Sahtekarlık Sendromu

-Mış gibi yapma sanatında uzmanlaşmak

Birce Altay
5 min readFeb 2, 2015

Mario oyunlarında milletin canına okudum, ilk web sitemi 7. sınıfta yaptım ve bilgisayar bilimi dersinin yerleştirme sınavından beş aldım.

Hazırdım sanıyordum. Bilgisayar bilimi lisansımın ilk senesine vals yaparak girerken bölümle çok uyumlu olacağımı düşünüyordum.

Yanılmışım.

Farkın kendini zihnime dökülen mürekkebin dağılır gibi ortaya çıkarması dönemin çeyreği bile geçmeden oldu. İlk bilgisayar dersim kolay değildi ama görünen oydu ki olması gerekiyordu. Dersten sonra koridorda onları yüksek sesle konuşurken duyardım. Ödevi bitirmen ne kadarını aldı? Soran her zaman bir erkek olurdu.

Cevap, dört saatti. Cevaplayan da hep bir erkek olurdu. Birisi, benim iki saatimi aldı diye dalardı konuşmaya, çözmem gereken o aptal köşeli parantez olmasaydı daha bile kısa sürerdi. Sonra muhabbet belirsiz hata bildirimlerinden kaynaklanan öfkeyi takip eden, kaynak kodunu obje koduna dönüştüren sistemlerin nasıl basitleştirebileceği hakkında saçma bir konuşmaya dönüşürdü.

Keşke kulaklıklarım kulaklarımda olsaydı diye düşünerek yanlarından geçerdim.

Bu çok kez olur— siz kalabalığın ortasındayken öndekiler ileri ve daha ileri koşar — o dökülmüş mürekkep kalıcı bir leke bırakmaya başlar.

20 saat. O ödevi yapmam 20 saatimi almıştı.

Ben bunda iyi değilim, diye düşünüyor insan. Gerçekten buraya ait miyim?

Sahtekarlık Sendromu” denen şeyi ilk defa ikinci sınıfta, Bilgisayar Bilimindeki Kadınlar grubuna konuk konuşmacı olarak gelen birinden duymuştum. Cinsiyetler arasındaki farkları daha iyi anlamak için böyle şeyleri çalışan bir kadındı.

Hem ortaya çıkışları şaşırtıcı hem de oldukça doğal olduğu için kulağa doğru gelen o çalışmalardan birbiri ardına bahsederken ağzına kadar dolu amfinin önünde nasıl durduğunu hatırlıyorum. Evet! Söylediği her şey sonra kafamda “Çak!” dedim. Evet! Bu benim tam olarak nasıl hissettiğimi tarif eden şey. Bir şeyi yapmak için sıraya girmeden önce o şeyi yapabileceğimden kesinlikle emin olmak istiyorum. Görüşmeler ve meydan okumalar benim için zor çünkü sevilebilir olmayı fazla umursuyorum. Olduğum yere şansım yüzünden geldiğime inanıyorum- örneğin; yapmış olduğum proje aslında berbat olmasına rağmen o fen projesini kazanmış olmam.

Kendimi bildim bileli –mış gibi yapıyorum.

Konuşmacı, pek çok kadının böyle hissettiğini söyledi. Erkeklerden çok daha fazla. Belki aramızda böyle hissedenlerin olabileceğini söyleyip, var mı diye sordu.

Hepimiz elimizi kaldırdık.

Tavrı çok hoştu, sanki tanımadığı yüzlerce suratın önünde konuşuyor gibi değil de, bir arkadaşıyla şarap içerken sohbet ediyormuş gibiydi. Ondan çok etkilenmiştik. Kendimi o şekilde, öyle bir kalabalığın önünde o halde düşünmeyi denedim. Düşünemedim.

Şimdi bile kendimi bazen sahtekar gibi hissediyorum dedi.

Bir saniye için bile ona inanmadım.

Profesyonel iş hayatımın ilk birkaç senesini –mış gibi yapma sanatında uzmanlaşarak geçirdim.

Okul zordu, ama en azından bir yapısı vardı. Ödevlerini yapardın. Sınavlarına girerdin. Notlarını alırdın ve notların sana durumunu söylerdi.

