Tam Bir Kış Şehri; Belgrad
--
Ekim 2015'te yaptığım Belgrad gezisinin güncesidir.
Tüm Belgrad’ı dolaşmış olmalıyım. Hava kapalı, ara ara yağmur ve tüm sokaklarını keyifle yürüyerek geziyorsunuz. Belgrad tam bir kış şehri.
Eski şehir dedikleri kısımdaki her sokak birbirinden güzel. Şirin kafeler, tarihi binalar.. Şehir sakinleri ise gözüme çok dost canlısı gözükmüyor.
Krugher & Brent adında sırpların bir birası var. Onu içtim. İçimi çok kolay bir bira. Hafif tatlı gibi. Lezzetli. Otelin barında bu biraya 170 dinar ödedim. Yani 1 yuro. İçki çok ucuz. Su 120 dinar mesela. Alkolik olmamak mümkün değil. Hangisi sırp birası diye sorduğum barmen öyle bir “oooooollofdem” diyor ki adeta kendi üretiyormuşçasına bir tutku, sahiplenme.
Sokaklarda gezerken en merkezi en havalı sokaklarında bile rastladığımız şirin küçük kitapçılara hayran kaldım. Bizde böyle bir caddede kitapçıdan çok, nezihci — dienarcı barınabilir ancak.
İstanbul’un en güzel zamanları -tabii bir turist açısından baktığımda- ekim — nisan sonu aralığıdır. Hem mutfağını doya doya baymadan bayılmadan test edebilir hem de yürüyerek gezilmesi gereken şehri fenalık geçirmeden gezebilirsiniz.
Belgrad da aynı İstanbul gibi. Tabii, henüz Belgrad konusunda atıp tutmak için erken ama tepedeki güneş ve öğlen sıcağı birebir İstanbul’u andırıyor. Hatta belki Belgrad kasım’dan sonra görülür bir yer bile olabilir.
İngilizceyle pek araları yok. Halkın konuşmamasını gayet anlarım da sanki bir devlet politikası gibi. Sokaklarda yönlendirme konusunda bile çok nadir, buraya turist de gelecek şunların bir de ingilizcesini koyalım diye düşündükleri çok az yer var.
Sarbiyan biiırları tamamdır. Pork dürüm çok tamamdır. Şayet kaldırımlarının genişliğine bakarak bir şehir seçmem gerekse idi Belgrad seçeneklerden birisi mutlaka olurdu. Belediyecilik tastamam burada. Topkafayı ve melih’i üstüne de bir kaç ada verip buranın belediye başkanını bizim oralara transfer etmek lazım.
Serbiyın biyırları tamamdır yazdım yazmasına ama şunu da belirtmeden geçmeyeyim. Bir ingiliz bir irlandalı açısından sırp biraları biradan sayılmayabilir. Bizim biralarımıza bir miktar su katmış ve yumuşatmışız gibi bir tadı var. Hesap ödeyip kalkacağınız zaman bardağınızda 3 parmak kadar bira kalır ve kafaya kolaylıkla dikemezsiniz ya bizim biraları, tam tersi, sarbiyın biralarını lıkır lıkır içmek mümkün. Yani hakikaten suyun yerini almış bir içecek burada bira.
Belgrad’a gelmeden önce internetten blogları okumuş ve okuduklarım doğrultusunda Central Park Residence’a rezervasyon yaptırmıştım. Pazar sabahı geldiğimde ise bir şekilde rezervasyon kaydımın kendilerine ulaşmadığını gördüm. Benim yaşlarımda bir arkadaş ile durumu konuştum. Başka bir yer bakmadığımı mümkünse bana bir yer bulmalarını, beraberimde 2 arkadaşım daha olduğunu ve bana güvendikleri için onların da bir araştırma yapmadıklarını izah ettim. Çok ilgili ve içten bir şekilde bana bu gece için başımın çaresine bakmamı ama ertesi gün sorunumu çözeceğini söyledi. Zaten sadece gidip uyuyacağımız için hemen hızlıca bir otel buldum ve geceyi geçirdik. Bugün ise Belgrad’ın en güzel sokaklarından birinde tavan yüksekliği neredeyse 5 metre olan dairemize yerleştik. Üstelik otele gecelik 54 yuro vermişken 2 yatak odası ve bir kocaman salondan oluşan daireyi sadece 75 yuroya ayarlamış oldum.
