İMKANLAR, OLASILIKLAR VE SEÇİMLER

üçlemeler
11 min readMar 7, 2022

--

Bölüm 1

Şu anda buradasınız. Bu yazı, onu okuyanı hiç yanıltmaz. Şu anda buradasınız yazıyorsa ve okunuyorsa, şu anda oradasınızdır. Ayrıca Rus ruleti oynayan hiç kimse pişman olmamıştır bugüne dek. Çünkü gerçeklik algıdan gelir, buralarda da gerçeklikle ilgili çok konuşulmaz zaten ayrıca pek hoş karşılanmaz da. Benim yaşadığım kentte gerçekler yerine imkanlar, olasılıklar ve seçimler vardır. Bu üçü bağlamında kişisel algılar yaratılır. Yaratılanlar kan bağıyla aktarılmaz. Kültür ve gelenek denilen şeylerden söz edilmez. En basitinden doğru ve yanlış dahi yoktur. Kısaca bu topraklarda geçmiş denilen mefhumun varlığından bahsedilmez çünkü tepki gerektiren herhangi bir edim yaşanmamıştır. An, o anda yaratılır yani her şey eşzamanlıdır bu nedenle şeyler birbirinin nedeni ya da sonucu olamazlar. Burada büyüyen herkes neden demek yerine tamam demek üzerine programlanmıştır. Gerçek ve doğrular olmadığından tepkiler de yoktur. Daha önce de söylediğim gibi bizler an’a inanırız ve sonra diye bir olgu yoktur. Olsa bile sonra olana kadar yeni bir an yaratılmıştır. Gün boyu kimsenin yüzünde tek bir mimik dahi oynamaz bizim buralarda, nötrlük hakimdir. Kimse kimseden nefret etmez ve aynı şekilde aşk da yoktur. Aşk konusuna bir parantez açabilirim aslında. Her neyse, siz benim yerimde olsaydınız eminim ki ruhsuz derdiniz buralarda yaşayan kimselere. Neyse ki bizlerde böyle kelimeler de bulunmaz. Yanlış anlamayın yasak falan değil tüm bunlar, yalnızca biz bu olasılıkları hiç bilmiyoruz ya da böyle imkanlarımız hiç olmadı ya da bu yolu bugüne kadar kimse seçmedi. Biz, hep birlikte, büyük bir gururla, hep tamam dedik dolayısıyla sorgulanan toplumların adına yazılan tüm distopyaları da geçersiz kılıyoruz zihnimizde. Tekrar söylemeliyim yasaklar ya da baskıcı rejimlerden nasibini almış içine kapanık bir kent değil burası, biz sadece hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Her birimiz.

Tüm bunlara rağmen kendime öznel bir gerçeklik sağlayabildiğim için şanslı hissediyorum. Bazı anlarda sinirimi ve hatta öfkemi fark ettiğimde gülümseyebiliyorum. Aralarına uzun zamanlar da girse en azından bazı tepkiler sürekliliğini koruyor bende. Bunları ilk düşündüğüm o anı hatırlıyorum, henüz on altı yaşındaydım. Şafak sökmeye hazırlık yaparken gözlerimi açtım. Saat 05.38. Bir su içmeliydim ancak yatağımın yanında duran ahşap komodinin üzerindeki o sürahi boştu. Geçmişten o ana bakınca edimlerimin sırasını kestiremiyorum aslında, yalnızca yataktan çıkmamın tek sebebi sürahinin boş olması değildi. Daha doğrusu bilemiyorum, sürahi boş olduğu için mi kalktım yoksa milisaniye farkla kalktıktan sonra mı boş sürahiyi gördüm? Bildiğim, fark ettiğim ya da tahmin ettiğim anlardan hangisiydi yaşanan? Tüm bunların yalnızca bizim insanlarımızla ilgili bir sorun olduğunu sanırdım ancak nedenler ve sonuçları üzerine yanlış analizler tüm insanlığın ortak trajedisiymiş. Hep birlikte bugüne kadar çok sayıda yanlış karar verdik ve buna hep devam edeceğiz. Çünkü kararlarımızın nedeni olarak gösterdiğimiz her şey aslında karar denilen o seçimden sonra olacak olan olaylardan ileri gelir. Geçmişin sonuçları geleceğin nedenleri olamıyormuş çünkü bu tabloda bugünün yeri fazla yapay kalırmış. O gece su içerken öğrendim bunu. Yavaş yavaş ahşap merdivenlerden indim, boş sürahiyi yatmadan önce doldurmadığım için hiç kızmadım kendime. Dürüst olmak gerekirse, aklıma bile gelmedi. Tam mutfağa doğru yönelmişken divanda bir telefon konuşması yapan babamın sesini duydum. Neden bu saatte ayaktaydı daha önemlisi kiminle konuşuyordu?

