Kur’an’ı Anlamak: Tarihsel Bağlam ve Modern Yorumlar
İslam’ın kutsal kitabı Kur’an, dini yorum üretme ve bağlam elde etme maksadıyla, her zaman dini tartışmaların ve yorumların ana merkezi olmuştur. Allah’ın kelamı olduğuna inanılan bu metin, özellikle modern zamanlarda, kendilerini pratik düzeyde İslam’ı uygulayıcı veya inançlı Müslümanlar olarak tanımlayanlar için Müslüman inancının ve yaşamının temelini oluşturmaktadır.
1400 yıl önce muhtemelen Arabistan’da ortaya çıkmış olan bu metin (Kur’an) günümüz bağlamında nasıl doğru bir şekilde anlaşılabilir ve yorumlanabilir? Önyargılar ve dogmatik ön kabuller kutsal metnin anlaşılmasını ne ölçüde etkilemektedir? Burada yürüteceğimiz tartışmada, Kur’an’ın hem geleneksel hem de modernist aktörler tarafından nasıl anlaşıldığı incelenecek ve eleştirel bir şekilde sorgulanacaktır. Kur’an’ın orijinal mesajını ve anlamını kavramak için ona açık ve dogmatik olmayan bir tutumla yaklaşmanın ne kadar önemli olduğuna işaret edilecektir. Zira ancak böyle bir anlayışla Kur’an’ın gerçek ruhu ve modern dünyadaki geçerliliği kavranabilir.
Burada atıfta bulunduğumuz ilahiyat eksenli yorumlar, konuşmacının ne düşündüğünü ve niyetinin ne olduğunu bulmakla ilgilenmektedir. Bu öncülleri akılda tutarak, bu anlam arayışında hangi yaklaşımın faydalı olduğunu tartışıyoruz. Postmodern okumalarda olduğu gibi metni bağlamından koparıcı alternatif yaklaşımlarla ya da bir tekabüliyet teorisini savunmayan alternatif bir hakikat anlayışına sahip yaklaşımlarla ilgilenmiyoruz. Bunlar sadece metne yönelik ama bizi de bu metinleri anlamaktan o denli uzaklaştıran yaklaşımlardır ve bu yüzden bizi ilgilendirmemektedir.
Aşağıdaki önermelerin her birini gerçek ve doğru varsayarak konuya başlıyoruz:
(a) Tarihsel gerçek bir kişi olarak Muhammed var olmuştur.
(b) İlk muhataplarıyla başarılı bir şekilde iletişim kurabilmiştir.
© Bu iletişim Muhammed Peygamber ve dinleyicileri tarafından ilahi ilham (vahiy) olarak anlaşılmıştır.
(d) Bu ilhamlar kendisi ve dinleyicileri için dini talimatlar (emirler) ve anlatılar içeriyordu.
(e) 23 yıl boyunca okunan, daha öncesinde toplanıp kitap haline getirilmemiş ve ilhama dayanan bu sözlerin toplanıp kitap haline getirilmiş hali bugün Kur’an olarak elimizdedir.
Burada belirtilen öncülleri kabul ediyorum çünkü geleneksel teoloji bunlara dayanmaktadır. B önermesi, özellikle Mekkî ayetler etrafındaki büyük tartışmalar göz önünde bulundurulduğunda şüpheyle karşılanabilir. C önermesinden şüphe edilebilir çünkü bunu sadece evrimleşmiş kanonun kendisinden görebiliyoruz. Böyle bir anlayış mevcut olmayabilir de. D önermesi sorgulanabilir çünkü Kur’an tilavetinin toplum için nasıl bir rolü ve işlevi olduğu açık değildir. Kur’an bir kitap olarak mevcut değildi ve dolayısıyla ona atıfta bulunmak mümkün değildi. E önermesi İslami çalışmalarda tartışılmaktadır — bu tamamen Muhammedi bir metin midir, yoksa Muhammed öncesi içerik ve metinler ve hatta Muhammed sonrası metinler var mıdır? Bu soru an itibariyle net bir şekilde açıklığa kavuşturulmamıştır.
