Dünya Tarihinde Kadının Yeri ve Değeri

Diamond Tema
17 min readNov 5, 2019

--

Bu yazıyı kadın okurlarıma armağan ediyorum. Neden mi?

Kadınlar binlerce yıl boyunca hep ikinci sınıf varlıklar olarak görüldüler, dış hayata atılmalarına izin verilmedi. Hep kusurlu, problem çıkaran, ayak bağı olan, zeka olarak eksik, tek amacı seks için kullanılmakmış gibi muamele gördüler.

Hatta Antik Roma’da belirli bir dönem kadınlara isim bile verilmiyordu; Prima Seconda gibi “Birinci, İkinci” anlamına gelen isimler veriliyordu. Kadınlar, doğuş sıralarına göre numara alıyorlardı. Bu gelenek günümüzde Araplarda halen devam etmektedir. Örneğin Rabia “dördüncü” demektir. Vahide, Saniye, Selase, Rabia…

Kadınlara isim vermeyi bırak, kadın doğmadığınız için şükür ediyordunuz. Öyle ki Yahudilerde “Tanrım beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun!” şeklinde bir dua bile var. çünkü kadın olmak demek, hayata -1 başlamak demek. Kadınlar genellikle bir tehlike unsuru. Baştan çıkaran, işleri bozan, fitneci, suçlanacak varlıklar. Hatta dinler bile böyle aktarmış ama oraya birazdan geleceğiz.

Aristo bile kadının ortaya çıkışının bir hata olduğunu düşünür. Kadının doğmasının sebebi, anne-baba seks esnasında doğru düzgün bu işi beceremediğindendir. Bu fikirler yakın dönemimize kadar yaygındı, hatırlarsanız çocuk kız doğarsa bunun suçlusu yine anne olurdu. Erkek evlat veremeyen kadınlar, eksik kadın olarak görülürlerdi. Halbuki bugün çocuğun cinsiyetini erkeğin belirlediği bilimsel olarak kanıtlandı.

Kadının baskılanması, sürekli ezilmesi sadece Ataerkil topluluklara özel bir durum değildi. Esasen Anaerkil toplumlarda bile bu böyleydi. Yani tanrıçaların olduğu, kadınların bi nebzeye kadar söz sahibi olduğu toplumlarda bile kadın yine 2. plandaydı.

Tek fark, Ataerkil topluluklarda kadının bir planda yer alamıyor olması. Yani kamusal alanlara girememesi, fikrini belirtememesi. Ataerkil mantalitede Ata’ya, yani babaya saygı esastır. Erkek için de bu geçerlidir. Pater Familias denilen bir kavram vardır. Evdeki en yaşlı erkek, en sözü geçen erkek olur. Sonraki erkeklerin ise yaşlarına göre söz hakkı oluşur. Kadınlarınsa söz hakkı zaten yoktur. 40 Yaşındaki bir anne, 15 yaşındaki erkek evladından emir alabilir.

Zaten Mezopotamya uygarlıklarına göre kadın bir tarla gibidir. Girer ekersin, çocuk yaparsın, o kadar. Kadının yaşam amacı bundan ibarettir ve bunun sebebi sadece cehalet ya da geri kalmışlık değildir. Çok köklü, şehirleşmiş medeniyetlerde de bu böyledir.

Bize göre normalde medeni hayatta kadınların daha özgür olmaları gerekir ama bu böyle değildir. Medeniyet, sadece kısıtlamaların çeşitlerini değiştirmiştir. Örneğin dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Çin’de, kadınların ayakları, güzel durması için çok küçük boy ayakkabılara sıkıştırılıyor ve bu, kadınları resmen sakat ediyor. Ayak kemiklerinin yapısını tamamen bozuyor.

Şehirleştikçe kadınların üstüne binen yük ve sembol daha da büyür. Kadınlar, erkeklere güzel görünebilmek için kendilerini değiştirmek zorunda kalır. Tıpkı 1970'lerden sonra kadınların kaburga kemiklerini aldırarak daha ince belli görünmeye çalışması ya da ilgi görebilmek için dudak, göğüs, popo estetiğinin moda olması gibi. Ama biz şimdilik günümüzden değil, daha eskilerden örneklerle devam edelim.

Kadınlar neden geri planda kalmak zorundaydı? Neden erkekler bu kadar acımasız bir anlayışla binlerce yıl kadınları pasifize etti? Bunu haklı çıkarabilmek adına söyleyebileceğimiz hiçbir şey yok. Hiçbir bahane uyduramayız ama şöyle bazı gerçeklerden bahsedebiliriz:

Tarıma geçildiğinden beri erkek kamusal alana hakimdi, yöneten sınıftı. Çünkü erkek evrimin başlarından beri fiziksel gücüyle yemek bulan, barınak kuran, koruyan taraftı. Böyle olunca sözü geçen erkek oluyordu. Kadınsa evi çeviren sınıftı. İşini iyi yapan erkek güçlü, evine bakabilen erkek iken, işini iyi yapabilen kadın erkeğini tatmin eden, arkasını toplayan kadındı.