Neyse, boş ver!” dedim kendi kendime. Fazla ilgilendiğim bir konu değildi babam. Tam mutfağa doğru bir adım atmışken dediklerini dinlemek ihtiyacı hissettim.

Cenaze işleri için buraya yönlendirdiler. Yok hemen gelmeyin bir iki saate hazır olur. İyi sabahlar.” demesiyle yukardan bir silah sesi geldi. Hala bu olayın içinden çıkamıyorum. Mutfağa doğru bir adım atmam, babamın konuşması ve silah sesi. Hangisi önce oldu? İşte sorun buydu, bizlerin sorunu analiz ve çıkarımdı. Bizler kronolojik sırayı anlayabilecek bir beyin yapısına hiç sahip olamadık, biz hiç emin olamadık. Analizler imkanlardı ve bunlar bizlere verilirdi daha doğrusu dağıtılırdı, adil bir biçimde. Olasılıklar çıkarımlardı ve analizlerin içerisinde gizliydi zaten. Seçimlerse bizlere bırakılan kısıtlı özgürlük alanlarında bizler için önceden planlanan hata paylarından oluşurdu. Verilmeyen özgür iradeye bir başkaldırış gibi bir durum yok aslında ortada. Beni rahatsız eden benlik hissinin bu kentin olasılıkları dahilinde hiç olmamasıydı. Kimlik inşası kadar gereksiz çok az şey vardı bu şehirde.

Uyandın mı? Hadi yüzünü yıka da şöyle güzel bir kahvaltı edelim.” diyordu babam bana doğru yürürken.

Baba, o ses?” gibi anlamsız bir iki sözcük döküldü dudaklarımdan.

Evet, biraz sonra annen için gelecekler. Hadi artık gidip elini yüzünü yıkar mısın?” derken çoktan dolaptan kahvaltılıkları çıkarmaya başlamıştı.

Annem o sabah ölmüştü ve babam yaşanacakları bilmesine rağmen hiçbir şeye engel olmamıştı. Aşağıya inip beklemek onun için yeterliydi, olması gereken buydu. Üzgün değildi, sinirli değildi, mutlu bile değildi. Mutlu olsaydı dahi daha az kızardım ona. En azından kurtulmuşluk hissetseydi mesela, bu bile daha çok saygıyı hak ediyordu. Hiçbir şey söylemedim, odama çıktım. Birkaç eşyamı toplamaya başladım. Artık oyunu ben de kuralına göre oynuyordum işte. Annemin cesedinin yanına düşmüş o silahı alıp babamım vücuduna delikler açmak istediğim kadar hiçbir şey yapmadan öylece gitmek de istiyordum. Annemin oğlu olduğum kadar babamın da oğluydum. Annem gibi olmak zordur. Hassas, duygulu, saygılı ama en önemlisi onun gibi tepkili olmak sancılı meseledir, özellikle bu kentte. Zaten o da buralı değildi, göçmen derlerdi burada annem gibi sonradan gelenlere. Göçmenlerin sayısı da bir elin parmaklarını geçmezdi zaten. Doğum yerinizde bu kentin ismi varsa, buradan çıkmanız mümkün değildir. Bu kentin uyulması gereken tek kuralı budur. Dolayısıyla mevzu bahis bir aşk hikayesi varsa, ki buralarda öyle şeylere pek rastlanmaz, gelen kişi için tek çare göçmen olmaktır. Tek yön bir biletle hayatınızın tam ortasına sağlam bir yumruk atabilirsiniz buraya gelerek. Zaten bunu siz yapmazsanız, buradaki insanlar sizin için yapacaktır. En acısı hiçbir şey yapmayarak bunu yapmaları olsa gerek. Kimseyi suçlayamazsınız. Ben de o gün öyle yaptım. Babamı suçlamadan indim sekiz merdiveni, suçlamadan baktım, suçlamadan annemin boyasını yaptığı ahşap masanın üzerindeki tabağımın içerisinden kahvaltımı yaptım, suçlamadan eline sağlık dedim, suçlamadan masadan kalktım, suçlamadan demin hazırladığım eşyalarımı yanıma aldım, suçlamadan salon boyunca yürüdüm, suçlamadan evin kapısını açtım, suçlamadan cenaze için gelenlere kolay gelsin dedim. Suçlamadan çektim gittim. Anahtarını yanınıza almadığınız bir evden çıkışınız hayatınızın en önemli seçimlerinden biriymiş meğer. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, rol mü yaptım yoksa babama karşı olası bir suçlama hissiyatım var mıydı, bilemiyorum. Kendim olmayı o kadar beceremedim ki, hangisi bendim hiç öğrenemedim.

