Arada mı kalmak?

Cenk Ebret
5 min readOct 12, 2018

--

Helmond tarafında bir yürüyüş esnasında eşimin çekmiş olduğu bir fotoğraf.

Hollanda’da yaşamımı sürdürdüğüm 2. yılımın sonlarına doğru, içimde dökülmeyi bekleyen onlarca konunun biriktiğini fark ettim. Bu da beni fikirlerimi paylaşmaya çalışmaya itti, umarım hakkını verebilirim.

Öncelikle şunu belirtmemde fayda var, yazacağım konular bilimsel verilerden ziyade şahsi gözlemlerime dayanıyor olacak. Dolayısıyla içerisinde yanlış olduğunu düşündüğünüz, ya da katılmadığınız konular olursa konu üzerine tartışabiliriz, ben size görüşlerimi siz bana yanlış bulduğunuz konuları aktarabilir, orta bir yol bulabiliriz. Lütfen yanlış bulduğunuz konular olursa beni uyarmaktan çekinmeyin.

Gereğinden fazla uzattığım bu kısmı geçtikten sonra, sanırım artık konuya girebilirim.

Buraya geldiğimden beri neler değişti, nelerin farkına daha fazla vardım?

İlk sene Türkiye ziyaretim sonrası:

  • Türkiye’yi hala evim gibi, Hollanda’yı ise misafirlikte bulunduğum bir yer gibi hissediyordum.
  • Türkiye çok kaotik, Hollanda çok düzenli geliyordu. (Bu konuda görüşlerim değişmedi. Ancak bakış açım değişti. Bunu ayrıca anlatacağım.)
  • Hollanda iklimi çok fazla canımı sıkıyordu. Türkiye cennet gibi gelmişti. Havaya küfredip duruyordum.
  • Hasret çekme konusunda git geller yaşıyordum. Bazen çok duygusallaşıyordum. Gözlerim yaşarıyordu. Bazen de iyi ki gelmişim diyordum.
  • Şehri ve ülkeyi henüz çok tanımıyordum. Belki de sadece gördüğüm şehirler güzeldir, diğerleri Türkiye gibi olabilir diye düşünüyordum.

İkinci sene yaptığım ziyaret sonrası bazı değişiklikler farkettim:

  • Artık Hollanda evim gibiydi. Türkiye’de misafirlikte gibi hissetmeye başlamıştım.
  • Türkiye’nin neden kaotik, Hollanda (ya da Avrupa) neden böyle değil bunun üzerine fikir yürütmeye başladığımı farkettim. Bunları yazının ilerleyen bölümlerinde sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
  • Kültür ve dilin farkları hakkında kafa yormaya başladım, bunların sebeplerini (kendimce) araştırdım. Kabaca bu iki farklı kültürün birbirine benzemesinin zor olduğu kanısına vardım. Buna da ayrıca değinmeye çalışacağım.
  • İklim olarak Hollanda daha iyi gelmeye başladı. Türkiye çok sıcaktı ve İzmir’de yaşayan ailemi ziyaret ettiğimde sıcaktan o kadar bunaldım ki, Hollanda iyiymiş yahu diye düşünmeye başladığımı farkettim.
  • Hasret olayı stabile bağladı. Eşi, dostu, akrabaları ve şehrin güzelliğini, özlüyorum ve sürekli özleyeceğim. Bu yadsınamaz bir gerçek ve hep öyle kalacak. Ancak yaşamayı sürdürmeyi planladığım yer Hollanda. Bunun da sebeplerini açıklamaya çalışacağım.
  • Çoğu şehri gezdim. Hepsi aynı. Huzur anlamında söylüyorum. Huzurlu memleket.

Neler oluyor? Nereden geliyor bu farklılıklar?

Bunu anlatmak biraz çetrefilli olacak. Ancak hiç hoşlanmadığım Avrupa’yı gereksiz övüp, Türkiye’yi gereksiz yerme yanlışına düşmeyeceğim. Yine kendimce objektif bir karşılaştırma yapmaya çalışacağım, buradan da sonuca varmaya çalışacağım.

Bunu daha net ortaya koyabilmek için hem bizdeki iyi ve kötü şeyleri, hem de Hollanda’daki iyi ve kötü şeyleri ve sebeplerini yazmaya çalışacağım. Bunları düşünürken şöyle felsefi bir çıkarım yaptım. İyi ya da kötü diye bir şey yok, farklılıklar var. O kadar. Çünkü her ki taraftaki iyi şeylerin doğurduğu kötü sonuçlar, kötü şeylerin doğurduğu iyi sonuçlar olabiliyor. Buyrun beraber bakalım.

1 — Türkiye’de insanlar daha sıcak, paylaşımcı.

  • Bizim kültürümüzde zora düşene yardım edilir. Misafire ikram edilir. Bunlar çok güzel.
  • Bu iyi niyet gösterme, bazı insanların bunu suistimal etmesine yol açar. Bu yüzden otlakçılar, diğer insanların iyi niyetini suistimal eden insanlar ortaya çıkar. Bu çok kötü.

2 — Türkiye daha kalabalık, her dükkan her saatte açık, hizmet sektörü Hollanda’ya göre çağ atlamış durumda, Hastaneler ve sağlık sektörü Avrupa’dan iyi.