Burada şu soru ortaya çıkmaktadır: Konuşmacı olarak kendisine vahyedileni anlatan Peygamber ve vahyedileni dinleyen dinleyicileri bu iletişimi (vahyi) nasıl anlamışlardır? Bu varsayımlar altında, peygamberin ve ilk muhatapların vahiy mesajını, bu mesajın olası bütün anlamlarını veya bu mesajdan anlaşılması gereken “daha yüksek amaçları” ve imaları anlamadıklarını iddia etmek mantıksız olacaktır. İlk muhatapları tarafından anlaşılmadığı iddia edilen bu tür yüksek amaçlara örnek olarak modern bazı yorumlar gösterilebilir. Örneğin, Kur’an’ın aslında köleliği ortadan kaldırmayı amaçladığı, ancak dinleyicilerinin bunu anlamadığı ve görünüşe göre konuşmacının (peygamberin) kendisinin de anlamadığı fikri. Oysa nasıl oluyorsa dönemin insanları ve dolayısıyla vahye muhatap olanlar hayatlarının sonuna kadar köle tutmuş, köle üretmiş ve köle satmıştır. Bir diğeri: konuşmacı aslında kadınların dövülmesine karşıydı ve kadınların dövülmesi gerektiğini bile kastetmiyordu. Oysa ne hikmetse metin hiçbir yerde böyle bir şey söylemiyor ve açıkça tam tersini iddia ederek dayak çağrısı yapıyor. Metindeki dayak çağrısının anlamını da tahrif eden modern muhataplar ‘burada aslında dövmekten bahsedilmiyor, bu kelime başka anlama geliyor’ gibi sözlerle durumu daha bulanık hale getirmeye çabalamaktadırlar. Bu tahrifi kabul edip metinde açıkça dayaktan bahsedilmediğini varsayalım. O halde konuşmacı olan Peygamber kendisine indirilene uymayarak çevresindeki insanların eşlerini dövmesine göz yummuştur mu demeliyiz. Ya da peygamberi dinlemeyen dinleyicileri de böyle yapmıştır mı demeliyiz. Tüm bunların yanlış yorumlar olmasını bir kenara bırakalım tarihsel vakıaya ve dönemin sosyolojik yapısına dahi ters düştüğü açıkça ortadadır.
Yukarıdaki modern iddialara benzer olarak ama onlardan sözde bilimsel olması sebebiyle ayrılan başka bir iddia da Kur’an’ın evrim teorisini doğruladığı veyahut evrimi doğrulayıcı ifadeler kullandığı iddiasıdır. Ancak, nasıl oluyorsa konuşmacı olan Peygamber ve ilk dinleyicileri insanın çamurdan ya da balçıktan yaratıldığına kesin olarak inanmışlar ve Adem ve Havva’nın cennetten dünyaya geldiklerine ikna olmuşlardı. Hiçbir yerde alternatif bir bilimsel görüşten ya da evrime yormamızı açıkça gerektirecek bir yorum ya da veriden bahsetmemişlerdi.
Yine benzer olarak Kur’an dili açıkça antropomorfik olduğu halde, Peygamber’in asla antropomorfik bir Tanrı’yı kastetmiş olamayacağını söyleyen görüşleri ele alalım. Ya da birbirinin mantıksal sonuçlarıyla çeliştiği için Kur’an ayetlerini yeniden yorumlayanları ya da Kuran’ın tam anlamıyla sağlamadığı ahlaki teoriler gibi şeyleri Kuran’a yansıtanları ve Kur’an’ı kendilerince konuşturanları ele alalım. Bu tür modern örnekler sayısız kere arttırılabilir olsa da temel mantıkları aynıdır. Bu metne yönelik bu tür yaklaşımlar, nihayetinde Peygamber’in iletişim kurma yeteneğini ve buna bağlı olarak, eğer ilahi ilham kabul edilirse, Tanrı’nın kendisini bile sorgulamaktadır. Bu nedenle Kur’an’ı elden geldiğince objektif anlamak hususunda en makul yaklaşım, Kur’an’ı orijinal dinleyici ve konuşmacının perspektifinden anlamaya çalışmaktır.