İlaç sanayisi o kadar gelişmediği için eskiden en ufak hastalıklardan bile insanlar ölebiliyordu. Eğer 50 yaşını geçmişseniz ya filozoftunuz, ya aristokratdınız, ya da rütbesi yüksek bir askerdiniz. Halk, 50li yaşlara zar zor ulaşabiliyordu. Yetişkinler bile hastalıktan kolaylıkla ölürken, çocuklar, bebekler tabiri caizse arka arkaya ölüyorlardı. 1800'lere kadar bebek ölümleri çok yaygın olan bir durumdu. Bunun yanında bir de tanrılara kurban vermek adına ilk çocuğun öldürülmesi geleneği vardı. Zaten ilk evladınızı kendiniz öldürüyorsunuz, diğerleri de hastalıktan ölüyor, bu durumda ailenizi nasıl genişleteceksiniz?

Var sayalım ki 5 çocuğunuz var, ve bunların hepsi şanslı bir şekilde büyüdüler. Bunların içinden erkek olanları, ergenlik çağını geçince savaşa gidecekler. Çünkü 5 yılda bir savaş var, sürekli site devletleri kurmak, dibinizdeki diğer birliklerle kapışmak zorundasınız. Böyle koca koca ülkeler henüz kurulmamış, Anadolu’da bile 100 tane beylik, 100 tane devlet var. Bu durumda sizin yedekte bir sürü evladınızın olması lazım ki her evladınız da erkek olmayacağı için, birçok kadın almanız lazım.

Bir kadın yılda ancak 1 evlat verebilir, kısa sürede büyümek için bu yeterli değildir. Sizin 4–5 tane kadın alıp her yıl 4–5 tane çocuk yapmanız gerekiyor. Bunların yarısı bazı sebeplerle ölse veya kız doğsa bile, yarısı erkek olacak. Bazıları savaşlarda ölecek belki ama, en azından bir iki tanesi soyunuzu devam ettirebilecek kadar yaşayacak. Fakat bunun garantilenmesi için her yıl 4 5 tane çocuğunuzun olması gerekiyor. Aslında doğu vilayetlerinde insanların 10 kardeş olmasının sebebi de bu, farkında olmadan bu mantık insanların üreme güdülerini tetiklemeye devam ediyor.

Şimdi böyle bir durumda bir kadının hayatı neyden ibarettir? Menopoza girene kadar, 13 14 yaşlarından itibaren sürekli çocuk doğurmak zorunda olan, her yıl hamile olan ve sürekli bebek bakan, bir bebek büyürken diğerini doğuran bir kadının hayatı ne kadar genişleyebilir? Sizin tek göreviniz evi geçindirmek ve zaten sürekli bebek bakıyorsunuz, bu durumda sanat öğrenmeniz, savaşçılık yeteneği kazanmanız ya da kamusal alanda yükselip bir yerlere gelmeniz mümkün müdür? Kaldı ki böyle bir isteğiniz bile gelişemez, bu aklınıza bile gelmez. Hadi geldi diyelim, idealleri, hedefleri olan bir kadınsınız diyelim: bunun için de çok şanslı olmanız, tabiri caizse zengin bir kocaya kapak atmanız lazım ki o da öyle kolay bir iş değil. Zaten erken ölümler ve zina cezaları yüzünden 12 13 yaşında evlendiriliyorsunuz, ne ara büyüyüp ilgi çekici bir kadına dönüşeceksiniz de bir generali etkileyeceksiniz…

Kadının sosyal statüsü ve yaşam amacı erkeğini memnun etmek ve doğurmak olduğu için, iyi bir gelin, iyi bir aşçı, iyi bir temizlikçi ya da tarlada iyi çalışan bir kişi olması, hayat amacı haline geliyor. Kadının da hedefleri bunlar oluyor zaten. Güzel yemek yapabilmekten memnun oluyor, kocasını memnun etmekten keyif alıyor. Neticede kumalar var, bir evde 4 5 kadın yaşıyor. Arada bir rekabet oluşuyor. Bu kadınların da aralarında bazı sınıflandırmalar, bazı dereceler olabiliyor. Örneğin ikiz ya da üçüz doğurursanız, bir daha ev işi yapmanıza gerek bile kalmayabiliyor. Sizden sonra gelenler tıpkı askerlikteki devrecilik mantığı gibi size hizmet etmeye başlıyorlar.

Ama bi kadın ne kadar yükselirse yükselsin yine de hep onun üstünde bir erkek olacaktır. Kadınların daha az zeki olduğu düşünüldüğü ve bir şeyleri beceremeyeceklerine inanıldığı için, hep arkada kalmak zorundadırlar. Kendinizi Tanrı’ya adayıp hayatınızı ibadethanede geçirseniz bile en fazla rahibe olup papazın birine hizmet edebiliyorsunuz. Sürekli üstlerde erkeklerin olması şart.