  • Daha kalabalık olduğu için iş bulmak sorun olabiliyor. Her dükkan her saatte açık olduğu için iş-hayat dengesi yerlerde. Gelir eşitsizliği almış yürümüş. Hizmet sektörü çağ atlamış, ancak patronlar çalışanları çok fazla ezebiliyor. Bu hakkaniyetsizliği, hakkaniyetsizlik de anarşiyi doğurabiliyor.
  • Hastaneler Türkiye’de çok iyi ve çok rahat erişilebilir. Bu şu demek, özel hastaneye gittiğinizde sizden gereksiz onlarca testi vs. yapmanızı isteyecek kötü niyetli doktorlarla karşılaşma ihtimaliniz çok daha yüksek. Bunun yanı sıra hastaneler de dolayısı ile çok kalabalık ve özellikle devlet hastanelerinde işler pek iyi ilerlemeyebiliyor, doktorlara hemşirelere dayak vs. atılabiliyor maalesef.

Şimdi bir de ters çevirip Hollanda tarafından bakalım:

1 — Hollanda’da insanlar çok bireysel. Paylaşımcılık yok denecek kadar az.

  • Bu kötü durum şöyle bir iyilik doğuruyor; otlakçı yok. Diğerinin hakkını yiyen yok. Herkes bireysel ekonomisini kendi kontrolünde tutabiliyor. Çünkü hiç bir zaman sen benim hesabı öde durumu oluşmuyor. Misafir çok gelmiyor, gelirse de randevu ile ve çok kısa süreliğine. Kültürümüze uygun değil evet. Ama düzeni sağlıyor.

2 — Hollanda’da gelir eşitsizliği yok denecek kadar az. Sosyal devlet oturmuş durumda.

  • Bu iyi durum şu kötü duruma yol açıyor, insanlar yaptığı işe çok saygı duymayabiliyor. Dolayısı ile bir mobilya almak istediğinizde parasını hemen ödemenize rağmen 3–4 ay sonra göndereceğiz diyebiliyorlar. Bizdeki gibi müşteri velinimettir düşüncesi oluşamıyor. İnsanların işimi kaybederim korkusu yok, bu da kaliteyi düşürüyor.
  • Hollanda’da düşene yardım etme gibi bir durum yok. Birincisi düşen çok az, ikincisi zaten devlet yardım ediyor. İşsiz bile kalsanız kral gibi yaşamınızı sürdürebiliyorsunuz. (Tabi Hollanda vatandaşıysanız.) Ne kadar güzel, değil mi? Değil. Çünkü bunu suistimal eden binlerce insan oluyor, vergi ödemeden ayrı işte çalışan ve işsizlik maaşı alanlar olabiliyor. Kendini hasta gösterip maaş alanlar ve ekstra işlerde kanun dışı çalışan insanlar olabiliyor. Bu bir kültür değil tabi ki, ancak böyle durumlar biraz adalet hissini zedeleyebiliyor.
  • Hastane konusuna gelecek olursak, Hollanda’da aile doktoru izin vermeden hastaneye gitmek imkansız. Onun izin vermesi de çok zor. Bu sayede hastaneler bomboş ve gerçekten hasta olanlar gittiğinde çok rahat işleri görülebiliyor. Tabi bazıları bunun da yolunu bulmuş. Parmağı ağrısa elimi oynatamıyorum diye doktoru kandırıp hastaneye gidenler de yok değil.

Bu şekilde bir karşılaştırma yaptığınız zaman, ora iyi bura kötü ya da tam tersi bir çıkarım yapmanız imkansız hale geliyor. Çünkü olay biraz yin-yang olayına benziyor.

Her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde bir kötülük vardır.

Bu noktada kişinin bir tercih yaparken kendi kırmızı çizgilerini belirlemesi gerekiyor.

Peki ben neden Türkiye’de değil de Hollanda’da yaşamayı tercih ediyorum?

Öncelikle kısaca kırmızı çizgilerimi açıklamaya çalışayım:

Ana konu: Ayrımcılık ve Adalet

Alt dallar:

  • Seksizm: İnsanlar cinsiyetleri üzerinden hak ihlaline uğratılmamalı.
  • Irkçılık: İnsanlar ırkları, dinleri, düşünceleri üzerinden ayrımcılık görmemeli.
  • Gelir eşitsizliği: Zengin ve fakir’in adalet anlamında herhangi bir farkı olmamalı. Bunun yanı sıra yaptıkları iş üzerinden sınıf ayrımı olmamalı. Bir çöpçü ile bir yazılım mühendisi maaşları arasında tabi ki fark olacaktır ama bu fark sınıf ayrımı seviyesinde olmamalı.
  • Temel hak ve özgürlükler: Herhangi bir olay bizi temel hak ve özgürlüklerimizden ayıramamalı. Düşünce özgür olmalı. Ben burada kralın fotoğrafını alıp bir mizah malzemesi olarak kullandığım için dava edilmemeliyim. Ya da bir haber yaptığım için hapse atılmamalıyım.

Bu noktada sanıyorum neden Hollanda’yı tercih ettiğim ortaya çıkacaktır. Bu kişisel bir tercihtir, yatırım tavsiyesi değildir.

Ben kısaca şunu yapmış oluyorum;

Yukarıda yazdığım kırmızı çizgiler istediğim şekilde işlediği için, farklı bir kültüre, kendi kültürüme ne kadar uymasa da adapte olmayı göze alıyorum. Bu göze alma bazı eksiklikler getiriyor, ailemi, arkadaşlarımı özlüyorum. Ama benim hesaplarıma göre, bana daha fazla uyan bir yerde yaşıyorum.

2. senenin sonundaki düşüncelerim bunlar. Düşünceler değişebilir, yeni yazılarda herhangi bir değişiklik hissedersem yine sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Esen kalın.

--

--