Bu ülkede doğup büyüyen, bu ülkenin insanından ilham alıp bunu sanatına en saf haliyle yansıtan ve o sanatıyla ruhumuzun en derin yerlerine sızmayı başarmış bir adam: Nuri Bilge Ceylan.

Peki O yönetmen olmadan önce hangi yollardan yürüdü? Ne oldu da dünya çapında bir yönetmen oldu? Onu farklı kılan nedir?

1976 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi kimya mühendisliği bölümünü kazanıyor Ceylan. Fakat o dönemdeki malum olaylar, çatışmalar, siyasi kaos ortamı yüzünden dersler kesintiye uğruyor sürekli. 2 sene olayların yoğun şekilde yaşandığı Maçka kampüsündeki okuluna gidip geliyor. Sonunda dayanamayarak 1978 yılında tekrar sınava giriyor ve olayların daha az görüldüğü Boğaziçi Üniversitesi elektrik elektronik mühendisliğine geçiş yapıyor.

Bu arada taa lise yıllarından gelen bir fotoğraf tutkusu var kendisinin. Bu tutku, üniversitedeki fotoğrafçılık kulübüne de katılmasıyla iyice artıyor. Hatta kulüpte okul harçlığını çıkarabilmek için vesikalık fotoğraflar çekiyor. Ayrıca yine üniversitedeki zengin kütüphane ve müzik arşivi sayesinde görsel sanatlara ve klasik müziğe olan tutkusu da pekişiyor.

Ve sene 1985, okuldan mezun olur. Elinde Boğaziçi Üniversitesi elektrik elektronik mühendisliği bölümü diploması ve o soru: ‘’Şimdi ne yapmalıyım?’’ Hayatının belki de en önemli kararlarını vereceği o evre… Kendiyle kalma, kendini bulma evresi.

Londra’ya gider, Nepal’e gider. Aklında o soruyla aylar süren doğu-batı seyahatlerine çıkar. Türkiye’ye döndüğünde askerlik yapmaya karar verir. Ve geçirdiği tüm bu seyahat, askerlik süreleri sonunda hayatının geri kalanında ne yapacağına karar verir: ‘’SİNEMA’’

Tutkusunun peşinden gitmeye karar verir anlayacağınız. İleride 4 kıtada birden büyük bir yönetmen olarak kabul göreceği, bir dâhi olarak anılacağından habersiz gider kalbinin götürdüğü yere.

İşte büyük sanatçılar, büyük bilim insanları, büyük girişimciler böyle çıkıyor ortaya. Önce kendini sonra tutkusunu keşfedip düşerler onun peşine. Aşkla, şevkle yapar onlar işini. Tüm sınırlarını zorlarlar ve sonunda her yerde hikayesi anlatılan, ilham kaynağı olan insanlara dönüşürler. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan gibi.

Dümeni sinemacılığa kıran Ceylan, işe koyulur. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema bölümüne başlar, bir yandan da geçimini sağlamak için tanıtım fotoğrafları çeker. Otuzlu yaşlarında ve okulun en yaşlı öğrencilerindendir o zamanlar.

Sonrasında bir arkadaşının kısa filminde hem oyunculuk yapar hem de teknik sürece baştan sona katılarak iyice pekiştirir bilgisini. Ardından o kısa filmin çekildiği arriflex 2b kamerayı kendi kısa filmini çekmek amacıyla satın alır.

1993’ün sonlarında, bir kısmını Rusya’dan kendi valizinde getirdiği, bir kısmını TRT’nin verdiği son kullanma tarihi çoktan geçmiş filmlerle kısa filmi Koza’yı çeker. Bu film 1995 Mayıs ayında Cannes’da gösterilir ve Cannes film festivalinde yarışmaya seçilen ilk Türk kısa filmi olur.

Ardından üç adet uzun metrajlı filmini çeker: kasaba (1997), mayıs sıkıntısı (1999) ve uzak (2002). Ve biliyor musunuz? Bu filmlerde Ceylan yakın arkadaşlarını, akrabalarını ve ailesini oyuncu olarak kullanır ve görüntü yönetiminden ses dizaynına, yapımcılıktan kurguya, senaryodan yönetmenliğe tüm işleri kendisi üstlenir.

Bu üçlemenin son filmi olan, sadece 5 kişiyle çektiği ‘Uzak’, 2003 Cannes Film Festivali’nde büyük jüri ödülünü alır ve artık Nuri Bilge Ceylan uluslararası alanda tanınan bir yönetmendir… Bununla da bitmez, Uzak filmi Cannes sonrasında 23’ü uluslararası olmak üzere toplam 47 ödül alır ve Türk sinemasının en fazla ödül kazanan filmi olur.

Filmlerinde sıradan ama gerçek olan dünyayı, hayatın sıkıcılığını, insanı öyle saf ve temiz bir biçimde iletiyordu ki karşı tarafa… Öyle yalın bir şekilde icra ediyordu ki sanatını…Hayran bırakmıştı herkesi kendine.

Ardından 2006 yılında ‘İklimler’ filmini çeker ve bununla da Cannes film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü alır.

2008 tarihli filmi ‘Üç Maymun’ ile 61. Cannes Film Festival’inde en iyi yönetmen ödülüne layık görülür. Ayrıca belki hatırlarsınız, ‘Üç maymun’ Oscar yarışında da ilk dokuza kalmayı başaran ilk Türk filmidir.

Ve yıl 2011, “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi Cannes Film Festivali’nde büyük jüri ödülünü kazanır.

2014 yılında yine Cannes’da görücüye çıkan “Kış Uykusu” filmi ile festivalin büyük ödülü altın palmiye ödülüne layık görülür.

Nuri Bilge Ceylan filmlerini izleyince ilk göze çarpan şey sadelik. Bize paraya, gösterişe, şöhrete, bağırış çağırışa, reklama gerek olmadan, en samimi şekilde gerçek sorunlarımıza yönelerek de sanat yapılabileceğini ve göstermiştir.

Ayrıca harika bir gözlem yeteneğine sahip Ceylan. Topluma ayna tutuyor adeta. Öyle güzel anlıyor ve anlatıyor ki bu toprakların insanını…

Şöyle diyor kendisi: ‘’Meselem insan denen muammayı ve onun bağlı olduğu daha da büyük muammayı anlamlandırmaya çalışmak.’’

Cannes’daki bir basın toplantısında da sosyal reflekslerle film yapmak yerine insanı anlama çabasının temel motivasyonu olduğunu söylüyor.

Başından beri filmlerini piyasa için değil sinema adına yapan, günümüzde eşine az rastlanan insanlardan desek yanılmış olmayız. Bir yanda 1 ayda film çekenler var, diğer yanda 6 ayını sırf montaja ayıran Nuri Bilge Ceylan. Recep İvedik’lerin, Cumali Ceber’lerin rekor kırdığı Türk sinemasında hala kaliteli ve anlamlı işler yapmaktan vazgeçmeyen bir adamdır kendisi.

Sanata, kültüre, üretime, özgünlüğe, başarıya aç toplumumuzun umudu, can suyudur.

--

--

Bora Özkent

Sınırları zorlayan herkesin büyük şeyler başarabileceğine ve hayallerindeki hayatı yaşayabileceğine inanıyorum. İçeriklerimle size ilham vermeyi istiyorum.