40

Banu Ucak
2 min readAug 28, 2019

--

40. yaşıma ilişkin duyduğum kaygıya delalet midir, kendimi ancak mı hazırladım, yoksa gerçekten kayıtsızlıktan mıdır bilinmez yaklaşık 4 yıldır yaşımı soranlara, 40 diyorum. Üç yıl önce, yeni başladığım işimde henüz otuz yaşında (ve kendini tüm hemcinsleri gibi yaşından bağımsız çok olgun hisseden) genç bir erkeğe 40 yaşında olduğumu söylediğimde “aaa 40 yaşında kadınların sana benzeyeceğini hiç düşünmemiştim” cevabı, kadınların yaş almaya ilişkin takıntısının sebeplerini epeyce net ortaya koyuyorsa da kendimi hep bu yaş bunalımı konularının dışında tanımlamaya çalıştım, en azından zevahiri kurtaracak kadar başarabildiğimi sanıyorum.

Aslında Tarancı’nın yolun yarısı olarak tanımladığı 35 yaşımdan bu yana, sanki hayatın lezzetti daha bir arttı, bu yüzden yaş almaktan korkmak pek de anlamlı görünmüyor. Yine de 30, 40, 50 gibi hayatın köşe taşlarının insanı bir nefes alıp düşünmeye, muhasebe yapmaya meylettirdiği de bir gerçek.

Benim beş yıldır hazırlandığım kırkıncı yaşım, hayatın neredeyse hiç değişmeyen kuralını doğrularcasına beni yine en hazırlıksız yerimden yakalayarak, bunca yıldır kendime inşaa ettiğim zemini yerle bir edecek şekilde geldi. Önce kurumsal hayat yerini serbest çalışma düzeni ve yarı zamanlı ders vermeye bıraktı, rutinlerim yerle bir oldu, sonra hiç beklemezken içimde “gerçekten” yeni bir kalp daha atmaya başladı. Dünyanın güneş etrafında kırkıncı dönüşünü idrak edişimden bir ay sonra oğlum Can’ı kucağıma almayı umuyorum. Heyecan, kaygı, korku, merak, sorumluluk ve tanımlanamaz daha bir çok duyguyla sarmalandım. Oysa geçen yıl bana sorsanız 40. yaşımı çılgın bir partiyle taçlandırmayı planlamış olurdum. Çok sevdiğim bir arkadaşım doğum günümü kutlarken dün “hayatın çok değişecek ama en azından hayatında anlam arayışın neredeyse son bulacak” demişti. Gerçekten kendimi tanımlayabildiğim yaşlardan bu yana hayatımı anlamlı kılmak için nasıl çırpındığım gerçeği ile bu sözler sayesinde yüzleştim. Hatta bu arayışın bana özgü olmadığı, kuşağımın mazoşist bir hasleti olarak bizi ebeveynlerimizden ayıran en temel fark olduğu bile söylenebilir. Muhtemelen her birimiz anne babamıza göre zamanın ruhunun da etkisiyle Mazlov piramidinde bir basamak daha yukarıdayız. Tam da bu yüzden modern insanın sürekli kendini didiklemesi, bitimsiz bir mutluluk inşa etme peşinde kendini gerçekleştirmeye çalışıp binbir eski dünya öğretisini hakikat sonrası çağın içine alması sıradanlaşmadı mı?

Gittikçe ağırlaşan bedenime paralel ağırlaşan zaman algısıyla son yirmi yılımı gözden geçirdiğimde her şeyiyle hayatı, hayatımı sevdiğimi söyleyebilirim. Gelip geçenlere, tüm dostlara, aşklara, ayrılıklara, kalbime ışık sızdıran her çentiği atana müteşekkirim. Şimdi hayatımı, biriktirdiklerimi, kalbimi paylaşacağım yeni bir aşk beni bekliyor. Kafamda binbir soru, binbir merak var; yeni yoldaşım acaba denizi, dansı benim kadar sevecek mi, ıslak kuma basmaktan hoşlanacak mı, salıncaktan korkacak mı, kuşları mı, çiçekleri mi daha çok merak edecek, şarkı söylemeyi ne zaman öğrenecek, ilk kime aşık olacak? Ömrümün kalanında beni meraktan meraka saracak hediyemi sabırsızlıkla bekliyorum.

Vesile ile doğum günümü kutlayan, yanımda olan, bana süprizler yapan, sevildiğimi, düşünüldüğümü, özlendiğimi hissettiren tüm dostlarıma, tanıdıklarıma teşekkür ederim. Hayatın anlamı, anlamlı ilişkilerde saklı, iyi ki varsınız.

Originally published at Banu Uçak.

--

--

Banu Ucak

Non-Architect. Güzelliğin izinde, anların aşığı, bilinç akışı mağduru, profesyonel görünüşlü, daimi amatör ruhlu, kendi masalında Kaf dağının prensesi