Mutluyum Mutlusun Mutlu

Duygu Aktan
5 min readMay 12, 2016

--

Şaka şaka, değilim, değilsin, kimse değil; rahat olabilirsiniz.

Ama gerçekten istesek mutlu olamaz mıyız acaba diye de düşünmüyor değilim. Hani sanki daha önce bu konu hakkında yirmi iki milyon kitap basılmamış, hiçbir hayat koçu bu konuyu ele almamış ya da blogosferde yüz milyonlarca kelime boşa harcanmamış gibi…Boşa diyorum çünkü onca emek ve vakitten sonra bile hala hepimiz oturmuş harbiden niye mutlu değiliz ki acaba diye teoriler geliştiriyor; derdimize derman arıyoruz.

Halbuki kabul etsek artık mutluluğun kalıcı ve sürekli bir ruh hali olamayacağını. Olmasın da zaten, ne o öyle manyak gibi sürekli yüzünde bir gülümseme ifadesi, hep hiper durumda?.. Ben mesela gittim mutlu olacağım diye maaşlı, sigortalı işimi bıraktım çünkü geçen hafta New York’ta beyaz yakalı olmakla ilgili yazımda da bahsettiğim gibi; her sabah sıcak yatağımdan kalkıp başında nöbet tutmaya gittiğim gri masa ya da onun üzerinde yaptıklarım bana mutluluk vermiyordu. Bari masayı bırakmak bir işe yarasaydı.

Bir süre bulutlardan yere inemedim tabi patronsuzluk, toplantısızlık falan derken ama şuan bakıyorum, eski Duygu haleti ruhiyesine geri dönmüşüm. Akşam yedilerde hala ofiste Excel’le cebelleşen Duygu’dan azıcık halliceyim. Hadi ben vah yavrumu geçelim ama tarih yalan söylemez! Piyangodan milyonlar kazanan insanlara bakalım; hepsi sevinçten aklını yitirmiş olacak, bir yıla kalmadan bütün parayı ıvır zıvıra harcayıp yok etmişler genelde. Sonunda da piyango çıkmadan önceki hallerinden daha mutsuz oldukları gözlenmiş. Ama bunu bilimadamları ve kötü kitaplar yazan hayat koçları kanıtladı zaten.

Mesela Ian Ayres (bilimadamı, kötü kitap yazarı değil) Carrots and Sticks adlı kitabında hedonic treadmill diye epey düşündürücü bir kavramdan bahsediyor. Kaba çevirisiyle hedonik (hazsal) koşu bandı diye adlandırabileceğimiz bu kereta kavram hayatımızda bizi çok mutlu edeceğine inandığımız şeylere -zenginlik, yeni iş, ev, araba gibi- ulaştığımızda duygu durumumuzun ne kadar kısa süreliğine değişip hemen sonrasında eski haline döndüğünü anlatıyor.

Düşününce mantıklı aslında. Öyle olmasaydı eğer ben hala ilk barbisine sevinmeye devam eden 31 yaşında irice bir bebek kafasında olurdum. Demek o barbide otuz yıllık huzuru bulamamışsam Manhattan’da bir penthouse ne bileyim Boğaz’da bir yalı sahibi olmanın gazıyla da yetmişi bile göremem.

Yani insan içinde bulunduğu yeni duruma sandığından da kolay adapte olabilen ürkütücü bir varlık. Sadece bu örnekten yola çıkarak bile sorgulayabiliriz; daimi mutluluk diye bir şey mümkün müdür?

O kadar insanın cevap bulamadığı soruya ben son noktayı koymalıyım demiyorum (şimdilik) ama gerçek bir yazar gibi ben de sadece mutluluk değil dünyadaki tüm sorulara cevap arayışımı arsızca sürdürüyor ve bu yazarlardan birkaçına karşı büyük özentilik ediyorum.

