“Black Square”. Türkçesi; “Siyah Kare”. Daha ne yapsın Malevich. Siyah bir nokta koymuş. O güne kadar “sanat bu mu?” Sorularına cesur bir cevap vermiş: siyah nokta. Sanayi devrimi sonrası dünya bir krizin eşiğinde, insanlık büyük savaş için dişlerini uzatıyor, kasaturalarını bileycilere gazoz parasına parlatıyordu. Sadece madde dünyasında yaşayan ve bakış açılarının sınırı temel ihtiyaçları kadar olan tipler için; bu resmin hiçbir anlamı yoktu. Oysa Malevich’e göre Siyah Kare bir şeyin, nesnenin, belli bir anlamın dışavurumu değil, “hiçbir şey”in resmiydi. Zira on milyondan fazla insanın mavi gökyüzünü bırakıp kara toprağa rezervesiz giriş yaptığı bir dünyada tek renk siyahtı ve her şey köşeli bir bitişe yol alıyordu. Siyah noktaya… Bu bakış açısı sayesinde; 1915’te Petrograd’da düzenlenen sergide ilk kez görücüye çıkan Siyah Kare, sergiyi gezenlerde şaşkınlık ve tepki doğurdu. Bu eserin bir şaka olduğunu sananlar oldu. (“Hayırdır Malevich harman mısın?” soruları kayıtlardan çıkarıldı). Sanatçı kendileriyle dalga geçiyor olabilir miydi? Bu “kare” bir sanat eseri miydi, kim nasıl olur da böyle bir şeyi sergilemeye cüret ederdi ? Herkes bu resme ve bu resmi yapan kişiye bir anlam vermeye çalışıyordu. Ama zaten amaç da buydu. Sanatı, formları, varlığı sorgulamak. Buna cesaret eden sanatçı; Kazimir Maleviç Polonya kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1879’da Kiev’de doğdu. Öldüğünde başucunda Black Square asılı idi. 1896 yılında Kiev de çizim eğitimleri alamaya başlayan ressam 1904’de Moskova’ya taşınarak Moskova Resim, Heykel ve Mimarlık okuyarak, burada on yıl boyunca eğitim aldı.
Black Square; tamamıyla soyuttur ve herhangi bir şeye hizmet etmek amacıyla yapılmamıştır. Beyaz zemin üzerine siyah renkle boyanmış kare şekli ile tamamlanmış, oldukça sade ve yalındır. Temelinde “hiçlik” duygusu vardır. Resmin “sıfır noktası” olarak bilinir ve özünde tinsel değerler barındırır. Siyah kare ile zirveleşen anlayış; rengi en aza indirerek dış dünyanın gerçekliğinden uzaklaşmış, kavramsal ve rasyonel bir bakış açısı geliştirmiştir. Malevich böylelikle geometrik bir temele dayanan soyut çizimleriyle Süprematizm akımının yaratıcısı olmuştur. Malevich sanatsal ifadede saf duygunun üstünlüğü olarak tanımlar, Süprematizm akımının sanatı nesnenin boyunduruğundan kurtardığını, resimlerin evrenin gizemini yansıttığını iddia etmiştir. Siyah Kare sanat tarihinde bir dönüm noktasıdır. “Soyut sanat”, “kavramsal sanat” gibi arayışların öncüsü oldu ve ortak kelime “özgürlük”tü. Sanatta artık yepyeni bir boyuta geçilmişti. Sade ol, çilek gibi çiçek gibi ol; şekiller ve formlar bir anlam varsa sanata uğrar, hiçlik anlam arayışlarının zirvesidir. (Burada Neyzen Tevfik’i saygı ile anmadan olmaz; Malevich ile aynı zaman diliminde yaşayan Neyzen, 1919’da ünlü “Hiç” şiiri ile aynı frekansı etrafındaki insanlara ve tüm hassas ruhlara harikulade bir hayat ile sunmuştur.)
