Postmodernizm ve Popüler Kültür

Deniz Katıel
11 min readSep 17, 2018

--

Modernizmin hakim olduğu dönemlerde üretim ön plandayken post-modern çağda artık tüketim önem kazanmıştır. Hatta tüketim, üretimi ikame eder duruma gelmiştir. Post-modernizmin bu kadar fazla ortaya çıkmasında veya tüketim algısının bu kadar zirve yapmasında popüler kültürün ve medyanın etkisi oldukça fazladır. Tüketim algısı günden güne bireylerin kendi ürettikleri şeylere yabancılaşmasına neden olmuştur. Artık ihtiyacın yerini istek almıştır. Moderniteden ve modernizmden yana olmak, duruma göre değişen şekillerde, liberal dünya görüşünden, Ortodoks marksizmden ya da Frankfurt Okulu Eleştirel Teorisinden yana olmak anlamına gelecektir. Postmodern söylemin içinde yer almak ise Frankfurtçuları, Ortodoks marksizmi, liberal dünya görünüşünü yargılayarak postmoderni mutlak farkın ta kendisi olarak algılayıp teorileştirmek anlamına gelecektir. Modernizmi basitçe bir kenara iten noktada postmodernizm, kültürel aygıtın kendisini kökten yeni olarak meşrulaştırdığı taleplerine teslim olmaktadır ve modernizmin kendi zamanında karşılaştığı önyargıları tekrar canlandırmaktadır. Postmodern kuram, modernizmle kopuşunu resim, edebiyat ya da mimari gibi yüksek sanatlar içinde açıklamakla daha çok ilgilenmiştir. Başlıca post-modern kuramcılardan olan Baudrillard, popüler kültür hakkında oldukça kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Postmodernizm İngiltere’de ortaya çıktığında çok fazla deneyimi özellikle ‘iletişimin anlık olması’ gibi durumu saptamıştır. Baudrillard, yırtıcı ve global sömürgeci medyanın anlık iletişim uzamına sızmış olduğunu öne sürmektedir. Anlığın yaratmış olduğu bu birleştiriciliği ise karamsarlık şeklinde yorumlar. Neal Postman ya da Pierre Bourdieu da çok fazla enformasyonun iletişim sarhoşluğu yaratacağından ve her bilginin önemsizleşeceğinden bahsetmektedir. 19. yüzyıldan devralınan sınıf kültürü yerini kitle kültürüne bırakmıştır. Buna koşut olarak da siyasal temsil kurumları iflas ederek yarı eğlence yarı spor halini almıştır. Bu da bir dönemin noktalanıp bir diğer dönemin başladığına mı işarettir? Postmodern, gerçekten terimin içlemlediği gibi bir ‘sonra’ mıdır? Son dönemlerde medyada mimari ve sanatlardaki postmodernizme çokça yer verilmesi genel ilginin bu fenomenin üzerinde toplanmasına yol açmıştır. Aynı zamanda postmodernizmin karmaşık tarihini de bulanıklaştırmıştır. Kültürün önemlice bir sektöründe bir postmodern varsayımlar vardır. Tecrübeleri bir önceki dönemden ayıran duyarlıkta, pratiklerde ve söylemlerde fark edilebilir bir değişiklik söz konusudur. Bu dönüşümün çeşitli sanatlarda sahiden yeni estetik biçimler yaratıp yaratmadığı ya da bu dönüşümün temelde modernizmin tekniklerini ve stratejilerini değişikliğe uğramış bir kültürel bağlama yeniden kaydederek yeniden işleyip kullanışlı hale getirip getirmediğini bir başka araştırma konusudur.