Mesela 1984'te, benim doğumumdan tam bir yıl önce, George Orwell “In a time of universal deceit, telling the truth is a revolutionary act” demiş. Yani yalan dolanla dolu bu zamanda, gerçekleri konuşmak devrim niteliğindedir diyor. Sanırım dünyayı benim gelişime hazırlamak gayesindeydi ama bugün bakıyorum benim bile doğrucu davutluğum bir işe yaramış gibi görünmüyor. Yoksa niye kendimi tekrar tekrar şu sohbetin farklı versiyonlarında bulayım?

Arkadaşım: Aslında harika bir adam! Beni çok seviyor; beraber gelecek hayalleri kuruyor. Sadece içine kapanık biraz. Biraz da ıssız adam; bir o kadar da gururlu…

Ben: Ne alakası var ya! Bariz kullanıyor seni. Aşık falan değil kızım saçmalama! İlk fırsatta da aldatır kesin. Yol yakınken sen kurtar kendini!

Sonuç: Dünya aynı boktan dünya; benim bir tane daha az arkadaşım var.

Aynı bağlamda Ernest Hemingway’in de iddialı çıkışları olmuş. Mesela “The most essential gift for a good writer is a built-in, shock-proof, bullshit detector” ifadesi gibi. “Bir yazarda olması şart, öncelikli yeti dahili, şoka dayanıklı bir yalan dedektörüdür”. Saygılar hocam! Sırf şu sözü için bile ilk Hemingway’imi okumaya başlamış olabilirim. Ya da belki adamın hem Küba hem de Paris’te yaşamış olmasıydı sebep…Şu an emin değilim. Atmayayım, Orwell’e ayıp olmasın.

Demek ki yalan kötü bir şey o zaman. Yalanlarla dolu bir hayat bizi kuvvetle muhtemel geçmişte mutsuz etti, şuan ediyor ve her zaman da edecek. Kimseyi karamsarlığa mahkum etmek değil elbette amacım. Yarı dolu bardağın boş tarafına doğru derin düşüncelere dalıp, sonunda nieeeeh menim mardağım boşşşş diyerek buhrana kapılmayın elbette. Deli misiniz? Bardakları izlemeyi bırakın zaten.

Benim sözüm bardağında bir damlacık su kalmış ama ohoo benim babam damacana fabrikatörü, bizde sudan bol bir şey yok o’lum diye etrafta gezinenlere. Tiyatro sahnede güzel. Profesyonel oyuncular tarafından icra edilince. Set, ışık, kostüm falan derken iyi gidiyor, insan zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor. Ama iki arkadaş oturmuş sohbet ederken ya da karı koca kahvaltı yaparken, ne bileyim parkta çocuk gezdirirken falan baştan aşağı palavralarla doldurulmuş sohbetler sadece komik olmuyor, bir yandan da üzüyor insanı. Mutsuz ediyor.

Mutlu olmak istiyorsak dostlar, yalan hayatlar yaşayamayız. Konu komşu ne derle vakit kaybedemeyiz. Evliliğimizde problemler varsa, mertçe bunları sevdiklerimizle paylaşabilmeliyiz. Facebook’da kafadan yapışık, tek vücut ikizler gibi resimler paylaşmakta ne var? 85 yaşındaki dedem bile öğrendi benim; durmadan paylaşıyor ama yalandan değil, o daha çok kendiyle gurur duyduğundan.

İşimizi sevmemekten şikayet ediyorsak mesela bilmeliyiz ki bu da bir çeşit yalan. Harekete geçmeden durabilmek, risk almamak için vakit kazanmaktır şikayet. Derhal, şu anda AMA HEMEN ŞU SANİYEDE şikayeti bırakıp kendimize alternatifler yaratmak için ilk adımı atacağız. Hem etrafımızdakilere de bir iyilik yapmış oluruz. Yıllardır epey kafalarını ütüledik.