Peygamber’in Kur’an ayetlerini okuduğu ilk muhataplar inananları içerdiği gibi inanmayanları da içermektedir. İlk muhatap olanların nezdinde bu ayetlerin anlamı hem inananlar hem de inanmayanlar için eşit derecede anlaşılabilirdi. Bu nedenle Kur’an’da Peygamber ile muhalifleri arasında bir konuşmanın, daha doğrusu bir tartışmanın geçtiği birçok ayet görürüz. Eğer muhalifleri bu ayetleri anlamamış olsalardı, bu tartışmayı başlatmak mümkün olmazdı. Yani Kur’an’ı gerçekten anlamak için kişinin bazı dogmatik ön kabullerinin olması ya da kişinin metnin bizzat Tanrı’dan geldiği varsayımını kabul etmesi gerekmez. Dolayısıyla Kur’an’ın tarafsız ya da inansa bile konuya dogmatik taraftan müdahil olmayan okuyucular için de inanan taraftan farklı derecede anlaşılmayacak eşdeğer bir anlamı olmalıdır.
Bu metni anlamaya yönelik diğer her türlü girişim, yalnızca taraflı bir okuma; Daha sonraki kavramların, felsefelerin, teolojik varsayımların ve fikirlerin Kur’an’ın orjinal anlamından uzak birer projeksiyonudur. Bu, herhangi bir ekolün geleneksel teolojisi için olduğu kadar, feminist okuma, bilimsel mucize bulma, devlet hukuku olarak okuma, yasal metin ve benzerleri gibi modern okumalar için de geçerlidir. Yani, normların öğretilmesi düzeyinde oluşan (fıkıh v.b.) ve spekülatif teoloji (kelam v.b.) gibi geleneksel disiplinler bile aslında orjinal anlamdan uzaklaştıran birer projeksiyondur.
Dolayısıyla peygamberden ve metnin ilk muhataplarından uzaklaşan her yorum otomatik olarak metnin orijinal anlamından uzaklaşır. Bu yüzden burada tartışıldığı gibi artık sadece objektif ve rasyonel bir anlama faaliyeti değil, yanlı ve tipik yorumlama ve anlamlandırmadırlar. Çünkü daha sonrasında türetilen klasik ve modern yorumlar ve bunlar ekseninde oluşan kavramlar, amaçlar ve beklentiler ilk muhataplar için anlaşılabilir değildi. Söz, edimini gerçekleştiren konuşmacının düşünce dünyasında verilmemişti. Hangi düşünce dünyasının bize verili olduğunu öncelikle muhatapların ve konuşmacının eylemleri aracılığıyla fark ederiz. Fakat bunlardan uzaklaşmaya kalktığımız her an artık onların düşüncelerini göremez, onları anlayamaz ve onları sorgulayamayız. Yani, artık onların düşüncelerine erişimimiz yoktur. Ancak bu düşüncelere erişmek istersek geç antik dönem bağlamına, Arabistan bağlamına, metnin bağlamına (metinlerarası) ve kendi metinsel demeti bağlamına (metin içi) erişimimiz vardır. Dolayısıyla anlama çabalarımızda bu hususları ön plana çıkaracak şekilde hareket etmeliyiz. Aksi takdirde, orjinal düşünce dünyası bizim için sadece anlaşılmaz olarak kalacaktır. Dinleyicilerin ve konuşmacının eylemleri bize söz konusu sonradan türetilen kavramların kendilerine verilmediğini açıkça göstermektedir.
