Georges Perec

‘’Paralı Asker’’ Romanı Üzerine…

Buse Oktar
6 min readJun 10, 2023

Perec, 1936 yılında Polonya asıllı Yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babasını İkinci Dünya Savaşı sırasında annesini ise Auschwitz’de ki Yahudi soykırımınında kaybetti. Sorbonne’da eğitim gördü. Hayatının uzun bir kısmı süresince Saint-Antoine Hastanesi’nin araştırma kütüphanesinin arşiv bölümünde çalıştı. Edebiyat dünyasına Şeyler (1965) adlı romanıyla ilk adımını attı. Ve ardında daha nice başarılarını bırakarak Mart 1982’de akciğer kanserinden hayatını kaybetti…

Fakat gözden kaçan önemli bir detay var. Yazarın yayımlanan ilk eseri ilk yazdığı romanı değildi. İlk yazdığı romanı ‘’Paralı Asker’’ romanıydı ve yazar türlü uğraşlarına rağmen yayınlatamamıştı bu eserini. Ve bundan da şöyle söz etmişti Georges Perec;

‘’Bırak olduğu yerde kalsın, en azından şimdilik. On yıl içinde, bir başyapıt vereceği dönemde tekrar dönüp bakarım, olmadı bir araştırmacı senin eski valizlerinden birinde bulup yayımlayana kadar mezarımda beklerim.’’

Gelgelim yazar bir taşınma sırasında atılacak kağıtları içerisine koyduğu valizle bu valizi karıştırır ve böylece Paralı Asker’in basımı biraz daha ertelenmiş olur… Paralı Asker üzerine yazarın türlü denemeleri olmuştur bu da gösteriyordur ki yazarın atmak istediği valizler karışmıştır. David Bellos biyografisini yazmak üzere araştırma yaparken bu taslakları bir arkadaşının evinde bulur ve bu romanda günümüze kadar gelmiş olur…

Perec’i okumaya iyi ki ilk romanından değil de ilk yazdığı romanından başlamışım…

Neden mi bunu söylüyorum?

Çünkü Perec okumaya öyle veya böyle bir yerlerden başlardım. Benim için önemli olan hiçbir zaman yazarın kendisi olmadı, daima kitaplarıdır beni ikna eden…

Ben bu romanının basımını elime aldığımda (ki bu basım Can Yayınları’nın kendisine ait) bir önsözle karşılaştım ve önsözü okumak bu kitaba olan ilgilimi bir kat daha arttırdı. Az önce yukarıda değindiğim birçok şeyi bu önsöz sayesinde öğrendim. Örneğin bu kitabın yazarın ilk yazdığı roman olduğunu, bu romanın yayıncılardan nasıl geri döndüğünü, bu roman üzerine arkadaşının düşüncelerini ve en önemlisi yazarın birçok kitabının izlerini nasıl taşıdığını öğrendim. Tabii ki ilk bu önsözü okuduğumda neyle karşı karşıya olduğumu tamı tamına kestirememiştim lakin kitabı bitirdiğimde tekrardan dönüp bir kere daha okudum bu önsözü ve bir kez daha anlam kazandı…

'’Madera ağırdı.’’

Roman bu cümleyle açılış yapıyor. Ve esasında kabaca bakmak gerekirse kitap bir polisiye romanı. Sahte tablo ustası Gaspard Winckler, içerisine düştüğü bu sahtecilik ağından bir çıkış yolu ararken bu özgürlüğü onu bu işlere bulaştıran Madera’yı öldürmek ile buluyor. Aslında onu bu işlerle tanıştıran Jerome, Rufus ve diğerleridir ama bu işlerin sahibi yani bu ağı kuran kişi Madera’dan başkası değildir.

Bağımsızlığına onu ulaştıracak bu adım Madera’nın yardımcısı Otto’nun atölyeye gelmesiyle ilk engeline takılmış olur ve Gaspard kendisini bir çıkmazın içerisinde bulur. Dört duvar arasına kendisini hapsederek çıkışını kurgulamaya çalışır. Ve kendisini dört duvara hapsettiğiyle yetmezmiş gibi bir de bu çıkışını bir tünel kazmada bulur…

Biz aslında tek bir olayın, tek bir dört duvarının tekrarını okuyormuş gibi hissediyoruz kendimizi.