Böyle bir hayatta bir de kız doğurduğunuzu var sayalım. Bu durumda ne yaparsınız? Ona bir meslek öğretmek ya da mevki kazandırmak gibi bir şansınız yok. Kızınıza karşı zayıf olursanız ayrıca işaretleneceksiniz çünkü barbarlık, düzkafalılık hakim. Entel, iyi niyetli, modern vesaire herhangi bir aykırılık yapmanız mümkün değil. Bu durumda kızınızı erkenden elden çıkarmak için bir kocaya layık hale getirmeye çalışıyorsunuz ki bunun için kızınızın kıymetli olması lazım. Ya güzel olması, ya iyi ev işi yapabiliyor olması vesaire. Ve tabi kızınızı değerli yapacak şeylerin başında da da bekaret geliyor. Zaten evladınız bakire değilse kimse onunla evlenmiyor, hatta ölüme mahkum ediyorlar.

Kızınız yasak ilişki yaşamışsa öldürülecek, dolayısıyla ilişki yaşamadan, kendini keşfetmeden evlendirilmesi lazım. Bu durumda 10 yaşında bile çocuk evlilikleri yaptırabiliyorsunuz. Kızınızın bakire kalması için onu eve kapatıyor, kimseyle görüşmemesini sağlıyorsunuz. Gerçi kızınız bakire kalırsa bu sefer de “tanrılara bakire kurban etmek” isteyenler yüzünden yine ölüme mahkum edilebiliyor.

Özetle bekaretinizi korursanız, nadir bir parça olacağınız için tanrıya kurban edilebilirsiniz. Bekaretinizi korumazsanız, korumadığınız için yine öldürülebilirsiniz. O yüzden hiç bu risklere girmeden siz daha kendinizi keşfetmeye başlamadan önce anne babanız sizi birinin yanına 2. 3. Eş olarak veriyor. Sizin saygın bir eş olduğunuzu kanıtlamak için de başınızı örtüyor veya sizi halktan korumak, başkalarının tecavüz etmesini önlemek için çarşafa sokuyor.

Üstelik bu sadece ortadoğu halklarında böyle değil. İncil’de de kadının örtünmesi gerektiği, kendisini evleneceği adama saklaması gerektiği çünkü ancak bu şekilde saygın bir birey olabileceği, kadının erkeği temsil ettiği yazıyor. Bu durumda erkek de tanrıyı temsil ediyor tabii ki. Yani kadın, erkeğin kulu oluyor.

Örtünme geleneğine ve bununla alakalı tarihsel gelişmelere bu yazıda girmeyeceğim çünkü zaten bu konuyla alakalı hem bir video, hem de bir makale hazırlamıştım. İlgilenenleri için linkleri ekliyorum.

Örtünme’nin 4000 Yıllık Tarihi (Video)

Örtünme’nin 4000 Yıllık Tarihi (Makale)

Dönelim kadına. Kadının baskılanmasının sebebi özetle “fiziksel olarak zayıf olması” ve “doğurmasının uzun sürmesi” Çünkü erkek hem fiziksel olarak güçlü, hem de isterse her gün üreyebilir. İsterse 365 günde 365 kişiyi hamile bırakabilir. Fakat kadın bu konuda da yavaş. Aslında bir bakıma zinanın yasak olmasının sebeplerinden biri de bu.

Erkek savaşa ya da başka bir yere gidebiliyor, başka kadınlar alabiliyor ama kadın birçok erkek alsa, doğan çocuk hangisinden oldu bu bilinemiyordu. Şu anda DNA testi ile bunu öğrenebiliriz ama 2000 yıl önce bunu yapmamız mümkün değildi. Ayrıca doğuran kişi yine kadının kendisi olduğu için, erkek gidince çocuk da onun başına kalabiliyordu. Erkek onu kirletip kaçabilir, savaşta ölebilir, tecavüz edebilir, birçok şeyi yapıp kurtulabilir. Hamile kalan kişi kadın olacağı için, çocuk da kadının başına kalacaktır.

Kadın da çocuğuna bakamayacak ve çocuğu varken de başka bir erkek onu istemeyecektir. Bu durumda ya çocuğu atması lazım, ya da fahişelik yapması lazım. Dikkat edin hem tarihte hem de dizilerde hep kralların ya da soyluların piçleri olur. Hep erkekler bir kadınla ilişkiye girer, sonra kadın ve ondan doğan çocuk kirlenmiş kabul edilir. Erkek başka bir kadına gider ve sorumluluk almaz. Kimse erkeğe laf etmez, laf yine kadına gelir. Kadın “namusu kirletilmiş” olur. Neticede hiçbir erkek başkasının çocuğuna bakmak istemez, zira kendi çocukları bile zar zor hayatta kalıyor. Aslında bu içgüdü hayvanlarda bile var. Birçok hayvan, başka bir erkeğin kabilesine gireceği zaman önceki erkekten olan evlatlarını bırakır ya da öldürür. Çünkü yeni kocası zaten o yeni yavruları öldürecektir. E kendisinin de o yavruları büyütmesi çok zor olduğundan “yenisini yaparım, şimdilik kendimi garantiye alayım” derler.