Bu kez yerlilerden tavsiye alalım dedik ve 3 restoran ismi öğrendik. Nehir kenarında olan cantina de frida’yı tercih ettik. Meze usulü her şeyden biraz biraz sipariş verdik. Ben kalamar çok sevmem ama yediğim en lezzetli kalamardan birini burada yemiş bulunuyorum. Bunun dışında gelenlerden de gayet memnunum. İstanbul’dan gelen biri için nehir kenarı manzarasının çok bir manası yok tabii ama canlı müzik, yemekler filan hayli keyifli. Ve son olarak da biftek ve pork. Onlar da gayet leziz. Biftek domuza oranla daha iyi pişmişti gerçi. Barmenin söylediğine göre pazartesinden ziyade diğer günler hareketli ve daha parti havasında bir mekan oluyormuş burası. Çok parti meraklısı olmadığım için isabet olmuş oldu.
Belgrad’ın bir sokağında oturup kahve içerken hissettiğim şey sanki yıllardır bunu yapıyor olduğum. Ben kalp Kafe-knjižara Meduza
Her öğün tercihim ‘pork’. Bizde yok, bulsan da 3 katını ödersin. Domuz bence çok lezzetli bir et.
İdeal Belgrad seyahati şöyle olur tahminimce. Sevgili veya bir arkadaş grubu ile bir sonbahar — kış ayı cumartesi sabahına ucuz biletler alınır. Sabah erkenden Belgrad’a gelinir gezilir yiyilir içilir eğlenilir, o gece kalınır ertesi gün yine ye, iç, kültür turu yap ve pazar en geç saatteki uçakla dön. Yani, hafta sonu İzmir’e mi gitsek gibi bir arzuyla Belgrad’a gelmek lazım. İnsanları da izmirliler gibi sıkıcı ve kibirli zaten.
Dün buradaki “zoo”ya çok beklenti içinde olmadan gittik. Ama şunu söylemeliyim ki şehrin bu kadar içinde bu kadar düzenli ve çeşitliliği bol bir hayvanat bahçesi olması şaşırtıcı. Turistik bir şeydir işte amaaan diye boş geçmemek lazım. Aksine turistik değil, hayvanların isimlerinin ingilizcesini yazmak zahmetine bile katlanmamışlar. Sürekli bu neymiş ki halinde geziyorsunuz. Veterinerler ve öğrencilerle doluydu ve yalnızca bir kaç turist vardı. Yani sanki bir hayvanat bahçesi yapalım da çoluk çocuk yaşadığı dünyayı tanısın demişler. Girişi 400 dinar. 3 buçuk yuro kadar yani.
Dün bir restoranda yemek söyledim. Menü sırpça olduğu için ne olduğunu çok anlamadan ama garsondan tavsiye alarak. Sonra geldi yemek yedim. Garson sordu nasıl buldun diye. Et çok iyi pişmiş ve dananın en sevdiğim kısmı dedim özellikle. Garsonun yüzü düştü farkettim ama bir şey demeden gitti. Aradan 2–3 dakika geçti döndü. Türkiye’den mi geliyorsun dedi, evet dedim, müslüman mısın dedi, evet dedim. Yediğin et domuz etiydi kusura bakma normalde önce sorarım ama atladım dedi. Sonra bunu nasıl yaparsın, senin yüzünden haram yedim ve cehenneme gideceğim bu yüzden bana tatlı ısmarlamak zorundasın dedim. Bedava tatlı yemiş oldum.
İlk geldiğimiz gün yöresel olduğu söylenen bir tür köfte yedik. Çevapçişi gibi bir telafuzu olan ama yazılışından şu an emin olamadığım. Sanki şişkebap der gibi söylüyorlar ama tersi şeklinde: kebapşiş. Çeşitliliğin çok olduğunu söyleyemem. Bizde köftenin bile 10–12 çeşidini saymak mümkün. Domuz etiyle yapılan yemekleri seviyorum ve şayet bizde haram kabul edilmese eminim harikulade çeşitle domuz yemekleriniz olurdu.