Olası bir karşı argüman, metnin konuşmacısının her şeyi (olası her yorumu) bildiği olabilir. Ya da metnin konuşmacısının sözlerinde ve düşüncelerinde hatasız olması gerektiği iddia edilir. Dolayısıyla, modern kavramların, daha sonraki felsefelerin ve bugün insanların gerçek olarak kabul ettikleri şeylerin bu metinde de bulunabileceği ya da en azından bu metnin bu bulgularla çelişmediği iddia edilebilir. Bu argüman tam da burada eleştirilen dogmatik ön kabuldür ve hatta bu durumda kendisiyle çelişen bir ön kabuldür. Zira metnin konuşmacısı her şeyi biliyorsa ve düşüncelerinde, sözlerinde hatasız ise zaten sonrasında türetilen her şey anlamsızdır. Öte yandan gerçekten de, her şeyi bilme veya hatadan münezzeh olma meselesi, varlığı, anlamı ve tanımı itibariyle Müslüman entelektüel tarihinde tartışılan ve ancak daha sonra kelamda geliştirilen bir meseledir. Sonradan geliştirilen bu tür varsayımları metne zorla dayatmak, metni anlamanın makul bir yolu değildir. Tarafsız bir okuyucu için, metin, konuşmacının kendi bilgi ufkunu aşma yeteneğine sahip olmadığını gösteren metinler arası ve metin içi anlaşılan ifadeler barındırırken, her şeyi bilen bir konuşmacı varsaymak zordur. Hiçbir metin ya da hitap, ilahi yolla dahi gelmiş olsa bile kendisinin ilk muhatabının kast ettiği şeyin dışında başka anlama gelemez. Konuşmacı olan peygamberin Kur’an’ın sonradan çıkarılan tüm olası yorumları önceden bildiğini veya Kur’an’ın gerçekten buna müsaade ettiğini öne sürmek gülünç olacaktır. Şayet bu tür bir görüş kabul edilse bile metne dair mantıksal açıdan ulaşabileceğimiz gerçek tek nokta metne karşı agnostik (bilinemezci) tavır takınmak olurdu.
Kuşkusuz her okur bazı ilkeler temelinde okur. Bu ilkeler önceden belirlenmiş ve metinden önce verilmiştir. Metinden alınmazlar. Bir metnin tamamen özgürce okunması diye bir şey yoktur. Bu benim burada önerdiğim makul okuma için de geçerlidir. Ancak burada söz konusu olan, metnin dogmatik olmayan bir şekilde anlaşılmasıdır. Tüm kavramlardan arındırılmış, tamamen özgür bir okuma zaten mevcut değildir. Zira akıl kavramlarla düşünür, fakat burada söz konusu olan kavramlar Kur’an dışında alternatif başka kavramlar üzerinden düşünmektir. Yalnız bu insanın tabiatı itibariyle zaten mümkün değildir.
Ne yazık ki, ister geleneksel ister modernist olsun, Kur’an’ın tüm dogmatik yorumcuları metni kendi inanç odaklı, kültürel ve zamansal merceklerinden okurlar. Bu yorumcular metinlerarasılığı, kültürel bağlamı, konuşmacının kavramlarını ve inançlarını görmezden gelirler. Sadece görünürde metne odaklanırlar, önceden tasarlanmış hedeflere ulaşmak için akrobatik dilbilimsel analizler ve diyalektik çekimler kullanırlar. Ancak ne yazık ki metni dogmatik olmayan bir şekilde anlamaya çalışmazlar ve metnin kendi adına konuşmasına ve metnin bir zamanlar ne söylemiş olabileceğinin gerçekten anlaşılmasına izin vermezler.
