Orta çağ, Avrupa’nın karanlık zamanları… Tarihçilerin başlangıç zamanı hakkında sık sık tartıştığı ancak genel bir kanı olarak 1410 yılı ile İstanbul’un fethedildiği 1453 tarihine kadar geçen zaman dilimi olarak bilinmektedir. Doğu toplumu için aydınlık ve altın bir çağ olarak atfedilirken Avrupa için ise tam tersidir. Peki ama neden Avrupa için karanlık bir çağdır?
Her şey günümüz anlamında demokrasinin temellerinin atıldığı, felsefenin başladığı, modern anlamdaki dünyanın yapı taşı olan Roma ile başlamıştı. Kendisinin doğusunda kalan Yunanistan’a göre Roma sadece barbar bir topluluktu. Yunanistan Roma’ya göre daha gelişmiş bile denebilirdi. Sık sık etkileşim halinde olan iki devlet birbirlerinden kültür alışverişi de yapıyordu. İkinci yüzyıla gelindiğinde ülkesinin en büyük sınırlarına ulaşan Roma fiilen bir imparatorluk haline geçmişti bile. Bu büyüyen sınırlar ülkenin bütün halde kontrolünü zorlaştırdığı için İmparator Diocletian ülkeyi doğu ve batı olarak ikiye böldü. Diocletian yeniliklere açık bir imparatordu. Düzenlediği reformlar imparatorluğun bürokrasini güçlendirdi. Birçok düzenleme ile daha güçlü bir yapıya sahip olsa da ekonomik olarak reformların harcamaları yüzünden zayıfladı. Tamamen vergilere bağımlı hale gelen imparatorluk askeri harcamalar yapamadı. Bu sebeple kaybedilen Edirne Muharebesi (378) imparatorluğun batı kanadını zayıf bıraktı. Tam o yıllarda gerçekleşen barbar akınları ya da kavimler göçünün etkileri zayıf kalan imparatorluğun batısı için tehlike arz ediyordu.
Bu göçün etkileri ile tüm Avrupa kıtası şekillenmeye başlamıştı. Birçok göç eden yeni kavim Roma sınırlarına yerleşti. Toprak karşılığında Roma’ya askeri yardımda bulunanlarla beraber ufak yağmalar yapan topluluklar da vardı. Ancak savunmasız kalan imparatorluğun batısı bir süre sonra işgal edildi. ‘barbar kavimler’ olarak adlandırdıkları kavimlerden birinin kralı olan Kral Odoacer 476 yılında Batı Roma’yı işgal etti. İmparatorluk ise ayakta kalmak için batıyı feda etti. Bu sayede Roma İmparatorluğu büyük bir darbe aldı.
Öte yanda Kıta Avrupası’nda ise Fransa’nın Gaul bölgesinde, Avusturasya ve Neustrasya adında iki yeni güç ortaya çıkmıştı. Bunlar 300 yıl boyunca Merovenj Hanedanı’nın soyuyla yönetilmiştir. Ancak Avusturasya’nın güçlenmesi ile bu denge değişmiştir. 7. yüzyıla gelindiği zaman ise iki krallık arasında iç savaşların başladığı bir döneme girilmişti. Hanedanlığın birbirine düşmesi bazı büyük ailelerin işine geldi. Bunu kullanarak güç elde eden Karolenj Hanedanlığı 753 senesinde 3. Pipin önderliğinde iki krallığı da ele geçirdi. Bu darbeden sonraki zaman diliminde ise otorite boşluğu devam etti. Ancak 800 yılında tahta geçen Şarlman ile bu boşluk büyük ölçüde kapandı ve Avrupa Kıtası birleşti. Şarlman’ın tahta çıkışı bu sebeple bir dönüm noktası olarak kabul edildi.
Orta Çağ’ın en zirve dönemine geldiğimizde ise krallıklar kendilerine ait bir sistem kurmuştu. Bununla beraber feodal bir yapı oluşmuş ve papa yani kilise en ihtişamlı haline geldi. Feodalite, Avrupa’nın siyasi otoritesizliğinin eseriydi. Burjuva sınıfı denilen ve toprağı elinde bulunduran bir grup ve toprakta çalışan vassal sınıfı bulunmaktaydı. Toprak sahipleri vassal sınıfı üzerinde sonsuz hakka sahipti. Kilise ve papa ise elinde sonsuz bir yetki bulunduruyordu. Hristiyanlığın hakim olduğu Avrupa nüfusunu kontrol etmek kilise için kolaydı. Papanın elinde bulundurduğu yetkiler şunlardı;
-Endüljans: Kilisenin, insanların günahlarını affetme ve cennetten tapu satma yetkisidir.
-Aforoz: Kilisenin dinden çıkarma yetkisidir. Sadece kişiyi değil ülkeleri de aforoz edebilir.
-Enterdi: Kilisenin bir bölgeyi ya da kişiyi dini faaliyetlerini durdurma yetkisidir.