Bunun her roman okuyucusuna hitap etmeyeceğini düşünüyorum. Ama öte yandan kendim adına konuşacak olursam bu yolculuk bana da bir anlam kattı diyebilirim. Çünkü Gaspard’ın çözümlemeye çalıştığı şeyin Perec’in ilk roman sancısının ta kendisi olduğunu düşünüyorum ben. Biraz daha abartarak Gaspard eşittir Perec demek istiyorum. Bunun büyük bir iddia olduğunun da farkındayım ama önsözü tekrardan okuduğumda da bunu görüyorum tam olarak. Yazarın romanlarınlarında yazarın kendisinden izler görüldüğüne altını çizerek değiniliyor zaten.

Yazarın romanının psikoloji ve imgeler üzerine yayıldığını görüyorum.

Gaspard’ın Paralı Asker tablosunu kopyalamak için aradığı ‘’yalınlık ve ustalık’’ kavramlarının yazarın ilk romanını için çalışmalarının bir yansıması olarak görüyorum. Gaspard’ın sahteciliği üzerine üzerine şunları söylüyor Perec; ‘’Yalınlık ve ustalık. İnsan bunu söylüyor kendisine; her şeyin söylendiğini sanıyor. Ama o yalınlığın göstergeleri? O ustalığın göstergeleri? Tek başına gelmiyor.’’ Yazar bir üst paragrafında da şunlardan bahsediyor; '’Önceden varolan bir şeyi aktarmak, başka bir dil yaratmak zorundaydım ama Özgür değildim: Dilbilgisi ve sözdizimi zaten karşımdaydı, ama sözcüklerin hiçbir anlamı yoktu; onları kullanmaya hakkım yoktu artık. Yaratmak gereken de buydu, yeni bir söz dağarcığı, yeni bir göstergeler bütünü... Onu ilk bakışla özdeşleştirebilmem gerekiyordu, ama yine de ondan farklı olması gerekiyordu... Çok zor bir oyundu… Ben o sayfaya şöyle bir not düşmüşüm;

Perec’in ilk romanını yazarken çektiği sancılar…

Müsvedde. Yazar bu yazdığı romana bir müsvedde gözüyle bakıyordu belki de ve kendisinin dahi basılacak gözüyle göremediği bu roman ilk yazdığı romanı olmasına rağmen ilk yayımlanan romanı olarak karşımıza çıkmıyor. Perec şöyle diyor romanında; '’Günlerin tek düzeliği. Sonra olaylar, bir hikaye, yazgı, yazgı müsveddesi.’’ Hatta bunu o kadar abartıyor ki bu taslak için dostuna şöyle söylüyor; '’Condittiere’e (Paralı Asker) gelince, onu okuyacak olanın da kafasına sıçayım.’’

Gerçeklik. Yazarların çok iyi bildiği bir şey vardır ki yazarlar yalnızdır ve çoğu zaman dört duvar dostudur. Aslında Gaspard’ın romanın büyük bir çoğunluğunda konumlandığı mekan dahi bir imgelem. Dört duvar arasında farklı bir gerçeklik düşleyerek bir roman yazmaya oturmak… Perec şöyle aktarıyor bunu bize romanında; '’Dünyanının dışında bir yer olsun da neresi olursa olsun.’’ Başaramayacaksın diye de ekliyor hatta. Ama bizler onu günümüz de bile çok başarılı bir roman yazarı olarak anıyoruz.

'’Zamanlarda ve mekanda, geleceğim kaydedildi.’’

Maske imgesi görüyorum. Yazarın yazar kimliğine kavuşma isteği ve belki de kendi benliğine kavuşma isteğiyle yanıp tutuştuğunu görüyorum ben. Ardına saklandığı maskelerden şikayetçi, gündelik hayatın içerisinde takınmamız gereken maskelerden şikayetçi… '’Maskelerin ve yine maskelerin yığılması, maskelerin ağırlığı…’’ diyerek ifade ediyor bunu Perec.

'’Arkanda maskeler var. İçinde hiçbir şey yok. Yaşama arzusu. Ölme arzusu. Bir boşluk hissi, hoyrat bir anlayışsızlık. Ya sonra?’’

Çaba… Gaspard’ın defalarca '’Paralı Asker’' tablosunun üzerinden geçmesi… '’İndirdiğin darbelerin sürekliliği. Devam etmeye hevesim var mı? Bu soru niye? Durmamalısın.’’ diyor Perec. İlk roman taslağını ilmek ilmek işlemiş fırça darbeleriyle tıpkı roman boyunca fırça darbeleriyle paralı asker tablosunu yapması gibi.

