Drakula Kitap İncelemesi

Bige
4 min readMar 16, 2024

--

Orta halli bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Bram Stoker, 1847 yılında, Dublin’de doğdu. Yaşamının ilk yıllarını nedeni bilinmeyen bir hastalık yüzünden yatalak olarak geçirdi. Bu dönemde annesinin ona anlattığı İrlanda korku hikâyeleriyle büyüdüğü ve o dönemde meydana gelen İrlanda Patates Kıtlığı yüzünden karamsar bir çocukluk geçirdiği söylenir. Daha sonra tiyatroya olan merakı sayesinde birçok tiyatro eleştirisi kaleme aldı ve dönemin ünlü tiyatro oyuncusu Henry Irving ile tanıştı. 1897 yılında İngiliz Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen Gotik romanı Drakula’yı yazdı. The Jevel of Seven Stars (1903) ve The Snake’s Pass (1890) gibi birçok romanı olsa da, asıl ününü Drakula ile kazanmıştır. Bu yıl İletişim Klasikleri’nden Murat Başekim çevirisiyle yayımlanan Stoker’ın bu tüyler ürperten Gotik klasiği tekrar okuyucuyla buluşuyor. Günlükler, mektuplar ve gazete kupürleriyle ilerleyen romanda başkahramanlarımız Jonathan Harker, Dr. Seward, Mina Harker ve Van Helsing’in, Kont Drakula’nın Transilvanya’dan Londra’ya gelmesiyle beraber giderek karanlığa sürüklenen hayatlarına tanık oluyoruz. Onlar çevrelerinde olup biten esrarengiz olayları, ipuçlarını toplayarak çözmeye çalıştıkça, biz okuyucular da adeta bir dedektiflik hikâyesinin içinde buluyoruz kendimizi. Viktorya Dönemi İngiltere’sinin baskıcı düzeninin içine Kont Drakula ile birlikte sızan kötülük, aslında kontrol edilmesi gereken cinsel içgüdülerin bir temsili gibidir. Ayrıca Drakula ile mücadele etme eylemi, postkolonyal edebiyat çalışmalarında da belirtildiği üzere, Avrupa insanının “öteki” ile karşılaştığında onu anlamlandıramama ve dolayısıyla ondan korkma hisleriyle benzerlik gösterir.

Roman, mali müşavir Jonathan Harker’ın iş için Kont Drakula’nın Transilvanya’daki şatosuna gitmesiyle başlar. Harker orada bulunduğu zaman süresince Drakula hakkındaki dehşet verici gerçeği öğrenir: Kont aslında insan kanıyla beslenen, aynada yansıması gözükmeyen, sarımsaklardan hazzetmeyen ve sadece geceleri ortaya çıkan bir vampirdir. Daha sonra Harker Londra’ya dönmeyi başarır, fakat şatoda yaşadıklarını unutamaz. Kitap bu kısımdan itibaren farklı karakterlerin bakış açılarından yazılmış günlük ve mektuplarla ilerlemeye başlar. Bir yandan psikiyatrist Dr. Seward’ın tuhaf davranışlar sergileyen hastası Renfield, diğer yandan mürettebatları olmayan bir geminin karaya vuruşu, Harker’ın nişanlısı Mina Harker’ın arkadaşı olan Lucy Westenra’nın sebebi bilinmeyen hastalığı ve çocukların “pek güzel hanım” şeklinde tarif ettikleri biri tarafından kaçırılma olayları birleşerek tek bir nedende toplanır: Drakula Londra’ya inmiş ve korkunç planlarını hayata geçirmektedir.

Tekinsiz Atmosfer

Frankenstein ve Otranto Şatosu gibi Gotik Edebiyat klasiklerinde gördüğümüz karanlık ve tekinsiz atmosfer Drakula’da da hakimdir. Sigmund Freud’un ilk olarak 1919’da yazdığı bir makalede tanımını yaptığı tekinsiz (uncanny ya da orijinal dilinde unheimlich), eskiden bastırılmış olan bir duygunun sonradan gün yüzüne çıktığında yarattığı rahatsız edici his olarak tarif edilebilir. Bu his hem garip bir şekilde tanıdık hem de önceden bastırılarak benliğe yabancılaştığı için korkutucudur. Kitapta Kont Drakula, masum ve saf kadınları baştan çıkarıp ısıran bir canavar olarak tasvir edilir. Lucy görünüşte narin ve masum olarak; Mina da aynı şekilde kocasına sadık, iyi huylu bir kadın olarak anlatılır. Normalde Viktorya Dönemi’nin normlarına uyan bu kadınlar, Kont’un ısırığıyla değişim geçirir: “O tatlı Lucy gitmiş, yerine taş kalpli bir zalim gelmişti; o saf genç kızın yerinde şehvet dolu bir edepsiz vardı şimdi…” Bu değişim erkekler üzerinde tedirginlik karışımı bir arzu uyandırmaktadır. Lucy ve Mina artık dönemin masum ve saf kadın beklentisine uymadıkları için “kötü” olmaya mahkumdurlar. Kadınları ısırıp “kirlettiği” gerekçesiyle Drakula’nın kendisi de yok edilmeli, toplum düzeni ve ahlakı korunmalıdır. Bu anlamda, kitabın önsözünde Franco Moretti’nin dediği gibi, Drakula’nın varlığında oluşan tekinsizlik hissinin Viktorya Dönemi erkeklerinin bastırdığı cinsel güdülerin geri dönüşünden ortaya çıktığı söylenebilir.

Öteki olarak Drakula

Oryantalizm kitabının yazarı Edward Said’e göre, oryantalizm kavramı Avrupa insanının gözündeki Doğu’yu simgeler. Batı’ya göre “öteki” şeklinde görülen Doğu, Batılı insanın tersine aykırı, mantıksız ve kuralsız olarak görülür. Bu anlayışa göre kendine kural koyucu, rasyonel bir anlam atfeden Batılı insan sömürgeciliğe de bir gerekçe sunmuş olur. Kitapta da Kont Drakula İngiltere’den çok uzakta, yabancı topraklarda yaşayan, yabani bir canavar olarak tasvir edilir. Kont’un yaşadığı Transilvanya’daki halk batıl inançları olan ilkel bir toplum olarak tasvir edilirken İngiltere’de bilimsellik ve rasyonalite hakim olduğu için onun gelişi Van Helsing haricinde ilk başta kimse tarafından kabul edilmez. Onun yerine Jonathan Harker kendi zihninden şüphe etmiş, Dr. Seward somut kanıtlar olmasına rağmen inanmayı reddetmiştir. Batılı öznenin rasyonaliteye olan bu bağlılığı kitapta Van Helsing tarafından dile getirilir: “Şu içinde bulunduğumuz bilimsel, şüpheci, ayakları yere basan on dokuzuncu asrımızda daha bir sene evvel hangimiz inanırdı böyle bir ihtimale? Bizzat gözümüzün önünde ispatlanan bir inanca karşı dahi şüphe duymuştuk.” Bu yüzden Kont bir “öteki” olarak görülür: hem bilinemez ve korkutucu hem de deliliğin, şeytaniliğin, yani kötü olan her şeyin bir simgesidir.

--

--

Bige

Sinema, edebiyat ve felsefe hakkında okuyorum, düşünüyorum, yazıyorum.