Postmodernizmin tanımı birçok teorisyen tarafından farklı şekillerde yapılmıştır. Postmodernizm, edebiyat eleştirisinde Irving Howe ve Harry Levin’in modernist hareketin tahrip oluşuna karşılık 1950’lere kadar uzanan bir tarihte bu terimi kullanmışlardır. Postmodernizm ilk olarak 1960’larda Leslie Fiedler ve Ihab Hassan gibi, postmodern edebiyatın ne olduğuna ilişkin oldukça farklı görüşleri olan edebiyat eleştirmenleri tarafından kullanılmıştır. Terimin önce mimariyi, sonra dans, tiyatro, resim, film ve müziği kapsayarak daha yaygın bir geçerlilik kazanması 1970’lerin ilk yıllarında gerçekleşmiştir. Klasik modernizmden kopuşun belirtileri mimaride oldukça belli olurken bu kopuşun yansımalarını edebiyat alanında görmek oldukça zordur. Postmodernizm daha sonra Paris ve Franfurt yoluyla Avrupa’ya göç etmiştir. Terimi Fransa’da Kristeva ve Jean François Lyotard, Almanya’da Habermas ele almıştır. Angela McRobie’ye göre, “Postmodernizm bir zamanlar saygın olan sosyolojik meselelerin entelektüel gündemde tekrar görünmelerine izin verir. Yaşanmış deneyimlerin soluk alan her yönünün, medya imgelemi tarafından sorgulanmasını başlangıç noktası alarak, yapısalcılığın dar görüşüne üstü kapalı meydan okur”. Postmodernizm, bazılarına göre modernist anlayışı eleştiren bir kuram olarak da karşımıza çıkmaktadır. Teknoloji hakimiyetindeki toplulukların irdelendiği ve aynı zamanda teknolojide büyük gelişmelerin olduğu, üretimin sınırsız hale geldiği, beyin gücünün daha ön planda olduğu bir dönemi ifade etmektedir.

Postmodernizm, kitle iletişim araçlarının ve popüler kültürün en önemli ve güçlü kurumlar olduğu ve diğer tüm sosyal ilişki türlerini kontrol ettiği ve şekillendirdiği bir toplumun ortaya çıkışını tarif etmektedir. Popüler kültür işaretleri ve medya görüntüleri, gerçeklik algılarımıza ve kendimizi ve çevremizdeki dünyayı tanımlama şeklimize giderek daha fazla hakim olmaktadır. Postmodern teori, medyaya doymuş bir toplumu anlama çabasıdır. Örneğin, kitle iletişim araçlarının bir zamanlar daha geniş bir toplumsal gerçekliğe kadar bir ayna oluşturdukları ve dolayısıyla yansıttıkları düşünülüyordu. Artık gerçeklik ancak bu aynanın yüzey yansımaları ile tanımlanabilmektedir. Toplum kitle iletişim araçları içinde yer almaktadır. Artık medya çarpıtıcı bir gerçeklik meselesi değildir, çünkü bu, medyanın yüzeysel simülasyonları dışında, çarpıtılabilen bir gerçekliktir. Bir bakıma, bu fikir medya ve kültür teorisi tarafından atılan düşüncelerin birinden gelmektedir. Basitçe söylemek gerekirse, liberal görüş, medyanın bir aynaya tutulduğunu ve dolayısıyla da daha doğru bir şekilde, daha geniş bir toplumsal gerçekliğe yansıdığını iddia etmiştir. Bu radikal cevaplar, bu aynanın yansıyan gerçekliğinden ziyade çarpıtılmasında ısrar etmiştir. Daha sonra, daha soyut ve kavramsal bir medya ve kültürel teori, medyanın sosyal anlamımızı oluşturmada bir rol oynamıştır. Bu aynanın artık sahip olduğumuz tek gerçek olduğu iddia edilmektedir. Postmodern popüler kültürün bu karışıklık ve çarpıklıkları ifade ettiği kavramdır. Bu nedenle, mekân veya zamanın tutarlı duyularını yansıtması da daha az olasıdır. Bu argümanın bazı fikirleri, bazı pop videolarında kullanılan konumların, yakın tarihli bazı filmlerin anlatımlarının ya da televizyon seyrinin tipik bir akşamında geçirilen zamanların ve boşlukların tanımlanmasına çalışılarak elde edilebilir. Kısacası, postmodern popüler kültür, tarihin dışında bir kültürün ön cephesidir.