Buranın bir Tayland olmadığı gerçeğiyle yüzleşen değerli tatil dostlarım ceplerinde kalan parayla Belgrad’ın en lüks restoranını tecrübe etmeyi önerdiler. Olur, hayhay dedim. Madera’da canlı olarak beethoven 5. senfoni eşliğinde filet dimijene pastrmke yiyor ve fume blanc şarabımı içiyorum. Başlangıç olarak kaz ciğer, somon tartar ve kuru et tabağı söylemiştik ki kuru et tabağı dışındakileri at çöpe. Lüks, senfoni eşliğinde perdeleri çekili dış dünyadan izole bir restoranda kötü yemek yemek isterseniz burası adresiniz olsun.
Kale mutlaka görülmesi gereken bir yer. Manzara nef-fis. Yarım gün harcanacak güzellikte, yeşillikle kaplı, müzelerin olduğu bir yer. Uzun yürüyüşlerden sonra bir serbiyan hamburgeri yedim ki kendisi dev ve lezizdi. Bu dev lezzetin ücreti ise sadece 200 dinar. Yani 2 yuro bile değil. Türkiye’de benzer boyutta lezzetli bir hamburger 35 tele.
Kalenin içinde bulunan saat kulesine çıktım. Yükseklik korkusu olan biri için 80 dinara eşsiz bir işkence. Dizlerim titreye titreye çıktım merdivenleri. Burası gerçekten bir avrupa ülkesi olsaydı tahta basamağa basarken tereddüt etmezdim ama sonuçta bir balkan ülkesinde olduğumu unutmamalıydım. Döne döne en üst kata geldim ve kanat çırpma sesleri duydum. Küçücük kulede bir serçe mahsur kalmış ve benim gelmemle birlikte panikle oradan oraya uçup dışarı çıkmaya çalışıyordu. Zaten kuleden dışarıya bakmak benim için pek kolay olmadığından hayvancağızı daha fazla ürkütmenin manası yok diyerek merdivenlerden geri indim. Görevliyi buldum ve durumu anlattım. Merdivenleri çıkarken o kadar kasmışım ki kendimi şu an dizlerim ağrıyor hala. Ezcümle, kulenin içindeki eski saat sisteminin çarklarını görmek için bile 80 dinar yani 0.6 yuro verilebilir.
Şu sergiye de gireyim ne kaybederim ki diye girdiğim sergiden hayran olarak çıktım. Sergileme tasarımı, deneyim tasarımı ve grafik tasarımı her şey harikulade idi. Mihajlo Pupin, yani bizdeki adıyla bobinin mucidi. Çok çok çok iyi bir sergi yapmışlar. Şansıma bak.
Smokvica. Yemek ve içmek için leziz olduğu kadar, mekan tasarımı da güzel bir kafe. Keyifli fikirlerle ufak dokunuşlar yapmışlar her şeye. Aynı zamanda yine çok güzel 8 odası olan bir oteli de varmış.
Belgrad’ın mutlaka görülmesi gereken müzelerinden biri Military Museum. Roma döneminden başlayarak nato savaşına kadar tüm askeri araç gereci barındırıyor. Aydınlatma ve havalandırmadan kaynaklanan uğultu sizi ziyaret sırasında öylesine geriyor ki bina bu kadar eski olmasa bilinçli yaptıklarını bile düşünebilirdim. Modern çağa doğru ilerledikçe silahların zerafetlerini yitirip ölüm saçan kusursuz demir yığınlarına dönüştüklerine tanık oluyorsunuz. Savaş kostümleri yıllar geçtikçe renklerini ve renkliliğini kaybedip grileşiyor. Zerafet ve renklilik belki savaşmaya yarayan aletler ve kostümler için kullanılacak doğru kelime olmayabilir ancak obje ve kıyafet olarak düşündüğünüzde -ki müzenin kurgusu gereği böyle hissediyorsunuz- yarattığı izlenim bu şekilde. Müslüman ve balkan askerlerinin savaş üniformalarından yola çıkarak sanki bir düğüne-eğlenceye gidiyor olduklarını bile düşünebilirsiniz. Kendini korumaktan ziyade ölümün karşısına en güzel kıyafetleriyle çıkmak istermiş gibi.
Ben burada yaşarım arkadaş! Şaka şaka İstanbul’da yaşarım ben ama market alışverişini buradan yaparım. Ecnebi topraklarında eeeeen sevdiğim aktivite market gezmesi. Müze gibi. Bugün aburcuburday yapayım dedim. Kuru et reyonu adeta anbilivıbıl, avsım, magnifisınt. 400 çeşit de çoklat aldım. Mümkün olsa acesine varana kadar alacağım ama uçağa almıyorlar. Bu arada yogurt burada ayran. Bizdeki ayran burada yogurt yani. Biraz daha yoğun ama türlü türlü çeşidi var. Zdravo!