Belki de tam tersi, hiç şikayet etmedik ama bire bin kattık hep. Ne kadar eşsiz, ne kadar tatmin edici bir işimiz olduğunu anlatıp durduk. Başkalarını mı inandırmak istiyorduk yoksa kendimizi mi bilinmez. Her iki türlü de yalan söyledik; açık açık veya gizli gizli kötü hissettik. Hop yine çıktı mı yalan dolanla ilişkili mutsuzluklar karşımıza?..

Çözüm ortada; önce mutsuzluğumuzu kabul edip, onun farkına varalım derim. Ondan sonra bunun toplumda afişe edildiği kadar korkunç, acınası, kabul edilemez bir durum olmadığını anlayalım. Dürüstlükten aldığımız güçle de değişim için gerekli adımları atmaya başlayabiliriz belki. Ufak ufak, sağdan sağdan.

Belki de en güzelini Yalan Dünya, Her Şey Bomboş, Hancı Sarhoş, Yolcu Sarhoş diye şarkı sözü yazan Yıldırım Gürses söylemiş. Bilemiyorum. Ama sadece bir paragraf üstte farkındalık ve kabullenmişliği mutluluk formülünün demirbaşları olarak sıraladığım için, şimdi sarhoş hancı ve sarhoş yolcunun mutlu olma ihtimallerini masaya yatırmak istemiyorum. Hepimizi ayık, mutsuzluğuyla barışık bireyler olmaya davet ediyorum ve huzurlarınızda açıklıyorum:

Mutlu İnsan Manifestosu

Mutlu insan yoktur, az mutsuz insan vardır.

Çünkü dünya boktan olaylar yaşayan boktan insanlarla dolu bir yerdir.

Ben de bunlardan biriyim.

Patronum da, yan komşum da, anam da, babam da.

Hepimiz aynı gemideyiz.

Önemli olan onun boktan arabası, berikinin daha büyük (ve boktan) evi değil.

Önemli olan şu boktan ömrümüzden bir iki güzel anı koparmak.

Hayatı hem kendimiz, hem de etrafımızdakiler için biraz daha az boktan kılmak.

Ek 1:

Bir daha asla mutluluğun formülünü açıklayan kişisel gelişim kitaplarına para kaptırmayacağım. Çünkü onların tarif ettiği mutluluk hayal ürünü. Gerçek mutluluk içinde daha çok mutsuzluğun olduğu dramatik, kaotik bir ruh hali. Ve ben bu durumu kabul ediyorum.

Ek 2:

Böylece cebimde kalan otuz kırk lirayla kendime internet paketi alıp, en yakın dostuma bir mesaj atacağım. Birlikte sahile inip iki bira, bir de büyüğünden çerez patlatacağız ve ağzımızdan salya, burnumuzdan sümük akana kadar güleceğiz. Çünkü hayatımız boktan ama bir iki mutlu an için her şeye değer.

Manifestomuzu oluşturmamda büyük katkısı olan Orwell’e, Hemingway’e ve tabiki Gürses’e minneti bir borç bilirim. Sayelerinde zamanımın yarısını herkesin suratına suratına gerçekleri çarpan, sevimsiz bir arkadaş, eş, dost, torun torba olarak, diğer yarısını da içip içip hayat boş diye kahkahalara boğulan garip bir birey olarak geçiriyorum. Kendim çalıp, kendim oynuyorum.

Size de tavsiye ederim. Daha az mutsuz olunuyor.

Bu yazı hoşunuza gittiyse sol alt köşedeki minik kalbe basın ki daha fazla kişiye ulaşsın. Hayat paylaşınca güzel.

Duygu Aktan Ankara’dan çıkma New York fatihidir. Gezer tozar, üstüne utanmadan yazar çizer. Yazılarının tamamına bir de hayatının kaosunawww.duyguaktan.com adresinden ulaşılabilir. Takip etmek isterseniz size haftalık e-postalar bile atar.

--

--

Duygu Aktan

Partner at Ango AI || Accelerating the development of AI applications