Bunlarla beraber kilisenin siyasi yetkileri de bulunmaktaydı. Kilisenin elinde bulundurduğu gücü kullandığı bir diğer alan ise Haçlı Seferleriydi. Ekonomik zorluklar çeken Avrupa halkı cennet ve para gibi vaatler ile savaşlara katıldı. İlk savaş Müslümanların elinden Kudüs’ü almak için gerçekleşti. 1071 yılında Türklerin Anadolu’nun büyük bir kısmını ele geçirmesi ile endişelenen Papa VII. Gregorius ilk kez fikir olarak bir haçlı ordusu toplamayı ve doğuya sefer düzenlemeyi düşünmüştü. Gerçekleştirmemiş olsa dahi 1096 yılında ardından gelen II. Urbanus, dönemin Bizans İmparatoru I. Aleksios’un yardımı üzerine harekete geçti. Asıl amaç Bizans’a yardım etmek değildi. Avrupa’da yaşanan kıtlığın ve ekonomik sıkıntıların durdurulmasıydı. Papanın amacı Doğu Hristiyanları ile birleşerek Müslümanları topraklardan atmak ve Kudüs’ü yeniden almaktı. Papa bu amaçları doğrultusunda yaptığı çağrı ile gerçekleşecek olan 8 seferin içinde en çok insanın bulunduğu orduyu topladı. I. Haçlı Seferi en başta genelde halkın katılmış olduğu bir sefer olduğundan ‘Halkın Seferi’ adını da almıştır. İznik üzerine giderken Yalova’da Selçuklular tarafından imha edilmiştir. Ancak savaşın devamında baronların Harçlı Seferi adı verilen ve orduyla beraber soyluların katıldığı bir savaş daha gerçekleşmiştir. Bu savaşın 5 hafta sürmesi planlansa da 2 yıl süren sefer Haçlıların zaferi ile sonuçlandı. İlk başarının ardından Haçlılar 7 sefer daha düzenlemiş olsa da kısmi başarılar elde ettiler. Sonucunda ise Avrupa’nın siyasi yapısı da gücünü kaybetti.
Orta Çağ ayrıca bilim ve sanat açısından da Avrupa için karanlık bir döneme denk gelmekteydi. Kilisenin öğretilerini mutlak doğru kabul eden bir inanış temel alınıyordu. Kilise ise çıkarları doğrultusunda sanat ve bilimin tamamen Hristiyanlık tekelinde bulunmasını sağlıyordu. Dönemin yaygın felsefi görüşü de Skolastik düşünceydi. Bu düşünce de Hristiyan öğretilerini temel alıyordu. Bu görüşün filozoflarından Augustinus’un “anlamak için inanıyorum” sözü felsefenin özünü de oluşturuyordu. İncilin öğretilerini akıldan çok ibadet yolu ile hayata geçirmek de dönemin bilim anlayışına ışık tutuyordu. Bu sebeple bilim, tinsel bir yapıya sahipti. Doğayı ve evreni anlamak da tanrıya yapılan bir ibadet olarak görülüyordu. Ayrıca dönemin bilime olan bakışı Orta Çağ’dan sonrasına da miras kalmıştır. Bu sebeple Galileo Galilei gibi bilim insanları kilisenin yetkisi ile gelecekte öldürülecektir. Kilisenin bu baskıcı düşüncesi Orta Çağ’dan sonra da Avrupa’nın utanç ile anacağı bir karanlığa sürüklemiştir.
Karanlık çağ dönemi olarak adlandırılabilecek dönem de erken döneme tekabül etmektedir. Ayrıca Orta Çağ’ın zirve dönemi de bu zaman dilimine girmektedir. Şarlman’ın tahta çıkışından önceki karmaşa süresi ve Haçlı Seferleri ile beraber Avrupa’da yaşanan kıtlık, açlık, sefalet ve kilisenin sonsuz yetkisi döneme karanlık çağ adını verdirmiştir aslında. Ayrıca bu dönemde bir taştan kılıç çekerek kral olan Arthur’un efsanesini, zenginden çalıp fakire veren onurlu hırsız Robin Hood’u, dünyanın en büyük hazinesini bir kalede koruduğu düşünülen kanatlı ejderhayı ve kimi kaynağa göre her şeyi altına dönüştüren kimi kaynağa göre de sonsuz hayat verdiği söylenen felsefe taşı da bu dönemde sıkça adı geçen efsaneler haline gelmiştir. Ancak şüphesiz dönemin en etkili olaylarından biri de ‘cadı avı’ adı verilen olaydır.