“Son gecemiz oğlum kalk ya” gerginliği başladı. Gece hayatı için 106 yaşındayım. @ona moja. Bizdeki etiler kulüplerinin sırp versiyonu. İçerde 500 kişi filan var sanıyorum. Sırbistan’ın ajları burada. Armaniy jiınsçiler yani. Aj değiliz açıkta değiliz.
Suyu çeşmeden içiyorlar özellikle belirtmedikçe kafelerde bile musluktan bardakla geliyor. Güvercinler önünüze çıkınca kaçacak sanmayın kaçmıyorlar dokunmak sevmek beslemek mümkün. Birine bir şey sorduğunuzda sizinle ilgileniyor yardımcı olmaya çalışıyor genel olarak herkeste iletişim kuracak kadar ingilizce var ama telaffuzdan kaynaklı sorunlar çıkabiliyor. Yazmak en iyisi. Taksi sistemi bir garip. Tepesi pembe olanlara binin dediler ama çok anlamadım hangisinin ne zaman fark ettiğini. Şu kafe mi bu restoran mı diye çok da zorlamanın manası yok genel olarak aynı ve türkiye’den gelen biri olarak en özgün en acayip diye sundukları şeyler bile çok ufkunuzu açmayacak. Mimari muazzam şehir tertemiz, bizim sokağı her sabah 8 de bir tanker suyla yıkıyordu. Şehir turist için tasarlanmamış, bir yeri bulmak hayli zor ama neyseki küçük olduğu için dönüp dolaşıp buluyorsunuz. Her yer park bahçe heykel ve heykeller de epey iyi. Dandik dundik buldukları boşluğa atalarını yerleştirmemişler hepsinin içerdiği hikayeler var ama bunları yazmak zahmetinde bulunmamışlar heykellerin isimleri dahi yok. Sorup öğreniyorsunuz. Her yerde börekçi var. Roll woody vista yedim hep. Vista viğişta diye okunuyor. Aşırı lezzetli sosisli bişi. Bütün şehirde 4 günde 3 veya 4 dilenci gördüm.
En önemli turistik yerlerden biri olan Tesla müzesine giderken bir tane bile yönlendirme koymamışlar. Giriş 500 dinar. Diğer yerlere göre süper pahalı. Tesla’nın hayatına dair seslendirmesi kötü bir animasyon izliyorsunuz önce. Ardından sunuma geçiliyor. Tesla’nın bazı icatlarını tanıtıyor bir genç. Ve sonra -ki doğal olarak en can alıcı kısım olan- havadan elektriğin iletilmesine tanıklık ediyorsunuz. Bu bence mutlaka tecrübe edilmesi gereken garip bir bilim mucizesi ki bunu düşünmek bile çok büyük bir saygıyı hak ediyor. En basit haliyle şöyle anlatayım: elinize florasan ampül veriyorlar bu florasan bir yere bağlı değil, bir düğmeye basıyorlar, elektrik akımını ve cızırtısını duyuyorsunuz ve ampül yanıyor. Oh dostum, delilik. Müzeyi neden kötülediklerini hiç anlamıyorum. 4 yuroya bir delinin oyuncaklarıyla oynuyorsunuz adeta. Bu yüzden çok tavsiye almayı sevmiyorum ben. Kimine sıradan gelen sizin için çok önemli olabiliyor. Balkanlardan yola çıkan soğuk havaya dikkat. Ciddi bir kuru soğuk var. En son etnografya müzesine de gittim ve artık yemek yiyip havalimanına doğru yola koyulacağız.
Balkanların balkan kimliğini yitirmiş ülkesi Sırbistan’dan geçti yolumuz sevgili yoğurt sevenler. 4. sınıf balkan müziği eşliğinde kapanışı yapıyorum. Ekrandan yazılar filan geçiyor gibi düşünün. Akıyooor. Yarın bir Tesla’yı göreceğim kısmetse sonra yurda dönüş. Ben Belgrad’a aşık olmadım çünkü aklımdaki Belgrad bu değildi, ama eğlendim, çok yedim, arap yağı bol bulmuş misali içtim, gezdiğim gördüğüm bir kaç şeyden de epey keyif aldım.
Ekim 2015
Belgrad