Popüler kültür daima öteki kavramsal kategorilerle karşıtlık içinde tanımlanmaktadır: halk kültürü, kitle kültürü, egemen kültür, işçi sınıfı kültürü gibi. Tam bir tanım bunu dikkate almalıdır. Ayrıca, hangi kavramsal kategori popüler kültürün olmayan ötekisi olarak tanımlanırsa tanımlansın, popüler kültür kavramını kullandığımızda ortaya çıkan yan anlamları güçlü biçimde etkileyecektir. Meral Özbek’e göre popüler kelimesi hem “yaygın olarak beğenilen, tüketilen” anlamında hem de “halka ait” anlamında kullanılmaktadır. Popüler kültür çabuk tüketim kültürüdür. John Fiske, popüler kültürün gündelik yaşam ile kültür endüstrilerinin arasındaki bir kesişim oluşturduğunu, Frankfurt Okulu’nun aksine halk tarafından oluşturulduğunu ifade etmektedir. Buna göre popüler kültür kimileri için yukarıdan değil halkın içinden oluştuğunu dile getirirken Frankfurt Okulu yüksek kültür standartları içinde yer alabilecek sanat eserlerini aşağı kültürden kesin bir farklılıkla değerlendirmektedir. Toplumsaldan ayrı bir estetik dünyada barınabileceğini dile getirirler. Bu yüzden Frankfurt Teorisyenleri kültürün daha yüksek ve ilerici işlevlerini sanata gerçekliği tahrif edici ideolojik işlevlerini ise kültürün daha bozulmuş biçimleri olarak görülen ‘kitle kültürü’ne atfetmiştir. Walter Benjamin’in popüler kültüre yaklaşımı oldukça farklıdır. Benjamin’e göre popüler kültür ürünleri de toplumsala içkin bir estetik boyuttan eleştiri potansiyeli barındırır. Popüler kültür için çok sayıda tanım yapılabilir. İlk tanım olarak çok sayıda insan tarafından beğenilen ve kullanılan kültür olarak tanımlanabilir. Çok izlenen filmler ya da çok satılan kitaplar popülerliğin bir göstergesi olabilir. Ayrıca televizyon programlarının izleyici kitlesini ve sayısını ölçmek için kullanılan ‘raiting’ cihazları da popülerliği ölçmek için iyi bir yöntemdir. Bir başka tanım olarak da, popüler kültürü yüksek kültürden arta kalan şey olarak tanımlamaktır. Bir ürün, bir sanat eseri yüksek kültür seviyesinde değilse popüler kültürdür. Burada yüksek kültür ürünü nedir sorusu oldukça kafa karıştırıcıdır. Pierre Bourdieu bu tür ayrımların sınıf farklılıklarını desteklemek için kullanıldığını söyler. Beğeni ideolojik bir kategoridir. Sınıfı niteler. Bourdieu’ya göre, kültürün tüketimi, toplumsal farklılıkları meşrulaştıran toplumsal bir işlevi yerine getirmeye eğilimlidir. Kimi zaman da popüler kültür halk kültürü olarak tanımlanmaktadır hatta işçi sınıfı ile özdeşleştirilmektedir. Antonio Gramsci, popüler kültür kavramını hegemonya kavramı ile bağlamaktadır. Onu egemen sınıfla tabi sınıflar arasındaki savaşım alanı olarak görür. Bu kullanımda popüler kültür empoze edilen kültür değildir, ne de aşağıdan yukarıya doğru çıkan bir kültürdür. İkisi arasındaki değişim ve müzakere alanıdır popüler kültür. Popüler kültürün tanımı, postmodernizm tartışmaları etrafında şekillenmiştir. Buna göre, postmodern kültür, yüksek kültürle popüler kültür arasındaki ayrımları ortadan kaldırmıştır. Bazılarına göre bu, kültürdeki seçkinciliğin sonudur, bazılarına göre ise ticaretin kültür üzerindeki zaferidir. Otantik ve ticari kültür arasındaki ayrımın ortadan kalkmasına verilebilecek bir örnek, şarkıların reklam müziği olarak kullanılmasıdır. Tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, gerçek olan şu ki, popüler kültür sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte ortaya çıkmıştır.