Cadı avı erken modern dönemde daha sık adını andıran bir olay olarak göz önünde bulundurulsa da Orta Çağ’da siyasi otoriterinin ve kilisenin itaatsizliğe boyun eğdirme yöntemlerinden biriydi. Cadı olarak adlandırılan kadınların bir tarikata bağlı olduğu ön görülüyordu. Şeytan ile iş birliği yaptığı söylenerek halk tarafından linç ediliyor, cadı olduğu düşünülen kadınların kiliseye haber verilmesiyle birlikte yargılanmadan direkt olarak yakılarak öldürülüyordu. Doktorların olmadığı yerlerde bitkiler ile şifacılık yapan kadınlar, ebe kadınlar, bilim ile uğraşan kadınlar ve hatta kırmızı saçlı çilleri olan yeşil gözlü kadınlar bile cadı olarak görülebiliyordu. Okuma yazma bilmek bile kadınların cadı olarak işaretlenmesine sebebiyet verebilirdi. 1320 yılında papanın engizisyon mahkemesine tam yetki vermesi ile en zalim dönemine kapı aralayan cadı avı tarihin en büyük katliamları arasında değerlendirilmesine de sebebiyet veren %80’i kadın olduğu varsayılan ve 100 bini aşkın olduğu tahmin edilen ölümlerdi. Yaşanan her türlü doğal felaket cadıların suçu olarak görülüyordu. Hristiyan inanışına göre ‘cennette şeytana kanarak yasak elmayı yiyen Havva’nın soyundan gelen ve şeytana kolay kandığına inanılan kadınların’ cadı olarak seçilmesi de şaşırılacak bir olay değildi. Ayrıca cadı avının tamamen tüm sebebi dine de dayanmıyordu. Yargılanan cadıların cezalandırılmasında kullanılacak olarak ipler ve odunların parası ceza alan kişiden alınıyordu. Cadı avı Avrupa için korkunç bir gerçeklik olsa da kilise için paradan ibaretti.
Karanlık’ın İsmi
Orta çağ içinde gerçekleşen her olaya ek döneme ‘Karanlık’ ismini veren olay ise şüphesiz ‘Kara Ölüm’ dür. İnsanlık tarihinin bilinen en çok ölüme sahip salgını olan veba salgını 75–200 milyon ölüme sebebiyet verdiği düşünülmektedir. Ancak bu veba salgını insanlara vurmadan önce hayvanlara etki etmiş ve Avrupa’da iki büyük kıtlığa da sebebiyet vermişti. Hemen ardından insanlara bulaşması Avrupa’nın 200 yıl sonra anca toparlanabileceği bir can kaybını meydana getirdi. Haliyle bu salgının en büyük etkisi de Avrupa halkında gerçekleşti. Sağlık ve bilim konusunda geri olan Avrupa salgınla mücadeleyi başaramadı. Lağım fareleri olarak bildiğimiz kahverengi kürke sahip iri bir fare türü ile taşınan pireler sayesinde bulaşan veba virüslerine hiçbir çözüm yoktu. Karantina gerçekleşemiyordu çünkü halk veba salgınından korkup belki de enfekte olduğunu bile bilmeden bulunduğu yerden göç ediyordu. Salgın kısa sürede tüm kıtada etkisini göstermişti. Üstelik hiçbir çözümü de yoktu. Arabalar ile taşınan sayısız ceset, toplu mezarlar, sokaklarda ölü bedenler dönemin Avrupa’sında alışagelmiş bir durum haline gelmişti. Cesetleri yakmak da salgından korunmanın bir yolu olarak kabul ediliyordu. Önlemlerin hiçbiri mutlak işe yaramadı; salgın ise başladığı 1346 senesinden 8 yıl sonra 1353 senesinde etkisini yitirmeye başladı.
Her ne kadar veba bitmiş olsa da Avrupa karanlıktan çıkamadı. Vebanın getirdiği ölümlerden açılan iş gücü kaybı Avrupa halkının refahını tamamen düşürdü. 1453 yılında İstanbul’un Fethi ile Orta Çağ kapanmış olsa da Avrupa’da işler karmaşık ve karanlık olarak devam etmiştir. Orta Çağ’da yaşanan Kilise odaklı siyaset ve felsefe etkilerini yaklaşık 200 yıl daha sürdürmüştür. Hatta Kopernik olarak bildiğimiz Nicolaus Copernicus, Galileo Galilei, Antoine Lovoisier, Giordano Bruno ve yüzlerce bilim insanı da kilise tarafından idam edilmiştir. 31 Ekim 1517 tarihinde Martin Luther’in kilise kapısına asmış olduğu Protestanlığın bildirgesi ile bir ışığa kavuşan Avrupa, sancılı ve yavaş bir değişim süreci ile karanlığından ayrılmaya başlamıştır. Orta Çağ ve sonrasında devam eden karanlık dönemlerini bugün utanç ile anmaktadırlar. Günümüzde hatalarından ders aldığını açıkça görmüş olduğumuz Avrupa halkları pozitif ve sosyal bilimleri büyük ölçüde gelişmektedir.
YAZAR: ERVA ÖZDEMİR
KAYNAKÇA:
● https://tr.wikipedia.org/wiki/Orta_%C3%87a%C4%9F
● https://www.akademiktarihtr.com/ortacaggenel/
● https://tr.wikipedia.org/wiki/Orta_%C3%87a%C4%9F_felsefesi
● https://tr.wikipedia.org/wiki/Cad%C4%B1_av%C4%B1
● https://tr.wikipedia.org/wiki/Felsefe_ta%C5%9F%C4%B1