Bölüm 2

Dokuz yıl geçti. Annemi kaybettiğimden bu yana ben de iyice olmadığım birine benzedim. Yenildiğim anlamına mı geliyor? Bir düzenim var en azından, saf akıldan oluşan bir rutinim, sonrasında bunu eleştirebileceğimi bile öğrendim. Sabah işe giden akşam eve gelen kendiyle birlikte sıkıcı yemekler yiyen ama en önemlisi her şeye tamam diyen bir adam olarak devam ettim hayatıma. Bu süreçte bana eşlik eden tek bir duygu vardı: suçluluk. Çünkü her şeye rağmen beni annem büyütmüştü. Tüm bu saçmalıkların içinde kaybolmak ona bir haksızlık sayılmaz mıydı? Hadi diyelim ki bu kent kendisine sunulan olasılıklar dışında herhangi bir yaşam biçimini bilmiyordu. Hiç limon yememiş birinin canı ekşi de çekmezdi daha doğrusu ekşi onun olasılıkları içerisinde bulunmazdı. Olasılık yoksa seçim de yoktu dolayısıyla sorumlu da değildiniz. Her şeye rağmen bu durumu anlayabilirdim ama ben biliyordum. Ben on altı yaşıma kadar böyle algılamıştım hayatımı. Benim böyle bir imkanım vardı. Bunu bana sunan kişiye ihanet etmek olmaz mıydı onun ölümüne neden olanlar gibi yaşamak? Hem ölmüştü, hem de yaşamı gibi ölümüyle de pek bir şey anlatamamıştı. Peki, bana büyük bir ihanet değil miydi onun gitmesi? Gerçek yoktu, hiç olmamıştı. Yorumlar vardı, yanılsamalar, yorumların yorumları sonra tekrar yanılsamalar. Soruların cevapları hep değişkenlik gösterirdi ve kızamazdınız buna. Bugün bu saniye verilen cevabın yarın geçerli olması fikri burası için bir yok oluş demekti. İnanmak diye bir fiil yoktu mesela, zira böyle bir edim mümkün değildi. Neyse ki, artık kötü şeyler olmasın diye sabahları su içmiyorum.

O sabah da her sabah olduğu gibi üzerime bir şeyler geçirdim, aynada kendime bakarak kahvaltı ettim. Canım istediği zaman evden çıktım, ofise yürüdüm. Annemden sonra dokuz yıl yaşayarak gerekli tepkiyi verdim aslında diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bazı şeyleri düşünmeye yavaş yavaş başlayabilirim belki de demiştim içimden belirli belirsiz. Günümün rutinliğinde eriyip giden bu düşüncelerle birlikte ofisteki masama yöneldim. Oraya buraya dağılmış evrakların arasında bir not ilişti gözüme.

“Saat beşte meydan mezarlıkta buluşalım.”

Bu ilginçti işte. Böyle notlar falan, pek alışkın değildim. Hayatımda aldığım ilk nottu diyeceğim ancak gülünç olmaktan biraz çekinmiyor değilim. Notu yazan kişiyle tanışmak fikri heyecanlandırmıştı beni. Diyorum ya şaşkınlığa hiç alışkın değilim, üstesinden gelemiyorum. Bekleyen tüm işleri boş verip ofisten erken çıktım, açık olmak gerekirse iş falan pek de umurumda değildi. Ne iş yaptığımı bile bilmezdim mesela, hem ne gerek vardı bu kadar bilinçli yaşamaya? Dört buçuk gibi meydan mezarlıktaydım. Annemi ziyaret etmek için biraz erken gelmiştim, biraz da heyecanımdan. Çok yakınımdan geçen bir imkanı, olasılığa dönüştürememek korkumdan kaynaklanıyordu heyecanım. Annemin yanına geldim, suçlamadan baktım. Öyle yapmaya çalıştım. Babama gösterdiğim tevazu, anneme gösteremediğim anlayıştı belki de. Söz konusu annem olduğumda rol yaptığım kişiye dönüşme ihtimalim mevzu bahis olmuyordu. Ona hiç suçlamadan bakamadım, sadece öyle umdum. Tam bunları düşünürken arkadan gelen sesle irkildim.