Vahyi anlamak hakkında yazmaya çalışan pek çok akademisyen ve yazarın kitaplarını ya da makalelerini okuyan herkes bu gerçekle açıkça yüzleşir. Onların dogmatik önyargılarına, felsefi ya da mistik konumlarına ve kadim dünya görüşlerine tamamen bağlı olduklarını görür. Bu ön kabulleri hakkında çoğunun içlerinde eleştirel bir bilinç yoktur. Bu, Sünni, Şii ya da başka bir gruptan olsun, tüm grupların âlimlerinin çoğu için geçerlidir. Büyük çoğunluğu dogmatik olmayan bir anlama girişiminde bulunmamıştırlar, ancak yine metni kendi öngördükleri ilkeler temelinde yorumlamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu metinler, “konuşmacının zihninde” ya da muhatapların anlayışında neyin kastedildiğini ortaya koymada sadece sınırlı ve oldukça yanlı bir yardıma sahiptir. Bu tür metinler okunmalıdır elbette. Ancak bu metinler okunduğu sırada salt bu metinlere bakılarak Kur’an’ın anlaşılacağının öne sürülmesinin abes olacağı bilinmeli ve dogmatik bir anlayış türetmekten uzak durulmalıdır.
Bunun bize karşı kullanılmaması için tekrar vurgulamak isteriz: bir metni anlamaya yönelik her yaklaşım ön kabullere dayanır. Burada tartışılan yaklaşım da böyledir. Bizim savunduğumuz yorum da ön kabullerden beslenmektedir. Tartışmamızda, geleneksel teolojinin varsayımı olduğu için, bilginin bir tekabüliyet teorisi anlayışına atıfta bulunuyoruz. Bir diğer varsayım ise söz konusu metnin 7. yüzyıl Arabistan’ında bir kişi tarafından dile getirilmiş olduğudur. Ayrıca bu kişinin dinleyicileri tarafından anlaşılabilecek anlamlı kelimeler formüle ettiği varsayımını da yapıyoruz.
Ancak metnin kökeni, ilahi mi yoksa insan kaynaklı mı olduğu konusunda bir ön yargıda bulunmuyoruz. Metin, tarihi ve çevresi itibariyle ilahi kökenli olduğunu iddia edebilir. Ancak bu iddiayı test edebilmek için metni önyargısız bir şekilde, konuşmacının ve dinleyicilerinin muhtemelen anladığı anlamda analiz edebilmeliyiz; Teolog veya yorumcu X’in anlaşılmasını istediği şekilde değil. Yeniden kurulan bir teoloji için varsaymak üzere elbette alternatif bir yaklaşım benimsenebilir. Ya da hiçbir karşılıklılık teorisi varsayımı yapılmayabilir ve metin tamamen edebi terimlerle ya da varoluşçuluk veya Jungculuk açısından yorumlanabilir. O zaman dahi metnin uzlaşımsal gerçekliği temsil etme ya da yasal, zaman-üstü normlar oluşturma niyetinde olmadığını söyleyebiliriz. Yani metnin ilk muhatapları tarafından nasıl anlaşıldığını öğrenmek bizi dogmatizme ya da radikalizme götürmez. Bu tür bir anlayış bizi Selefi ya da Vehhabi bir görüşe ulaştırmaz. Aksine bu anlamın ne olduğunu anladığımız vakit metnin kime, ne derecede ve nasıl hitap ettiğini anlarız. Dolayısıyla metinde ne zaman- üstüdür ne değildir ya da zaman-üstü boyutu var mıdır, yok mudur daha iyi kavrarız. Böylece metne dair ilk muhataplarına katı şekilde bağlı olmayan, karşılıklılık içermeyen, gerçekçi ve alternatif ya da edebi yaklaşımlar geliştirebiliriz.
Ancak alternatif yaklaşımdan gider ve bu cesur seçimi yaparsak, neredeyse tüm ekollerden ve geleneksel teologların varsayımlarından zaten uzaklaşmış oluruz. Bunu yaparak, burada arzu edilen ve bu tartışmanın ana hedeflerinden birini gerçekleştirecek bir adım atmış oluruz.