Geçmişte insanlar da böyle düşünmüşler. Fakat şu da bir problem, biz şuanın mantığıyla bunları eleştiriyoruz. Geçmişi bugünkü etik anlayışımızla değerlendiriyoruz. Örneğin şu anda ben bunları anlatıyorum ve şahsi olarak kadınların bizim kadar hakka sahip olması gerektiğini savunuyorum ama muhtemelen 16. yy’da yaşasaydım farklı düşünecektim. Neticede çalışan benim, savaşa giden benim, kolu bacağı koparak gelen benim, yöneten benim. Kadını sadece çocuk doğurması için alıyorum ve zaten 2 3 tane kadın alarak birine küsünce diğeriyle yatabiliyorum. Yani kadın trip atarak kendini affettiremiyor, ya da beni üzemiyor. Trip atmak gibi bir şeye cesaret bile edemiyor çünkü boşayabilirim de.

Şimdi “burada aşk nerde” diye soracaksınız ama “Aşk” kavramı bile Fransa’da 18.yy’a doğru gelişen bir kavram. Birkaç yüzyıl öncesine kadar aşk evliliğiymiş, birine körü körüne bağlanmak ve tek eşli yaşamakmış, bunlar milyonda bir olan şeylerdi. Erkekler, birine aşık olarak değil, çıkarlarını düşünerek evleniyorlardı. Neticede erkek nüfusu sürekli azaldığı için kadınlar çoğunlukta kalıyor, etraf kadın kaynıyor. Aranızdan keyfinize göre seçip eş olarak alıyordunuz.

Bu yüzden de kadınların evde kalmaması, evlenebilmesi lazımdı. Daha çok çaba göstermeleri lazımdı çünkü evde kalma oranı çok fazlaydı. Fransa’da o şölenelerde balolarda uzun güzel elbiseler giyen kadınlar, içlerine neredeyse kaburgalarını kıracak kadar daraltılmış korseler giymek zorundalardı. Erkeğine layık olmak zorundalardı ve malesef erkeklerini seçmek gibi bir lüksleri yoktu. Zaten bu yüzden maymun gibi adamlar taş gibi kadınlarla evlenebiliyordu.

Tabi her şey estetik değil. Bir de şöyle bir durum var:

İnternet’de “20 tane kralın aşık olduğu kadın!” gibi haberler görürsünüz ve karşınıza iri yarı kıllı bir kadın çıkar ya, işte bu gerçek bir şey. Çünkü güçlü görünen iri yarı kadınlardan güçlü evlatlar doğacağı düşünülüyordu. Gönül eğlendirmek için güzel kadınlar, üremek için iri kadınlar tercih ediliyordu. Esasen balık etli kadınların erkeklere çekici gelmesinin sebebi bu, binlerce yıllık mantalite genetik hafızamıza kazınmış. Tıpkı hayvanlar aleminde iri yarı olan erkeğin eş olarak seçilmesi, tıpkı kadınların kaslı erkeklere ilgi duyması gibi, erkekler de eğer amaçları çok güçlü, ona bakabilecek, kabileyi güçlendirecek bir evlat istiyorlarsa, kendileri gibi iri yarı bir kadınla üremeleri gerekiyordu.

Şimdi düşünün, ben Ortaçağ’da yaşıyorum ve kendime iyi bir eş buldum. Üredim ama savaşa gittim ve öldüm. Kadın da hem Ortadoğu’da hem de kutsal kitaplarda belirtildiğine göre bir “tarla”, yani sürülmesi lazım. Değerlendirilmesi lazım. Bu durumda ne olacak? O kadın daha iyi evlatlar verebilecekken sırf ben öldüm diye boş mu duracak? Bizim hayvansı içgüdülerimiz bu duruma da bir çözüm bulacak. “Yabancıya gitmesin.”

Ben ölünce ve benim karım boşta kalınca, yabancıya gitmesin diye kardeşim onunla evleniyor. Böylece hem kadın dul kalmamış, zorluk çekmemiş oluyor, hem önceki evlatları benim de akrabam olduğu için onları bırakması ya da benim onları öldürmem gerekmiyor, hem de kardeşimin emanetine sahip çıkmış oluyorum. Biliyorum kulağa garip geliyor ama bugün bile hala doğuda, bazı yerlerde ölen kardeşinin karısıyla ya da baldızıyla evlenenlerin sayısı çok. Bu arada farkındaysanız ölen erkek, ama problem olan gene kadın.

Ne olursa olsun kadın sürekli düşünülmesi, kontrol edilmesi, değerlendirilmesi gereken bir varlık gibi görülüyor. Çünkü kadının varlığı bile bir problem ama bunun suçlusu aslında kadınlar değil; Erkekler!