Merhaba!” dedi ve bana doğru bir adım attı ya da adım attıktan sonra selam verdi. Emin değilim.

Merhaba. Kimsiniz, öğrenebilir miyim?

Tabi ki, istersen öğrenebilirsin.” dedi ve sustu. Cümlenin devamını bekliyordum ama hiçbir şey söylemedi. İstiyorum mu demeliydim, hem ne çeşit bir iletişimdi bu?

Beni dalga geçmek için buraya çağırdıysan, hiç havamda değilim.” diyerek bu saçma konuşmayı daha manasız bir hale soktum.

An, bu an’da oluşturulur dolayısıyla fazla kesin konuşuyorsun. Gerçi oldun olası böyleydin zaten bu huyun asla değişmeyecek sanırım. Sen buraya doğru bakana dek burada bile değildim. Olduğumu düşündüğün yöne baktığın an diğer tüm olasılıkları yok ettin yani burada olmamın nedeni ben değilim, sensin. Bilmem anlatabildim mi?

Bir ihtimal deli falan olabilir misin?” derken istemsizce kahkaha attım. Boşuna heyecanlanmışım diye geçirdim içimden. Hayal kırıklığı hissetmeme rağmen komikti bu saçma diyalog.

İhtimal ve olasılık birbiri yerine kullanılabilecek kelimeler değiller aslına bakarsan yani demek istiyorum ki o kadar olasılık varsa aslında herhangi bir olasılığa pek gerek kalmaz. O kadar da zor değil aslında, dokuz yıldır pek bir yol kat edememişsin, üzüldüm.

Meydan okur gibi bir hali yoktu, herhangi bir sorunu olan birine de benzemiyordu ancak ne laf edersem edeyim bu sohbet daha anlamsız bir hale geliyordu. Elimi havaya kaldırıp görüşürüz anlamında salladım. Artık gitmeliyim dedim içimden, dışımdan hiçbir şey söylememeye oldukça özen göstermiştim. Olayların daha manasız bir hal almasını kaldıracak kafam yoktu. Bir iki adım attıktan sonra arkamdan seslendi.

Annene veda etmeden mi gideceksin?

Son lafıyla uzun bir zamandan sonra ilk kez kızgınlık ve öfke hissetmiştim, bu hissin tarif edemediğim bir çekiciliği vardı. Ancak bu kadın annemi nereden biliyordu, gerçi çalıştığım yeri de biliyordu. Belki de doğru soru bildiklerini ne şekilde bildiği değil, hakkımda ne kadarını bildiğiydi. Geri döndüm, gözlerimi üzerine diktim artık net bir biçimde cevap bekliyordum.

Ben seni epey tanıyorum aslında.” diyerek girdi lafa. Onu hayatımda ilk kez görüyordum, bundan emindim ya da neyse neydi ancak bu kadarı fazlaydı.

Bak, ne sen beni tanıyorsun, ne de ben seni! Ne anlatacaksan doğru düzgün anlat.” diyerek çıkıştım. Onu bir miktar kızdırmayı başarmış olmalıyım ki, herhangi bir şeyi kanıtlamaya çalışan herhangi biri gibi girdi lafa.

Öyle mi? Bugün seni buraya getiren şeyin merakın olduğunu biliyorum mesela. Gün boyunca olası tüm senaryoları birer birer kafanda yaşadığını çünkü kendini ancak bu şekilde güvende hissedebildiğini de biliyorum. Sonrasında yaşadığın her olayda bu senaryolardan hangisi gerçekleşecek hissiyatını ve olasılıklardan düşünmediğin bir ihtimal gerçekleşirse, kendine bu konu üzerinde daha fazla düşünmeliydim diye kızdığın anlara da fazlasıyla aşinayım.

Kabul etmeliyim tüm bunlar doğruydu ancak bilmesine imkan yoktu. Eminim ki, söyledikleri kör atıştı. Onu tiye aldığımı açıkça anlatan bir yüz ifadesi takınmış olmalıyım ki, delici bir bakışla birlikte sesini biraz alçaltarak devam etti.

Sabahları asla su içmezsin.

Beynimden vurulmuşa döndüm. Bunu asla kimse bilmiyordu ve onun bilmesine de imkan yoktu. O ise bana meydan okurcasına devam ediyordu.