Althusser’in teorisi, uygulamayı popüler kültürün çalışmasını sınırlayan kritik sorunlarla karşılaşmaktadır. Soyutluğu, işlevselliği, determinizmi ve çatışmayı ihmal etmektedir. Sonunda, potansiyelini Marksist bir ideoloji analizi olarak kısıtlamaktadır. Son zamanlarda, Gramsci’nin çalışması, bu sorunların bazılarının üstesinden gelmenin bir yolu olarak görülmüştür; ve sonuç olarak fikirleri daha etkili olmuştur. Gerçekten de, Althusser’in kültürel çalışmalarındaki eleştiri ve yapısalcı Marksizmi, Gramsci’nin, popüler kültürün Marksist analizinin yıldızı olarak sabitlenmesi durumunda çok daha kolay hale gelmiştir. Gramsci’ye göre, batı kapitalizminin liberal, demokratik toplumları, nispeten daha zayıf devletlere sahip olmaları, ancak baskın grubun hegemonyasını güçlendiren daha güçlü ve daha karmaşık sivil toplumlara sahip olmaları bakımından farklıdır. Bu durumda, bir harp savaşından ziyade bir konum savaşı, devrimci sosyalist güçlerin benimsemesi gereken stratejidir. Bir konum savaşı, egemen grubun hegemonyası boyunca uzun süreli ve düzensiz bir mücadeleyi ve iktidar için savaşan alt grupların hegemonyası ve toplumun devrimci dönüşümü ile nihai yerini almasını içermektedir. Gramsci tarafından sunulan teori, popüler kültürün çalışması için yararlı bir yol olabilir. Ancak ekonomik kısıtlamaların önemini es geçmemek gerekmektedir. Bu teori, eğer ekonomik determinizmden kaçınarak genel bir Marksist çerçeve içinde kalmak niyetindeyse, doğrudur. Neo-Gramscian hegemonya teorisi, en iyi şekilde, üretim süreçleri ile tüketim faaliyetleri arasında diyalektik bir oluşumun olduğunu varsaymaktadır. Bu bakış açısından, neo-Gramscian teorisi, Marksist teorinin diğer varyantlarının determinizmi ve ekonomisi olmadan bu analizi sürdürme potansiyeline sahiptir; ve havadan teorik soyutlamalar yerine somut tarihsel gerçeklere dayanan bir yaklaşım sunmaktadır. Gramsci’nin teorisi sınırlıdır, çünkü ekonomik determinizm problemini çözememektedir. İronik olarak, Gramsci ve Gramscians, kültür ve fikirlere aşırı yoğunlaşmaları nedeniyle de ekonomiye ve maddi üretime yeterince dikkat etmemekten eleştirilmektedir. Popüler kültür genellikle kültürden alınır, seyreltilir ve daha sonra kişisel kazanç için kitlelere dağıtılır. Alt kültürler, toplumdan dışlanmış hisseden, orada bir yer bulmak isteyen bir grup insana yardım etmek için yaratılır. Alt kültürlere bakarken, genellikle toplumun gençliği ile ilişkilendirilirler. Toplum kültürünün daha fazla boş zamana sahip olması nedeniyle alt kültürlerin varlığı mümkün kılınmaktadır. Bunun sebebi de üretim açığından kaynaklanmaktadır. Bazı alt kültürler ahlaki bir paniğe yol açmaktadır, çünkü bu kural, normlara meydan okumaktadır ve insanların nasıl düşünmesi gerektiği ve ne yapmaları gerektiği ile çelişmektedir. Bunu yaparken de genellikle elitlere karşı olan toplum hakkında ne hissettiklerine göre orada ideoloji yaratırlar. Bu durumda, popüler kültürün ne olduğuna dair bir politik boyut önerdiği için, bu sadece eğlence ya da eğlence ile ilgili değildir. Popüler kültür ve kitle iletişim araçları yan yanadır. Çünkü medya, dünyanın nasıl olduğu ve kitlelerin pasif olarak tüketildiği şeklinde çarpık bir imaj yaratmaktadır. Popüler kültürün, insanların önemli olandan uzaklaştırdığı da vurgulanmaktadır. Bunun bir örneği de kapitalizmdir. İdeoloji, iktidardakilerin tahakküm gerçeğini gizler: egemen sınıf kendisini sömürücü ya da baskıcı olarak görmez.