Çünkü etrafta kadın varken erkeklerin hareketleri değişiyor. Günde 18 saat aralıksız çalışan şikayet etmeyen adam, etrafında bir kadın olduğunda ya işi aksatıyor ya da üstlerine karşı gelmeye, hava yapmaya başlıyor. Spor salonlarında bile bir kız görünce hemen anırmaya ve kaldıramayacağı ağırlıkların altına yatarak hava atmaya çalışanlara rastlayabilirsiniz, oradan anlayın yani. Kadınların baskılanmasının sebebi yine erkeklerin kendilerine hakim olamayışları. Çünkü erkekler daha düz mantık, daha basit, daha içgüdüsel davranan varlıklardır. Ben de bir erkeğim, bu erkekleri aşağılıyormuşum gibi algılanmasın. Ama çok ince ayrıntı düşünemediğimizi de kabul etmemiz lazım. Öbür türlü nasıl Kleopatralar, Çinli prensesler, bir ajanı bile kandırabilecek kadınlar varolacaktı? Nasıl Türk liderlerini suikastle öldürebilecek kadar ince hesaplanmış kadın casuslar yollanacaktı?

Bizim çabuk köprümeyenlerimiz, ince hesap yapanlarımız, düşüncelerini saklayabilenlerimiz tarihte büyük liderler haline gelmişler. Kandırılmamışlar, kandırmayı başarmışlar. Ama genel olarak biz kolay kandırılabilen varlıklarız. Çünkü hareketlerimize hakim olamıyoruz. Ki bu hakim olamayışın en büyük sebebi de tecrübesizlik ve cahillik. Evet, kadının da cahili hiç çekilmez ama erkeğin cahili, eline güç geçirmeye meraklı, zor uygulayan bir varlığa dönüşür. Zaten bu yüzden medeniyet bilgi ile geliyorsa kıymete biner. Onun harici birçok medeniyet ya Monarch’lığından, ya da Ataerkil’liğinden kaybeder ve tarihe gömülür.

Şimdi hemcinslerim bana biraz kızacak ya da burada hanımcılık yaptığımı sanacaklar ama bir dürüst olalım. “Siz böylesiniz” demiyorum ama çoğunluğun da böyle olduğunu kabul etmek lazım. Örneğin ülkemizdeki erkeklerin belki de %90'ı,

Bir kadın mini etek giyince laf atmak zorunda hissediyor, bir kadın şort giyince onun yatılabilecek kadın olduğunu düşünüyor, bir kadın makyaj yapınca hafifmeşrep olduğuna inanıyor. Bir kadın bir bara ya da pub’a gittiyse kesinlikle sevişecek erkek aradığından gitmiştir diye hemen sarkıntılık ediyor. Hatta biri gece evine giden bir genç kıza tecavüz ettiğinde hakim bile “o saatte orada ne işi varmış?” diye soruyor. Kız yeterince güçlü bağıramadıysa “zevk almıştır, zevk aldıysa tecavüz değildir” deniliyor, kız o gece alkol almışsa “zaten bunu hak etmiş” diye düşünülüyor vs. Ne olursa olsun hep erkeklerin haklı olması gerektiği fikri o kadar yerleşmiş ki kendi ayıplarımızı hep kadınların üstüne yıkıyoruz. Hayvanın biri bir tane organa hakim olamıyor diye bunun suçlusu olarak kadınları görüyoruz. Bir erkek donunu indirip sokakta gezse 20 tane kadın üstüne atlayıp tecavüz etmez ama bunu bir kadının yaptığını düşünün… Sıra sıra tecavüzden sağ bırakmazlar.

Siz erkek çocuğunuz olduğunda amcalara pipisini göstermesini istiyorsunuz ama kızınız varsa buna cesaret edemezsiniz. Bir erkek 14 yaşında geneleve gidebildiyse bununla övünüyor ama bir kız cinsel deneyim yaşadıysa bunu herkesten saklamak zorunda. Bir erkek 20 kişiyle yattıysa bu övünülecek bir şey, “milli olmak” oluyor ama bir kız biriyle bir şey yaşarsa namussuz, kaşar vb. Oluyor. Her kadına potansiyel seks objesi olarak bakıyorsunuz ama kendinize bakire, Pollyana bir kız istiyorsunuz. Kabul edelim ne kadar modernleşirsek modernleşelim, ne kadar aydınlanırsak aydınlanalım hepimizin içinde böyle bazı ukteler var. Bunun bir sebebi de, belki geleneklerimizin, belki de dinlerimizin bize daha çocuk yaştan beri bunları empoze etmesi.

Hem dinlerde hem de geleneklerde kadının baskılanmasının sebebi, erkeklerin kendilerine hakim olamamalarıdır. Kadınlar üstüne çarşaf giyse bile yine de ona yan gözle bakacak erkekler vardır. Erkekler bakışlarını çevirmediği sürece suçlusu yine kadındır. Belki de giydiği çarşaf güzeldir? “O da daha çirkin bir çarşaf giyseymiş!”