Hayata dair pek bir korkun yoktur dolayısıyla hayata dair olasılıkları akışa bırakmayı seversin. Bu durum ara ara bıkkınlık ve yorgunluk hissi yaratır üzerinde belki de bundandır ki kendinle ilgili konuşmaktan pek hoşlanmazsın. Çayını tek şekerli içer, pek sağlıklı beslenmezsin. Kendi hatalarına gösterdiğin tevazu, başkalarının hayatlarında yer kaplamaz. Sen de bilirsin aslında, onları cezalandırmanın yeni bir hataya davetiye çıkardığını. Bile bile hata yaptırırsın kendine. Günün birinde yapay zekanın insanlığı yönetebilecek güce erişebileceğini düşünürsün, bunu konuşurken çok heyecanlanırsın. Hafızan zayıftır, çok az şeyi hatırlayabilirsin. Hatta bazen aynı soruları defalarca aynı merakla sorar durursun. Aynı cevaplara benzer biçimlerde şaşırırsın. Bazen bir roman kahramanı olduğuna inanırsın, bir romanda yaşadığını düşünürsün. Özellikle sorumluluğunu almak istemediğin anlarda böyle davranırsın. İşler kötü gittiğinde yazar öyle yazmış deyip öfkeni yöneltebileceğin biri olsun istersin. Ancak sen de bilirsin ki roman kahramanları üşümezler. Dinlemeyi çok sevdiğin şarkılar vardır, tekrar tekrar dinlersin onları. Yoğunluklar ve öncelikler arasındaki farkı bilmeyen birazcık sorumsuz diyebileceğimiz bir tavrın vardır. Genellikle yalnız birisindir. Hayatta düşünmek ve eyleme geçmek zamanlamasını bir türlü tutturamazsın, bunu fark ettiğin anlarda küçük bir çocuk gibi kızarsın kendine. Yaşadığın toplumla uyumlu bir biçimde neden demek yerine hep tamam dersin. Yaşadığın bu şehrin bir getirisi olarak çaba harcamak yerine kabullenmeyi huy haline getirmişsindir. Tüm bu hayat koşuşturmacaları arasında kafanı toparlayamazsın, bu durum hep hata yapmana sebep olur. Bu kentte kaybolan yüzbinlerce insandan birisin aslına bakılırsa…

Bıraksam sabaha kadar devam edecek gibi konuşuyordu. Kimdi bu kadın? Daha önemlisi benim hakkımda bu denli bilgiyi nereden edinmişti? Söylediği her şeye katılmam olanaksızdı ya da dışarıdan böyle bir tablo mu çiziyorum diye düşünmem gerekiyordu ancak bazı şeylerde nokta atışı yapmıştı. Doğru soruyu sormalıydım.

Dur bi’ dakika! Tamam, beni tanıyorsun ama bana da burada neler olduğunu açıklar mısın lütfen?

Neden açıklayayım? Ben burada neler olduğunu anlamak için ne kadar uğraştım, biliyor musun? Bu bilgi sana verilemeyecek kadar değerli.” diyerek omzunu silkti. Benden intikam alır gibi bir hali vardı ya da ben bu şekilde görünmesini umuyordum.

Bak, tüm bunlar çok saçma…” nefes almak için kendime ayırdığım kısacık boşlukta araya girdi hemen.

Buna kesinlikle katılıyorum ancak ne saçma değil ki? Öyle düşün yani! Anlam aramak çoğu zaman beyhude bir çabadır. En azından bu bağlamda seninle daha hiç tanışmadığımızı söyleyeyim. Sadece bu durumu ilk ben fark ettiğim için üzgünüm, buranın kuralı bu. Başka bir burada da benzer bir konuşmayı sen benimle yapıyorsun. Bak, bir deste kartı sürekli kardığını düşün. Bu işlemi yapmaya başlamadan önceki sırasıyla aynı şekilde olması, olasılıklar dahilinde olmalı ancak bunu biz seçmeliyiz, bir gün bir yerde rastlaşmalıyız. Senden tek isteğim lütfen sabahları su içmeme seçimini bir gün öncesine ertele.

Bölüm 3

Yataktan birdenbire sıçradım, öyle ki başımı yatağımın dibindeki komodine vurmuşum.