Postmodernizmi tanımlama girişimleri, farklı insanların, terimin tam olarak ne anlama geldiğine dair farklı fikirlere sahip olduğu için değişkenlik göstermektedir. Bu, modernizm ve postmodernizm üzerine tartışmalarda yer alan çoğu insanın postmodernizmin birçok şey olabileceği konusunda bir fikir birliği içerisindeyken, Batı’da yirminci yüzyılın sonlarında popüler kültürün büyümesi ile bağlantılı olduğu söylenmektedir. Başka bir deyişle, postmodernizm yeni bir tarihsel an, yeni bir duyarlılık ya da yeni bir kültür stili olarak görülebilir, ancak popüler kültür bu değişimlerin en kolay bulunabileceği alan olarak referanslanabilir. Postmodernizm, modernizmin kabul edilen değerlerinin çoğunu reddetme eğiliminde olan bir bakış açısıdır. Akla duyulan güven artık revaçta değildir. Dünyayı anlamlandıran kategoriler değişmiştir. Sınıf savaşımının çıktığı dönemden kimlik siyasetinin yapıldığı döneme geçilmiştir. Postmodernizm çağında artık ideolojilerin de sonu gelmiştir. Uluslararası sermayenin çıkarları başat hale gelmiştir. Çokluğu kabullenme jesti postmodernizm döneminde sahneye çıkmıştır. Ezberler yapı söküme dönüşmüştür ve bu çağda soruşturmalar yeniden başlatılmıştır. Toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden yorumlanmasını ve geleneksel olarak onlara uygulanan farklılıkları içermektedir. Etnik ve ulusal ayrımlar açısından daha küresel bir bakış açısı benimsemektedir ve her türlü kalıplaşmışlığı reddetmektedir. Aynı zamanda, nostalji kavramını sanatta (film, televizyon, reklam) kucaklamakta ve çeşitli sembolik düzeylerde iletişim kurmak için çoklu referanslama (diğer stratejiler arasında) kullanmaktadır. 1950'lerin sonunda ve 1960'ların başında, şimdi postmodernizm olarak bildiğimiz hareketin ortaya çıkmaya başlamıştır. Amerikan kültürünü eleştiren Susan Sontag’ın sözleriyle, “yeni bir duyarlılık” ortaya çıkmıştır ve bu, “yüksek” ve “düşük” kültür arasındaki ayrımın bulanıklaşmasını içerir. Ayrım daha az anlamlı hale gelmektedir.

Post-modern yeni duyarlılık, modernizmin kültürel elitizmi ile aynı çizgileri takip etmemiştir. Modernizm popüler kültürde önemli bir yere sahip gibi görünse de, popüler olan her şeyin önemli olduğu şüphelidir. Modernizm altında kabul edilen şey elit kültürle ilişkilendirilen öğelerdir. Kültür, bir müzeye kolayca kabul edilebilecek bir şeydir, sınıf toplumunda içkin olan elitizm ile homolog bir ilişkisi vardır. Bunun anlamı, 1950'lerin sonlarında ve 1960'larda postmodernizme doğru ilerlemenin, modernizmin elitizmine yönelik artan saldırı ile ilişkilendirilmesidir. Üstelik postmodernizmin ortaya çıkışı, “yüksek sanat ve kitle kültürü arasındaki kategorik ayrımda ısrar eden büyük bir bölüştürme” söylemini reddetmiş olmasıdır. Postmodern popüler kültürün yeni dalgasının iyi bir ilk örneği olarak, 1950 ve 1960'ların Amerikan ve İngiliz pop art hareketlerinde, yüksek kültür ve popüler kültür arasındaki ayrımı reddetmesinde görebiliriz. Postmodernizm hareketi, insanların popüler kültürü, ikinci bir kültür olarak ele almasını eleştirmiştir. Sanatı bağlamına göre değerlendirmektedir. Bu perspektiften bakıldığında, postmodernizmin ilk olarak, farklı nesillerin yüksek modernizmi kategorik kesinliklerine uymalarını reddettiğini görürüz. Yüksek ve popüler kültür arasında mutlak bir ayrım sürdürmeye devam etmek için tabu olarak düşünülmüştür. Bu, sanatın ve popüler müziğin birleştiği noktada çok belirgindir. Bunun güzel bir örneği olarak Andy Warhol’un Rolling Stone’un albümü Sticky Fingers’ın kapağını tasarlaması verilebilmektedir. 1980'lerin ortasına gelindiğinde, post-modern yeni duyarlılık, popüler kültüre, bazıları için de umutsuzluğa bir sebep olarak ortaya çıkmıştır. Postmodern durum, Batı toplumlarında bilgi konumunda bir krizle işaretlenen durumdur. Bu, “akademinin” sürekli olarak güvenilirliğini yitirmesiyle entelektüellerin daha az saygınlık kazanmasına hizmet etmiştir. Bir başka kültürel kuramcı olan Angela McRobbie, bunu “sesleri tarihsel olarak hem ataerkil ve hem de emperyalist olan (modernist) ustalar tarafından boğulmuş olanların varlığı” olarak görmektedir. McRobbie, postmodernizmin, etnik, sınıf, cinsiyet ve cinsel tercih farklılıkları da dahil olmak üzere, farklılıklar perspektifinden, marjlardan söz eden yeni bir entelektüel mezhebinin yerini aldığını iddia eden argümanı ortaya koymuştur. Bunlar “yeni nesil entelektüel” olarak adlandırdığı insanlardır.