Şimdi elimizdeki konuya tekrar dönelim. O halde, önyargılı teolojik varsayımları metne okumak tabir-i caizse metne sadece şiddet uygulamaktır. Muhtemelen ilimde en iyi bilinen şiddet aracı te’vildir. Bir pasajın önceden kabul edilmiş teolojik bir pozisyonla çeliştiği için literal lafzından farklı yorumlanmasına te’vil diyoruz. Burada metin, Arapça’dan olası anlamlar aranarak eğilip bükülür.
Bununla birlikte, dogmatik olmayan alternatif anlayış, metnin anlamını analiz etmek için farklı yollar izleyebilir:
- Gelenekleri (hadis veya athar) iniş, bağlam, ve olaylar açısından incelemek (ki bunlar içeriklerinin dönüşümü nedeniyle genellikle sorunludur),
- Daha sonraki nesillerden uzmanlara danışılması (daha önce de tartışıldığı gibi, genellikle kendi yorumlarına ve önyargılarına sahiptirler),
- Tarihsel olarak belgelenmiş olayların ve gerçekliklerin, konuşmacının mekansal ve kültürel bağlamının, konuşmacının olası bilgi düzeyinin ve benzerlerinin, özellikle de bizim için korunmuş olan eylemlerinin ve uygulamalarının incelenmesi,
- Anlamların metin içi analizi (örneğin, anlamı analiz etmek için Kur’an’daki terimlerin, anlam bağlamlarının, kullanım biçimlerinin vb. analizi) yardımcı olur.
Bahsedilen sorunlar nedeniyle yalnızca son ikisi (yani c ve d) amaca yöneliktir.
Peygamber dinin kurucusu olduğundan ve Müslüman düşünce ekollerinin büyük çoğunluğunda din anlayışının zirvesini temsil ettiğinden ve sahabeler ilk muhataplar olduğundan, onların anlayışındaki anlam öncelikli olmalıdır. Ne de olsa burada rastgele bir metinden değil, tarihsel olarak dini cemaat ve kurucusu için özel bir öneme sahip olduğunu varsaydığımız bir metinden bahsediyoruz. Burada kurucu bir metinden bahsettiğimiz için daha dikkat etmemiz gerektiği son derece önemlidir. Ancak rastgele bir metinden bahsediyor olsaydık bile her metnin belirli asgari anlama şartları vardır. Bir metinden, bu metin ilahi olmasa bile, zorlama yorumlar çıkarmak makul değildir. Bu konuda Umberto Eco’nun Yorum ve Aşırı Yorum kitabı okunabilir.
Bu nedenle, metnin orijinal anlamını bulmak önemlidir. Dolayısıyla Kuran her şeyi sudan yarattık dediğinde, kendimize konuşmacının sudan, yaratmaktan ne kastettiğini sorarız. Ne demek istiyordu? İçinde yaşadığı dünyada onu böyle bir açıklama yapmaya iten neydi? Bazı yorumcuların yaptığı gibi, konuşmacının ve ilk muhatapların burada evrim teorisini kastettiğini varsaymak yanlış olur. Başka herhangi bir yaklaşım metni doğrulamadan tamamen muaf hale getirir. Bu suçlama geleneksel ilmi de etkilemektedir. Yorumlama (te’vil) metin için bir korumadır. Ancak bazı ilahiyatçıların iddia ettiği gibi metin her şeyi söyleyebiliyorsa ve herhangi bir literal anlam metin dışı kanıtlara boyun eğmek zorundaysa, metin her şeyi söyleme gücünü kaybeder. Artık onun “doğruluk içeriğini” ölçemeyiz. Yani artık metne karşı agnostik tavır takınmak durumuna düşeriz. Bu açıdan gereksiz yere te’vil peşinde koşmak esasında metnin gerçek anlamına ihanet olup metni itibarsızlaştırmaktadır.