Bir girişimde çalışmak tamamen başka bir şeydi. İlk gün odaya girer girmez o çiğ enerjiyi hissettim. Kimse yaptığı şeyden kafasını kaldırmadı. Ofisin içinde saçma sapan bir yoğunluk vardı. Dağınık masaların ardında, mühendisler tuşlara adeta yıldırım hızıyla basarak ürünleri ortaya çıkarıyorlardı, siluetleri güvenle parlıyordu.

O zamanlar çok az şey biliyordum, ama şundan emindim; ben o enerjinin bir parçası olmak istedim. Ve bu yüzden, -mış gibi yapmaya başladım. Ortama uyacak o yapbozun bir parçası olmak için kendime şekil vermeye başladım. Çabaladım, ah ne kadar çabaladım, ne kadar aptalca, umutsuzca, zavallıca çabaladım.

Mühendisler başka bir mühendisin yazdığı kodla dalga geçerken, aynı mühendislerin ben orda olmasam benim yazdığım kodla da dalga geçecek olmalarını sarsılmaz bir kesinlikle biliyor olmam yüzünden mideme giren kramplarla, nasıl da onlarla birlikte kafamı sallayıp güldüm.

Gece ekibinin bir parçası olduğumu iddia edebilmek için öğlen ofise gidip sabah yediye kadar nasıl da kaldım.

Sırf diğerleri gibi benim de şiddetle savunacak bir şeyim olsun diye, Mac’ler vs PC’ler gibi çok da umrumda olmayan bir şey hakkında nasıl da tartıştım.

Ait olma istğim yüzünden nasıl da ne olduğuna dair hiçbir fikrim olmayan sporları izledim, vücudumun hiç dayanıklı olmamasına rağmen votkaları bir dikişte içtim ve kırıcı şeyler söylendiğinde nasıl da kırılmadım.

Çevremde olanları bir şahin gibi izleyip bir yarasa gibi nasıl da dinledim- hangi siteler takip etmeye değerdi, hangi font ailesi havalıydı, hangi framework’ler bomba gibiydi- böylece arkadaşlarımın günlük güvenlerinden birazını içime çekip taklit edebilirdim.

Bunların hiçbirini o zaman itiraf edemezdim, kendime bile. Arkadaşlarım ve iş arkadaşlarım bilse, bir utanç topunun içine büzüşüp oracıkta ölürdüm. Kılık değiştirme işini uzun süre yapınca, kendiniz de rol yaptığınızın ayırdına varamıyorsunuz. Korku ve kendine güvensizlik dolu bir yerde, kendiniz gibi davranmadığınızı fark edemiyorsunuz. Gerçek kendinizle sahtekar kendinizi nasıl barıştıracağınızı bilemiyorsunuz.

Çünkü hiçbir şey, bir sahtekar olduğunuzun ortaya çıkmamasından daha önemli değil.

Zamanın faydası birinin geçmişi daha objektif şekilde görmesine yardımcı olması. Eğer geriye dönüp kendime o aldatıcı hislerle savaşmak için ne yapmak gerektiğini söyleyebilseydim bu üç taktiği söylerdim:

  1. Olaylara olabilecek en kötü durum senaryosuyla değil en iyi senaryosuyla bakın. Ya da sadece sorun. Gün içinde bir zihnin yorumlayabileceği yüzlerce şey oluyor. Örneğin, bir toplantı size haber verilmedi. Sahtekarın tepkisi en ince ayrıntısına kadar en kötüyü düşünmek— benim toplantıya değerli bir katkım olmayacağını düşünmüş olmalılar. Bu olumsuz düşüncelere karşı koymak için, iyi niyeti düşünün. Benim çok da alakam olmayan bir toplantıyı bana yüklemeyerek beni kurtarıyorlardı. Ya da, eğer açıkça toplantıda olmanız gerekiyorduysa: toplantıda olmam gerektiğini fark etmediler ya da “kime” kısmına adımı yazmalarını unutturan küçük bir dikkatsizlikti. Böyle yaparsanız, çalışmanın da söylediği gibi, sahtekarlık sendromu mantıksız olma eğilimi gösterir ve iyi durum yorumlamasının gerçek olma ihtimali, kötü durum yorumlamasından daha fazla olur. Bana inanmıyor musunuz? O zaman kafanızda kurmayı hepten bırakın. Omuzlarınızı dikleştirin ve sorun. (Hey, sanırım benim Q’ya, X, Y ve Z yüzünden katkıda bulunamayacağımı düşünüyorsun. Eğer böyleyse gerçek geribildirimini almak isterim sahiden.) Sizin için daha kolay olacaksa bunu yazarak sorun. Sormak zor; ama kafada kurmanın küçük kağıt kesiklerine katlanmak da öyle.
  2. Farklı olmanın zayıflıklarındansa, güçlü taraflarına odaklanın. Çünkü bir sahtekar her zaman uyum sağlamaya çalışır, iş arkadaşlarından ayrıldığı noktaları üstünden gelmesi gereken şeyler olarak görür. Örnek olarak, birlikte çalıştığım çoğu kişinin sözünü esirgemeyen ve kararlı olduğu bir dönem vardı ve ben içe dönüklüğümü bir zayıflık olarak görüyordum. Neden yeterince hızlı karar veremiyordum? Neden olayın ateşiyle, ikna edici bir şekilde tartışamıyordum? Düşünceliliğimi ve bir problemin tüm yönlerine bakabilme kabiliyetimi öven geri bildirimler alana kadar eksiklik olarak gördüğüm şeylerin aynı zamanda güçlü yönlerim olduğunun farkına varmamıştım. Bu geliştirebileceğim yönlerim olmadığı anlamına gelmez, ama bakış açımdaki bu değişiklik hepimizin farklı olduğumuzu ve masaya kendi yeteneklerimizi getirdiğimizi kabul etmeme yardım etti. Bu günlerde, problemlerime zayıf yönlerime değil güçlü yönlerime odaklanmış bir gözle yaklaşmaya çalışıyorum.
  3. Karşılarında güvensizliğinizi kabul edebileceğiniz insanlar bulun. Seneler boyunca dişimi sıkıp tüm kırılganlıklarımı kendime sakladım. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de.” derler ya, ben de olmak istediğim insanı oynayarak, gün geçtikçe o kişiye dönüşeceğimi düşündüm ve bundan daha mantıksız bir şey olamazdı. Aslında, bu tarz bir düşüncenin oldukça ahmakça olduğu ortaya çıktı. Güvenebildiğim insanlara korkularımı açıkça söylemenin getireceği avuntuyu reddettim ve empatiyle öğütün gücünü kaçırdım. Herkesin uğraşması gereken bir sürü derdi var, ve siz kendinizinki ne kadar dürüstçe kabul edebilirseniz, diğerleri yardım etmek için o kadar istekli oluyor, bunu öğrendim. Bu yüzden en yakın arkadaşınıza bugün iş yerinde kendinizi nasıl sahtekar hissettiğinizi söyleyin. Kendinize bir rehber bulun ya da bir Lean-In grubuna katılın. Bu konuları yöneticinizle konuşmayı düşünün. Kendinize güvensiz olduğunuz şeyler yokmuş gibi davranmayın çünkü sadece kendinizi yaralıyor olursunuz.

Deneyim her şeyi kolaylaştırıyor ama güvensizlikler neredeyse hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmıyor. Bu herkes için geçerli, özellikle kadınlar için, özellikle de erkek dominant alanlarda çalışan kadınlar için.

Bu aralar beni tanımadığım yüzlerden oluşan kalabalıkların önünde konuşurken görebilirsiniz. Mario’da hala milletin canına okuyorum. Hala, kendimi bazen sahtekar gibi hissediyorum.

Fakat asıl mesele şu; daha kolay oluyor. Kendinize güvenmeye başlıyorsunuz. Daha az sahtekar ve daha çok kendiniz oluyorsunuz.

Bana inanmayabilirsiniz, fakat deneyip sizi böyle olduğuna ikna edeceğim.

Siz buraya aitsiniz.

Ve harika olacaksınız.

--

--