Hiperrealizm, postmodernizmin bir bileşeni olarak söylenebilir. Hiperrealim alanında, gerçek ve hayali sürekli birbiriyle temas etmektedir. Simülasyonlar, gerçek kendinden daha gerçek bir şey olarak deneyimlenmeye başlanmaktadır. Descartes’a göre sadece soru soran ben gerçektir. Bu ben’in üzerine ilüzyonlarla geçmiş eklenmiş olabilir. Postmodernizm ile hakikat sorgulanır olmuştur. Örneğin, insanların televizyonda gördükleri karakterlere mektup yazdıkları bir toplumda yaşıyoruz. Bu, televizyonun hayata erimesi ya da hayatın televizyona erişmesi olarak adlandırılabilir. John Fiske, postmodern medyanın yaptığı gibi, “gerçekliğin ikincil temsillerini sağlamak: arabuluculuk ettikleri gerçekliği etkilediğini ve ürettiğini” söylemiştir. Ayrıca Fiske, hayatımızdaki ‘madde’ olaylarının medya olaylarıyla eş anlamlı olması gerektiğini savunmaktadır. OJ Simpson’ın tutuklanması bunun iyi bir örneğidir. Hikayesinin haberi ortaya çıktıkça, bölge halkı haber döngüsünün bir parçası olabilmesi için Simpson’ın evine koşmuştur. İnsanları ve medyayı susturmak istemediler. Bu postmodern çağın bir niteliğidir. Bu insanlar medyanın sadece haberleri dolaştırmaktan ibaret olmadığını, oluşturduklarını da bilmekteydiler. Bu nedenle, eğer insanlar bu etkinliğin haberlerinin bir parçası olmak istediyse, bu olayın bir parçası olmak için sahnede olmak yeterli değildi. Televizyonda da olmalılardı. Bu, postmodernin hiper-real dünyasında, gerçek bir olay ve onun medya temsili arasındaki ayrımın ayrıcalığını yitirdiğinin de bir kanıtıdır. Postmodernizmde ustalık sahibi bir Amerikan kültür eleştirmeni olan Fredric Jameson, onun bir pastiş kültürü olduğunu savunmaktadır. Ona göre postmodern kültür, stilist inovasyonun artık mümkün olmadığı bir dünyadır; geriye kalan her şey, ölü stilleri taklit etmek, maskeler aracılığıyla konuşmak ve hayali müzedeki stillerin sesleridir. Postmodernizm, bir çok farklı yerden bir araya getirilen bir kültürdür ve “bir alıntılar kültürü” olduğu söylenebilir. Kültürel üretimimiz diğer kültürel üretimin sonucudur. Postmodern kültürel metinler sadece başka kültürleri, diğer tarihi anları değil, onları eleştirel ya da tarihsel bir mesafenin varlığını sona erdirme noktasına kadar rastgele bir şekilde yamamışlardır — sadece pastişi vardır.

