği anlaşılır. Yeniden varoluş ve aidiyet kazanma, bu iki aksın dualitesiyle anlam kazanır

Instagram, Pinterest, Website

Tüm hakları saklıdır © [2023] [Cemre]. Bu materyal, telif hakkı sahibinin açık yazılı izni olmadan çoğaltılamaz, görüntülenemez, değiştirilemez veya dağıtılamaz. İzin için [thewitchusa@gmail.com] ile iletişime geçiniz. “Cemre tarafından tasarlanmış” veya “Cemre tarafından fotoğraflanmış” olarak belirtilen tüm medya bana aittir.

--

--