Örneğin, metnin şöyle dediğini varsayalım: “Dünya düzdür”, o zaman herkes bu ifadeyi anlar. Bunu analiz edebiliriz. Konuşmacının bu ifadeyi neden söylediği sorusunu sorabiliriz. Örneğin çevresinde böyle bir kozmolojinin verilip verilmediğini kontrol edebiliriz. Pasajı genel metinsel bağlamı ve seküler bağlamı içinde analiz edebiliriz. Ancak 21. yüzyılda yaşayan kurnaz bir ilahiyatçı çıkıp da buradaki konuşmacının ebedi ve her şeyi bilen, hatasız bir konuşmacı olduğuna ve bunun kozmolojik doğruluk gerektirdiğine dair dogmatik bir inanca sahip olursa, bize “düz” kelimesinin buradaki “yuvarlak” kelimesiyle çelişmeyeceğini açıklamak isteyecektir. “Düz” aslında “yuvarlak “tır ve “yuvarlak” aslında konuşmacının zihninde her zaman metnin anlamı olmuştur. Daha sonra neyin nereye nasıl çevrilebileceğine dair açıklamalarla başlayacaktır. Bir metinden hangi kelime dağarcığının verildiği gibi açıklamalara girecektir. Sonunda metin yalnızca teologun söylemesini istediği şeyi söyler vaziyete gelecektir. Dünya yuvarlaktır ve güneşin etrafında dönmektedir. Evrim teorisi Kur’an’da anlatılır. Feminizm zaten Kuran’da talep edilmektedir. Demokrasi bir yönetim biçimi olarak verilmiştir. Işık hızının formülü zaten kazınmıştır. Evrende olan her şey orada yazılmıştır. Her bilimsel buluşu Kur’an’da görebiliriz. Bu yaklaşımla, metni gerçekçi bir şekilde analiz etmek ve incelemek için gereken tüm yararlı araçlar elimizden uzaklaşmakta ve dikkatle incelendiğinde bu tür bir yaklaşım savunan kişiyi de komik bir vaziyete sokmaktadır.
Modernist tefsirler; Kur’an’da demokrasi ve benzeri modern değerler aramak, felsefi tefsirler, feminist tefsirler ve benzerleri sonuçsuz çabalardan ibarettir. Kuran’dan bilimsel bilgi çıkarma girişimiyle aynı saçma zeminde durmaktadırlar. Tarihsel olarak doğru hikayeler, insanın bilimsel olarak doğru yaratılışı veya kozmosun bir tanımını talep etmek metni aşırı yorar. Metin bilimsel olarak tarihsel, hukuki, ahlaki ve/veya evrensel etik talimatlar ya da kılavuzlar barındırmamaktadır. Metin böyle bir iddiada da bulunmaz. Dolayısıyla, metinde örneğin yedinci yüzyıla ait kozmolojik bir resim ya da kadınların rollerine ilişkin yedinci yüzyıla ait bir anlayış sunan pasajları yeniden yorumlamaya çalışmak gereksizdir. Bu eserden 21. yüzyıl ahlaki değerlerini okumaya çalışmak da faydalı değildir. Bunun dışındaki her türlü girişim kendi kendini kandırmaktan ve en kötü ihtimalle diğer insanları aldatmaktan başka bir şey değildir.
Referanslar:
Shabestari, Die prophetische Lesart der Welt, in: Modern Approaches to Islam, 2010.
Camileri S., Varlik S., Philosophical Hermeneutics and Islamic Thought, 2023.
Van Ess J., Theology and Society IV, 1997.
Spinoza, Theological-Political Treatise. Berlin 1870.
Umberto Eco, “Between Author and Text: Interpretation and Overinterpretation”.
Soroush, A., “Evolution and Devolution of Theology”.