Değerli okurlarım, “Seductres” ya da “Seduce” kelimesi bile kadınlar için türetilen bir kelimedir ve “Baştan çıkaran” anlamına gelir. Ama baştan çıkarıcı olmak ya da güzel olmak da iyi bir şey değildir. Seni isteyen çok olur ve yine bunu erkekler çözer. Hayvanlar alemindeki gibi, bir dişi için erkekler dövüşmek zorunda kalır, kazanan da dişiyi alır. Hele günümüzde bu daha da yaygın çünkü ölen erkek sayısı az. Eskiden savaştan dönenler az olduğu için kadın çoğunluktaydı. Erkek 3 4 Tane kadın alabiliyordu, istediği kadınla evlenebiliyodu. Şimdi reddediliyor. Instagram’a bir foto atan kızın peşinden 500 erkek koşuyor ve belki de hiçbiri elde edemiyor. Çünkü kadın artık kimseyi seçmek zorunda değil.

Şu anda kadınlar haklarını arayabiliyor, hatta istediğiyle yatabiliyor ya da bir şirkette CEO veya bir ülkede Başkan olabiliyor ama bu çok yeni bir durum. Örneğin eskiden bir kadın sanatta veya herhangi bir konuda, kılıç dövüşünde vesaire başarılıysa, bunu erkeklik yönünün baskın olmasına bağlıyorlardı. Bütün yetenekler erkeklere özeldir, dolayısıyla kadın yetenekli olamaz. Eğer kadın yetenekliyse, ondaki kadınlık oranı azdır. Yani bir kadın bir konuda yetenekliyse, aslında erkeksiliği baskındır, o yüzden yeteneklidir. Ya da en iyi ihtimalle, ustasını veya babasını, abisini iyi taklit etmiştir. “Neticede ustası da erkek olacağı için, başarılı kadın, erkeği iyi taklit edebilen kadındır.”, “Başarılı kadın, kadınsı zayıflıklarını yenerek erkeksileşmiş kadındır!”

Bu mantık, Avrupa’nın mantığıydı. 1960'lara kadar Oxford, Harvard gibi birçok Üniversite’de bile kadın eğitimcilerle alakalı fikirler böyleydi. 1950'lerde erkeklere sekste kendilerine hakim olmalarını söylemek yerine, kadınlara doğum kontrol hapı üretilmeye çalışılıyordu. Çünkü erkek kendine hakim olamayabilir, hata yapabilir. Hata bile yapsa bu hata olarak sayılmamalıdır, kadın ona engel olmalıdır. Bir başarısızlık var ise, bu kadından dolayıdır.

Zaten bir işi “adam gibi” yapmak, “adam gibi” vurmak, “adamın hası” olmak… Cesursan “erkek gibi” cesur olmak, korkaksan “karı gibi” korkak olmak, “karı gibi” gülmek, “karı gibi” ağlamak… Başarılı şeyler hep erkeklikle özdeşleşmiş ve bu, bugün bile böyle.

Geçmişe bakınca Kadın zaten hayata kaybederek başlıyor. Erkek toplumda bir şeyler başarıp yer edinebilir yükselebilir ama kadın, sadece kaybedebilir. Örneğin itibarını kaybeder, namusunu kaybeder, kocasını kaybeder veya “kaybettirir.”

Hani şuan “Her başarılı erkeğin arkasında kadın vardır.” diyoruz ya, işte eskiden “Her başarısızın ardında bir kadın vardır.” diyorduk. Örneğin Adem Cennet’ten kovuldu, neden kovuldu? “Havva yüzünden”. Havva yine nefsine hakim olamayıp erkeğin aklını çeldi. “Yemeyin” denilen yasak meyveyi yedi ve Adem’i de yemesi için kandırdı. İnsanların Şeytan’la uğraşması ya da bütün günahlar, kadın yüzünden ortaya çıktı. Birçok hadiste bile “Kadınların, Şeytan’dan bile daha şeytan olduğu” anlatılır.

Bir de diğer inançlara bakalım, örneğin Pandora’nın kutusuna:

Eski Yunan, Ataerkil bir toplum olduğu için, hikayelerini de Ataerkillik üzerine kuruyordu. Örneğin bir gün tanrılar, bütün kötülükleri yener ve bir kutunun içine hapsederler. Artık dünya refah içinde yaşayacaktır, fakat bu kutunun dünyada birine emanet edilmesi gerekir. Dünyada en saf, en iyi kalpli kızı bulurlar ve ona bu kutuyu emanet ederler. Kıza, bu kutuyu kesinlikle açmamasını, açarsa çok kötü şeyler olacağını, ne olursa olsun bu kutunun kapalı kalması gerektiğini söylerler. Kız da kabul eder, ve kutuyu alır. Fakat kutunun içinde ne olduğunu çok merak eder, içi içini yer. Bir süre sonra dayanamaz ve kutuyu açar. Kutu açılınca, bütün kötülükler, 7 Ölümcül Günah gibi birçok şey serbest kalır ve dünyada savaşlar başlar, kötülükler yaşanır, günahlar çoğalır.