Postmodern nostalji bazı filmler, 1950'lerde Amerika’nın atmosferini ve stilistik özelliklerini yeniden yaratmayı amaçladığı için ‘Geleceğe Dönüş’ adıyla anılmaktadır. Kayıp Ark, Robin Hood ve Yüzüklerin Efendisi Raiders gibi diğer filmler, geçmişin anlatı kesinliklerini hissetmelerine benzer şekilde hareket etmektedir. Bu şekilde, nostalji filmi, geçmişi inceleyen belirli stilleri yeniden yakalar ve temsil etmektedir. Bu filmler, geçmiş hakkında kültürel mitleri ve kalıp yargıları üretmeye çalışmaktadır. Simpsonlar, son yirmi yılın olağanüstü popüler bir şovudur ve Flintstone’lardan beri ilk zaman animasyonlu dizileri temsil etmektedir. Kuruluşundan bu yana, bu gösteri kültürel bir fenomen olarak ortaya çıkmıştır. Bu büyük başarı, Simpsonların kültürel eleştirmenler için değerli bir çalışma nesnesini temsil etmesinden kaynaklıdır. Bu televizyon dizisinin postmodern kategorisine yerleştirilebileceğine kuşku yoktur. Postmodern teori ile eş anlamlı olan retorik araçların tümü; pastiş, alıntı, metinlerarasılık ve refleksivite mevcuttur. Simpsons, özellikle de refleksiviteyi ve metinlerarasılığı kullanma biçiminden dolayı postmodernin mükemmel bir örneğidir. Simpsonlardan gelen sahnelerin çoğu, diğer filmlerden veya televizyon şovlarından da alınmıştır. “Springfield hakkında 22 Kısa Film” içeren bölüm vardır ve bu özellikle postmodern ortamdaki önemli bir yaratım olan Pulp Fiction’ın bir parodisi olarak hizmet etmektedir. Aslında, Simpsonlar’ın diğer şovlarında başka parodileri olan bölümler vardır. Mesela “Bart of Darkness” bölümü, Alfred Hitchcock’un bir parodisidir. Simpsons’un aynı zamanda postmodern olduğu söylenebilir, çünkü bu, metnin tüketim ve üretim koşullarına atıfta bulunduğu refleksif televizyonun bir örneğidir. Simpsonlar, postmodern hiper-bilinçli olarak adlandırılanlara bile atıfta bulunabilir. Bunlar, Simpsonlar’ı postmodern kültüre mükemmel bir örnek teşkil eden birçok örnekten sadece birkaçıdır, ancak bu retorik aygıtların kullanımı sistematiktir. Bunun sebebi özel yaklaşımı göstermektedir. Bunun nedeni şovun diğer karikatürlerle aynı izleyici kitlesini çekmek değildir, sosyal bir yorum sağlaması ve dolayısıyla sofistike halk için cazip olmasıdır. Simpsons, formu popüler kültürün tüketimini teşvik etmeye hizmet ettiği için ilginç bir şekilde çalışmaktadır. Şov, siyasi ve sosyal yorumları, partizan olmayan ve kitlelere hitap eden bir şekilde yapmak için postmodern stratejiler kullanmaktadır. Gösterinin yaratıcıları, izleyiciler arasında ayrılıklar yaratmak istememektedir.

Postmodernizm, Batı’daki yirminci yüzyılın sonlarında popüler kültürün büyümesi ile bağlantılıdır. Postmodernizm, modernizmin kabul edilen değerlerinin çoğunu reddetme eğiliminde olan bir bakış açısıdır. Toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden yorumlanmasını ve geleneksel olarak onlara uygulanan farklılıkları içermektedir. Etnik ve ulusal ayrımlar açısından daha küresel bir bakış açısı benimser ve her türlü kalıplaşmışlığı reddeder. Aynı zamanda, nostalji kavramını sanatta (film, televizyon, reklam) kucaklamakta ve çeşitli sembolik düzeylerde iletişim kurmak için çoklu referanslama (diğer stratejiler arasında) kullanmaktadır.

--

--