Anlam. Perec '’Anlamak niye? Ve unutmak, niye? Ardından teker teker maskeler gelmişti.’’ diyor. Sürekli kendini gizlercesine maskelerin ardına saklanarak yaşıyor ve bir yandan maskelerin altına baka baka anlam arıyor. Ve arayışını romanlaştırıyor. Samimi bir şekilde maskelerini indiriveriyor bizim karşımızda ve bir anlığına Perec’i anlıyoruz yazdıkları anlam ve boyut buluveriyor.

'’Hepsi, ama hepsi anlamsız… Yine de bütün bunların içinde yaşıyorum ben…’’

Özgürlük. Bir yandan kendi sesini ve kendi yazabileceklerini sorguluyor bir yandan da kendi kişiliğinin sınırlarını sorguluyor. '’Ne acayip. İnsan özgür sanıyor kendisini. Sonra bir anda… Yok. Nerede başlıyordu özgürlük?’’ diye soruyor bize Perec. Ama bir şekilde bunun ne kadar beyhude bir uğraş bir olduğunu fark etmiş olacaktır ki şu sözleri sarf ediyor ilerleyen sayfalarda;

'’Issız bir yolda özgür. Nereye gittiğini bilmeden kendisinin önünde yürüyor.

Yaratmak. Bir şeyler yaratma ihtiyacağından doğan yazma eylemi kafasını kurcalıyor olacak ki Perec’i ‘’ Yaratmak gerekiyordu. Ama nereden başlayacaktın? diye soruyor kendisine. İyi bir işçilikle romanını kuruveriyor. Bilinç akışı tekniği üzerine kurulu bu roman belki de yaratmanın kendisiyle bizi fazlasıyla içli dışlı ediyor.

'’Doğrudan hayatı istemiştim, anlık zaferi… Yaşamak ve dövüşmek gerekiyordu… Dövüşmek istemiyordum… Yüzümü saklayarak dövüşüyordum, çok sağlam bir zırhla dövüşüyordum, gölgelerle dövüşüyordum.’’

Yazmayı sanat olarak görüyor. '’Bir dönemi ele almanın, bir dönemi kusursuzca tanımlamanın bir yolu değil de nedir ki sanat, o dönemi hem aşan hem de açıklayan, o dönemi açıklayan çünkü aşan, aşan çünkü açıklayan bir tanımlamadan başka nedir ki?’’ diyor Perec. İlk romanıyla sanatçı kimliğine kavuşmayı arzuluyor ve bunu bir sahte tablo ustası olan bir karakter üzerinden kurguluyor. Roman yazmanın sanat üzerine bir sahtecilik olduğu üzerinde mi duruyordu Perec yoksa içerisinde bastırılmış bir duygudan mı ibaretti bu sanatçı kimliği sorgulaması..?

Kendine ait bir şeyler yaratmak ihtiyacıyla yanıp tutuşan bir yazardı belki de Perec. '’Kendi yüzüme ihtiyacım vardı çünkü, kendi gücüme, kendi ışığıma.’’ Aslında başkalarının çizdiği tablolardan kurtulmak isteyen Gaspard diğerlerinin söylediklerinden kendi kalemini kurtarmaya çalışan Perec’in kendisi olabilir miydi? Ama her şey zaten söylenmişti ve Perec kendi sesine kendi kalemine ulaşmak adına kuvvetli bir sancı çekiyordu…

Nihayetinde romanın son kertesine geldiğinde gerçekten kendisi için mühim olanın farkına varıyor ve şöyle diyor ‘’Ama önemli olan tek şey ona doğru attığın adımdı, bedenini öne doğru itmen, bilincin o devinimi, o irade, o çaba.’’

Kendi inandığı yolun üzerinde, adımlarına sadık kalarak ilk romanını yazma yolunda olan tüm yazarlara buradan ve bu roman üzerinden ne kadar kıymetli bir yolculuğa çıktıklarını hatırlatarak bitirmek istiyorum ben yazımı. O yola elbet bir gün çıkacaksın… Veya çoktan çıkmış da olabilirsin o yolculuğa. Yola sadık kalman ve ilk romanına kavuşman dileğiyle…

--

--