Yani en iyi, en temiz kız bile, en kötü felaketlerin sebebidir. Bütün kötü şeyler, yine kadının merakına yenik düşmesi yüzünden yaşanmaktadır. Tıpkı Havva’nın merakına yenik düşüp meyveyi yemesi gibi.

Sadece dini hikayelerde değil, tarihi efsanelerde bile yine kadın, problemlerin kökenidir. Örneğin Truva hikayesinde bile yine Helen isimli kadıni Paris’in aklını çeler ve iki ülkeyi birbirine düşürür.

Kadınla alakalı problemler Rönesans’a kadar gelmiştir. Örneğin 15. yy’da, protestanlığın doğuşunda bile İncil’den kadın öven ayetler kaldırılmıştır. Malum her din bazı şeylerin iyisini vaad etmelidir, iman edilebilecek bir şeyler sunmalıdır. Bu yüzden kusurlu olan kadına kıymet veriyor gibi görünmek son derece önemlidir. Fakat erkekler, bundan bile rahatsızlık duydular.

“Peki nereden bu duruma geldik? nasıl oldu da şuan durum değişti?” derseniz bunun sebebi basitçe devrimler ve kalabalık. Evet “kalabalık”.

Eskiden hem dünyanın nüfusu daha azdı hem de ulaşım yolları sıkıntılı olduğu için, bir yerden bir yere gitmek ay sürüyordu. Dolayısıyla halk çok fazla yolculuk edemiyordu. İnsanların çoğunun hayatı sadece doğduğu köyde geçiyordu. Dolayısıyla kültürel gelişim-etkileşim yok denecek kadar azdı. Aydınlanmak zordu. Bu yüzden gelenekler, töreler, belirleyici ana unsurlar oluyordu. Toplumu gelenekler yönetiyordu.

Ama şimdi dünyanın her ülkesine birkaç saatte gidebiliyorsunuz. Birçok farklı kültür ve medeniyet görebiliyorsunuz. “Dünya böyle bir yermiş” diyorsunuz, “Biz böyle yapıyor ama daha mantıklısı varmış” diye düşünebiliyorsunuz. Çeşitliliği görünce kendinizi sorguluyorsunuz.

Ayrıca dünya o kadar kalabalıklaştı ki artık kadınları eve kapatmanın mümkünatı kalmadı. Kalabalık demek, daha fazla üretilecek yiyecek ve hayvan demek. E bunları erkekler tek başına yetiştiremiyor artık. Son zamanlarda emperyalizm, komünizm, serbest piyasa, bilmem ne derken dünya dengesi çok kez değişti ve savaşlarda bile kadınlar yer almaya başladı ki bununla alakalı da “Tarihte Kadın Casuslar” diye yazı/video hazırlayacağım.

Neyse, hem ürünler pahalılaşınca hem de dönemle beraber yeni işler, yeni kurumlar gelişince, kadınların da iş hayatına atılması mecburi oldu. Köy yerinde hayvan güden bir adamın karısının çalışmasına ihtiyacı yoktur, çalıştırsan da kendi ahırında çalıştırırsın ama artık köy diye bir ortam kalmayınca kadını nereye saklayacaksın? Dünya şehirleşiyor. Karını eve ya da tarlaya kapatamıyorsun. Değil 4 5 kadına bakmak, 1 kadına bakmak bile zor hale geliyor çünkü savaşlar azalmış, ganimet toplamak kalmamış, işgal etmek, bedavaya konmak kalmamış. Çalışıp kazanmak zorundasın. E kalabalık olunca ürünler de çabuk tüketiliyor, pazar fiyatları artıyor. Bu durumda bir tek senin maaşın yetmiyor. Mecburen karını da çalıştırıyorsun.

Ki bu ayıp kabul edilirdi. Kadının çalışması bir utanç kaynağıydı, bir eksiklik göstergesiydi. E 100 sene önce de kadının okula gitmesine başka gözle bakıyolardı. Ama dünya değişti...

1700'lerden başlayarak hem coğrafi keşifler, hem Fransız Devrimi, hem sanayi gelişimi, hem teknoloji hem de dünya savaşları derken yeni bir global kültür oluştu ki bu kültürde eğer gelişmiş ülkeleri yakalamak istiyorsanız, eğer geri kalmamak istiyorsanız kadınları da hayata sokmak zorundasınız. Özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bunu fark eden ülkeler kadınlara hızla haklar tanımaya başladılar. Seçme ve Seçilme hakkı, çalışma hakkı gibi birçok şey gündeme geldi ki bu konuda birçok Avrupa ülkesinden yıllar önce kadınlarımıza birçok hak tanıdığımız için övünmeliyiz. Daha doğrusu kimsenin hayal bile edemediği devrimler gerçekleştiren ve bize özgür bir ülke bırakan Atatürk ve hak hukuk adına çalışan diğer vatan evlatlarına şükretmeliyiz. Bunun kıymetini bilmeliyiz, özellikle de kadınlar bunun kıymetini bilmeli.