Malevich saf geometriyi kullanarak mutlak ve sonsuz olanın biçimsel ifadesini önce kafalarda sonra gönüllerde yakmaya çalışmıştır. Saf biçimlere derin anlamlar yüklemiştir. Bu anlamlar içerisinde, temel öğe sanatın alfabesinin ilk harfi doğada bulunmayan bir şekil olan karedir. Sade ve yalın anlatımın esas alındığı resimler, keskin hatlarla zeminden ve diğer şekillerden belirgin olarak ayrılır ve “saf biçim” ya da “sıfır biçim” olarak yeni bir anlayış içerisinde değerlendirir. Sanatçı; “Siyah Kare”de soyut şekillerin herhangi bir nesnenin yokluğuyla dolduğunu, dolayısıyla boş olmadığını, her biçimin anlamlı olabileceğini söylemiştir. Sanatı kilisenin, devletin, toplumsal ya da politik amaçların üstünde görür. Her türlü işlevden arındırılması gerektiğini düşünen sanatçı, bu yöndeki görüşleriyle toplum için sanat diyen anlayış ile çatışır. “Siyah kare” çalışmasında, saf duyguyu siyahla, boşluğu, hiçliği beyazla ifade etmiştir. İzleyiciyle renkler aracılığıyla sözel olmayan bir iletişim kurmaya çalışan Malevich’in, görsel etki olarak çizgileri; insanın doğanın kaosuna karşı üstünlüğünü ifade eder. Doğada bulunmayan bir form olarak kareyi seçer. Çünkü daha derin anlamlara ulaşmak için resmin işlevini gündelik gerçekliğin ötesinde tutmuştur.
Malevich Siyah Kare’sini anlatırken; “1913 yılında, sanatı nesnelliğin gereksiz ağırlığından kurtarma yönündeki umutsuz çabam sonucu kare biçimine sığındım” der. Sanat nesnel olmamanın temsiline doğru yol alır, bir çöle varır ve burada hiçbir şey duyarlılıktan daha bilinebilir değildir. Soyut şekiller herhangi bir nesnenin yokluğu ile doludur. Siyah kare insanın sonsuzlukla birleşmesinin simgesidir. Malevich’in Siyah Karesinde; Nesneler dünyası yoktur, onlar insan tasarımıdır. Sıfır biçim insan için bir kurtuluştur. Mal ve mülkten kurtuluştur. Böylelikle bencillik, çıkar yok olacak, nesnesiz dünya var olacaktır. Yeni sanat; nesnelerle bağını koparmalı hiçlikten başlamalı ve evrensel olana yönelmelidir. Malevich; “sanatçı ancak resmindeki biçimleri doğayla hiçbir ortak noktası kalmadığı zaman yaratıcı olabilir” der.
Malevich’in Siyah Kare ile getirdiği ve tüm sanat akımlarından ayrıldığı en önemli nokta; sanatın toplumsal, siyasal veya kişisel bütün niyetlerden ve düşüncelerden, ve de renkler ve objelerden arınmış bir şekilde yalnızca yaratımın verdiği haz için yapılması gerektiğine inanmasıydı. Gayet basit görünen o siyah kare de işte tam olarak bunu simgeliyor. Objeden, formdan ve düşünceden tamamen bağımsız bir yaratım. Ve ortada sanat olarak nitelendirilebilecek tek şey: yaratım süreci. Form ve arkasında yatan anlamlardan uzaklaştıkça geriye kalan şey olarak sadece yaratmanın verdiği zevk ve güç. Bu da insanı düşünmeye itiyor: Acaba gerçekten form olarak varlığımızın bir anlamı var mı, yoksa sadece bir yaratımdan mı ibaretiz. Belki de varlığımızın yegane amacı üstün bir varlığa yaratmanın verdiği hazzı, tatmini verebilmek. Dünyada kim olarak veya ne olarak var olduğumuzun hiçbir önemi yok. Çünkü önem taşıyan tek şey var olmamızdır. Ve eğer yaratım tanrısal bir yetiyse, “sanatçı” olmak demek de “tanrı” figürüne yaklaşma denemesidir. Yaratımın ulaşabileceği en uç nokta da, zaten yaratılmış şeylerin yansımalarından tamamen koparak ortaya yepyeni, daha önce var olmamış soyut bir şey çıkarıp onu somutluğa dökebilmek, yani bir nevi tanrı olabilmek. İşte sanatın insan hayatındaki önemi de tam olarak bu: Tanrıya yaklaşmak.