Mezar-ı Şerif

Erdi Demir
2 min readMar 6, 2022

Cenazenin üçüncü günüydü. Merhuma duyulan acı hala çok tazeydi. Kalabalık bir aileydi. Merhum da bu ailenin büyüğüydü, dedesiydi, reisiydi. Bu kalabalık ailede bir oğul, bir gelin, üç kız, iki oğlan vardı. Bütün ev halkı merhumla çok iyi geçinirdi. Etrafındaki herkesin saygısı büyüktü. Merhumun diğer oğulları, torunları, kardeşleri, kuzenleri, uzak akrabaları ve köylüleri de aynı saygıyı beslerdi.

Kronik akciğer rahatsızlığı sebebiyle, akciğerler merhumu taşımayı bırakmış ve iflasını vermişti. Ölmüştü. Cenaze günü ağıtlar, ağlaşmalar, yakınmalarla geçmişti. Namazı kılınmış, duası edilmiş ve yakın bir mezarlığa defnedilmişti.

Merhumun en sevdiği ve ilk torunu olan Tülay, baba evine uzak bir şehirde yaşıyordu. Eşinin memuriyeti sebebiyle doğunun ücra bir köşesindeydi. Bu sebeple cenazenin üçüncü gününe yetişebilmişti. Merhumla Tülay arasındaki bağ çok farklı bir seviyedeydi. İlk göz ağrısı olması sebebiyle büyük teveccüh gösteriyordu. Bu sebeple Tülay, merhumun cenazesine yetişemediği için vicdan azabı duymaktaydı. Cenazeye yetişememesi sebebiyle acısı ikiye katlanmıştı.

Tülay, üçüncü gün sabahın erken saatlerinde baba evine geldi ve hızlıca eşiyle, dedesinin defnedildiği mezarlığa gitti. Dedesine Fatiha okuyup cenaze evine geçecekti. Önce küçük kardeşi Kenan’ı aradı ve mezarın yerini tarif etmesini istedi. Kenan şöyle tarif etti:

-Abla, ana girişten geçiyorsun. Yan yana altı tane koridor var. Baştan üçüncü koridordan gir. Yüz metre ilerle hemen uzun bir çam ağacı göreceksin. Çam ağacının dibinde, zaten mezarda mermer yok, hemen anlarsın.

Tülay: -Tamam ablacığım, sağolasın.

Tülay, ana girişten girdi. Baştan üçüncü koridordan yürümeye devam etti. Çam ağacını gördü ve hemen mezarın yakınına geldi. Mezarı görür görmez geç gelmenin de ızdırabıyla dizlerinin bağı çözüldü. Toprağın üzerine düştü. İçinde tuttuğu bütün çocukluğunu, hasretini dökmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Mezarlıktaki herkes bu sesi işitebiliyordu. Merhumun, ellerinden tutup okula götürdüğü günleri, hasta zamanları ıhlamur kaynatıp içirmesini, oyun parkında oynatışını hatırladıkça daha çok ağlıyordu. Kendinden geçmişti. Toprağa yarı uzanık: “Dedeeee.. Dedeeee. Seni göremedimmm. Yanına gelemedim….” diye haykırıyordu. Gözlerinden akan yaşlar toprağı ıslatıyordu. Avuçlarıyla toprağı okşuyor, ellerine alıp kokluyordu… “Dedemmmmm, dedemmmm. Affettt, yetişemedim dedemm…” Saçı başı dağılmıştı, başörtüsü yarı açık mahvolmuş bir halde ağlamaya devam ediyordu. Eşi: “Tamam canım ağlama artık, ölenle ölünmez şeklinde” nasihatlar veriyordu. Ancak tam tersi etki yapıyordu. Tülay daha çok ağlıyordu.

O sırada Tülay’ın küçük kardeşinin kocası Yusuf, mezara giriş yaptı. Mezar taşı için ölçü almaya gelmişti. Üçüncü koridordan giriş yaptı yürümeye başladı. Uzaktan bacanağını gördü. Biraz daha yaklaştı. Yanlarına gelince tokalaştılar. Sonra Tülay’ın yanına yaklaştı. “Ablaaa. ablaa..” dedi. Tülay hiç oralı olmadı. “Abla kalkk, ablaa..” dedi Tülay yine aldırmadı. Sonra kalkıp tekrar bacanağını yanına gitti: “Bacanak mezar burası değil, biraz daha aşağısı yanlış gelmişsiniz” dedi. Eşi hemen Tülay’a yaklaştı: “Tülay biz yanlış gelmişiz, biraz daha aşağıdaymış.” dedi. Tülay bilinci yarı kapalı şekilde ayağa kalktı ve dedesinin gerçek mezarına doğru yürümeye başladı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes susuyordu.

--

--

Erdi Demir

Edip, muallim, muhayyil • Ay Geceden İnmeli (2019), Kalbim Serçelikten Bahsediyor (2024)