Tabii ki bu kadar ilerlememizin başka sebepleri de vardı. Örneğin medya gelişti, herkes her şeyden hemen haberdar olabilir hale geldi ki bu çok önemlidir. “Herkes her şeyi görür oldu”. Bazı yerlerden ufak ufak kadınların da sesi duyulmaya başlandı ve görüldü ki kadınlar da erkekler kadar zeki ya da başarılı olabiliyor.

Fakat bu hakları da yine erkekler verdi kadınlara, bunu da hatırlatmak gerekiyor. Örneğin Atatürk’e “kadınlara seçme seçilme hakkı vermesi için” bir grup feminist toplanıp baskı yapmadı. Kimse onu buna zorlamadı. Atatürk bunun böyle olması gerektiğini kendisi düşündü. Tabii ki kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü doğurması gibi birçok fedakarlıkları, birçok uğraşları olmuştur ama neticede dünyayı yönetenler hep ensesi kalın erkekler olduğu için, bir yerde bir hak veriliyor ise yine erkeklerin izniyle, ya da kabullenmeleriyle veriliyor.

Çünkü başka bir çıkar yolu yok. Yönetim erkekteyse, erkeğin desteğini alman lazım. E Bunun patlama yarattığı durumlar da oldu tabi örneğin Feminizim ya da Feminazi gibi fikirler doğdu ki bu da binlerce yıldır bastırılan insanların intikam alma çabasıdır fakat intikam alınacak zaman bu zaman değil, çünkü şuan her ne kadar Aterkil mantalite tamamen yok olmamış olsa da, bir kuşak öncesine göre bile bayağı bir özgürleşme var dünyada. Bir kuşak sonrasını hayal bile edemiyoruz kaldı ki SJW gibi bazı kuruluşlar yüzünden ne ahlak ne de gelenek gibi şeylerin değeri de kalmadı neredeyse.

Bu arada Feminizm’in kötü bir şey olduğunu ima etmiyorum, bilakis olması gereken şeydir. Fakat Feminizm’i anlamadan bunu erkek düşmanlığına çeviren, elinde sırf hak var diye bunun b*kunu çıkaran bazı koltuk altı kılları orman olmuş mor saçlı kitle yüzünden Feminizm’in de adı kötüye çıkmış durumda. Feminizm demek altınıza tanga giyip çıplak bir şekilde taksimde koşturmak değildir. Böyle saçma propaganların da hiçbir yere varacağı yoktur ya neyse, biz konumuza dönelim. Zaten yazının da sonlarına geldik.

Son 200 yılda milliyetçilik anlayışı doğdu, eşitlik anlayışı doğdu, kadınların seçme ve seçilmeye hak kazanması meydana geldi, birçok olay yaşandı ve günümüzde artık kadınlar erkekler kadar, hatta birçok konuda erkeklerden de üstün konumdalar. Örneğin işyerinde, okulda, her konuda kadınlara pozitif ayrımcılık yapılıyor. Bir erkeğe bağıra çağıra, patronu ona ana avrat söverek hesap sorabiliyorken; kadınlara nazikçe konuşuluyor, toplu taşımalarda vesaire yer veriliyor. Kadın her gün daha fazla hak kazanmaya devam ederken bu gibi ayrıcalıklardan, nezaketten de kaybetmiyor. Birçok kadın buna karşı, “sırf kadınım diye bana yer vermeyin, sırf kadınım diye bana torpil yapmayın” diyor ama neticede biz olanları konuşuyoruz.

Durum böyle giderse ilerde de erkeklerin feministleri türeyebilir, özgürlüğü bünyesi kaldıramamış birtakım kişiler yetki alırsa bu sefer işi Feminazi’ye çevirebilir, benden demesi.

Aslında bu konu uzar ve anlat anlat bitmez o yüzen şimdilik bitiriyorum ama hem tarihte kadın askerler, kadın casuslar, kadın liderler hem de tarihte kadın mucitler, sanatçılar gibi konuları merak ediyorsanız lütfen yorumlarda belirtin. Sıradaki videolarda/yazılarda bunları işleyebilirim. Kim ne derse desin, tarihte nasıl olmuş olursa olsun, hepimizi bir kadın doğurdu ve cennet, kadınların ayaklarının altına öyle sadece lafta serilmemeli. Erkeklerin de kadın özgürlüklerine, kadın haklarına, negatif ayrımcılıklara karşı dikkatli eğilmesi gerekiyor. Daha çağdaş, daha refah bir ülkede, hep birlikte yaşamak dileğiyle. Youtube kanalıma göz atmayı unutmayın. Şimdilik bu kadar, diğer yayınlarda görüşmek üzere.

NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım tamamen bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden veya benden izin almadan herhangi bir makalemi elektronik ya da matbuu mecrada kopyalamanız halinde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır.

--

--

Diamond Tema

Din, Bilim ve Tarih üzerine yazılar yazmaktayım. Ayrıca Youtube adresimiz: https://www.youtube.com/c/diamondtema