05.37

Komodinin üzerinde boş bir sürahi var. Susamış hissediyorum. Eski odamdayım, şövalemin üzerinde annemin on altıncı yaş günüm için çizdiği resim duruyor. Anlıyorum, bu gece o gece ve bir dakikam var. Hemen koşup yan odada anneme mi bakmalıyım yoksa yatıp uyumaya devam mı etmeliyim? Saçmalama, bu bir rüyaydı yani bir dakika sonra silah sesi falan gelmeyecek. Öyle bir kadın da yok. Peki, bundan emin miyim? Yani eğer öyleyse, aşağıya inip su içmemde bir sakınca olmamalı. Öyleyse, aksi şekilde davranmam da pek bir şeyi değiştirmeyecek. Hayır seçim yapmayacağım, bu sefer kesinlikle herhangi bir edimde bulunmayacağım.

05.38

Bekliyorum. Hiçbir şey olmayacak diye geçirirken içimden hayatımın en uzun bir dakikasını bitiren o silah sesi geliyor. Bu sabahla birlikte babamı anlıyorum, hiç seçim yapmamak da bir seçimmiş meğer. Onu suçlamıyorum derken rol yapmıyormuşum. Bir şeyin olma ihtimali varsa, oluyor ve bu durum sizin tüm tepkilerinizi geçersiz kılıyor. Çünkü tercihleriniz, aslında tercih etmedikleriniz. Kural bu kadar basitmiş meğer ancak asıl nüans o ana kadar olabilecek tüm şeylerin eşzamanlı olarak olduğuymuş. Sistemi çözüyorum sanırım. Önemli olan doğru eşleşmeyi yapmak. Dolayısıyla mezarlıktaki kadınla rastlaşabilmem için hiç seçmediğim yolu tercih etmeliydim. Peki, onunla neden rastlaşmalıyız? Sanırım ona sormam gereken doğru soru buydu. Her neyse, şu anda ancak olasılıkların hepsini seçerek kesinliğe ulaşabilirim. Yatağımdan kalktım, merdivenlere yöneldim. Annemin cansız bedenini ve yanında duran silahı gördüm, bu sefer babamın vücuduna delikler açmak hissiyatı da yoktu içimde. Aşağı indim, babamla o saçma konuşmayı yapmadan kahvaltı masasına oturdum zira ben indiğimde kahvaltı çoktan hazırdı yani silah sesinden sonra yarım saat kadar yatakta vakit geçirmiş olmalıydım. Kahvaltı yaptık ardından gelen ekiplerle birlikte mezarlığa gidip annemi defnettik. Tüm bunlar olurken kafam o kadar karışıktı ki, ne yaptığımı bilmeden öylece bir şeyler yapıyordum. Edimlerim, sadece onları yapmam gerektiği için gerçekleşiyordu. Neyse ki, artık eve gidiyorduk. Arabayı park edip eve doğru yürürken apartmanın önündeki kamyonu görüp durdu babam.

Yeni kiracılar gelecekti, nasıl da unuttum? Gidip bir bakayım.” diyerek kamyonun yanındaki adama doğru yöneldi. Anlaşılan karşı daireyi kiraya vermişti. Ne yaparsa yapsın dedim içimden, kafam çok karışıktı zaten. Kimseyi çekebilecek durumda değildim. Bir an önce eve çıkmak istiyordum hatta tek yapmak istediğim komodinin üzerindeki boş sürahiye bakmaktı. Apartman kapısını açmamla o kadını görmem bir oldu. Bu nasıl olabilirdi? Onunla tanışabilmek için yapmam gereken tek şey kalmak mıydı yani? Rüyamda olduğu yaşından epey küçük görünüyordu, mesela boyu daha kısaydı ancak gözlerini nerede görsem tanıyabilecek durumdaydım. Böylesine erken bir vakitte beklemiyordum sadece. Sorularımın tüm cevapları ondaydı ve onu konuşturmak için yeteri kadar vaktim vardı. Anlamak beyhude bir çaba değilmiş işte, onun yanılması bana keyifli hissettirmişti.

Pardon, geçebilir miyim?” dedi soğuk bir tavırla. Beni tanımıyor muydu? Hani bu bağlamda beni tanıyan oydu? Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Şaka yapıyor olmalıydı.

Tavsiyene kulak verdim ve bu sabah su içmedim.” dedim. Gerçekten tanışmıyor oluşumuza dair bir ihtimal var mıydı? Gergindim ve korkuyordum.

Efendim? Kusura bakmayın, anlamadım. Tanışıyor muyuz?

Beni tanımıyor musun?

Lütfen çekilir misiniz önümden?” diye söylene söylene çıktı apartmanın kapısından. Hayır, bu kadın o kadındı işte, yanılmıyorum. Anlaşılan o ki, o da yanılmıyordu. Anlamak, sürekliliği hep var olan beyhude bir çabaydı.

--

--