Film Analizi: Modern Times(1936)

A. Arif Adalar
4 min readOct 13, 2020

--

Kült film denildiğinde gerek sinema tarihindeki konumu gerek işlediği konular ve onları ele alış biçimiyle Charlie Chaplin akla gelen ilk isimlerden olmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere moderniteyi ve kendi zamanı dolayısıyla endüstrilizasyonu işlediği bu filmde, bir işçinin başından geçenleri trajikomik şekilde seyirciye aktarmayı başarıyor. Haliyle Charlie Chaplin’in başrolünü ve yönetmenliğini üstlendiği bu kült filmin değeri sinemanın sınırlarını aşıyor. Filmi izlerken sık sık Rousseau ve Marx hatrıma geldi ve yazımda da yeri geldikçe bunlara değineceğim. Nitekim işçilikten, endüstriden söz edip Marx’a değinmemek garip olurdu.

Film, muhtemelen trafik saatinde bir bulvarın ahvalini göstererek başlıyor. Kargaşa, kaos ve her nasılsa bunların olağanlaşmasından doğan bir düzen algısı… Bireysel anlamda büyük öneme sahip işlerin acelesi ama yukarıdan bakıldığında binlercesi gibi sıradan. Kameranın kuşbakışı konumunda olması da seyirciyi gözlemci konumuna itiyor ve bir bakıma kendisine dışardan bakabilmesine olanak sağlıyor.

Bu kısa girişten sonra fabrika sahnesi geliyor. Fabrikada göze çarpan şey işçilerin fabrikanın bir parçası olması denebilir. Patrondan gelen direktifleri uygulamakla mükellef robotlar. Chaplin’i bir bantta somun sıkılamakla görevlendirilmiş olarak görüyoruz. Fabrikada insanlığı geçtim insansılığa dahi yer yok. Yüzüne konan sinekten rahatsız olan Chaplin’in sineği kovmaya çalışırken işlerin aksaması ve azar yemesi savımı destekler görünüyor. Yaptığı işte robotlaşan Chaplin bu sefer de insanlığına yabancılaşıyor ve molaya geçtiğinde elleriyle hâlâ somun sıkılar gibi hareketler yapmasından bunu anlıyoruz. Yemek molasında işçi besleme makinesi de eğlendiğim sahnelerdendi, yine işçiye verilen değerin verim doğrultusunda olduğu gösteriliyor. Chaplin’i bir ara tuvalete gittiğinde mutlu görüyoruz, şarkı söyleyip sigarasını tüttürüyor ancak o da fazla uzun sürmüyor ve patronun görüntüsü tuvalette beliriyor. Belki burada artan iletişimin mahremiyeti ve kişisel zamanı azalttığı yorumu da yapılabilir. Bir süre sonra da kafayı sıyırıp delice hareketler etmeye başlayarak fabrikadaki düzeni bozan Chaplin’i yine diğer işçilerin kontrol altına almaya çalışması da yerinde bir ironi olarak karşımıza çıkıyor.

Marx, 1844 yılında bu durumu Yabancılaşma (Alienation) diyerek ifade etmiştir. Teoriye göre endüstriyel düzende makineleşmeye başlayan insan bir aşamadan sonra kendine yabancılaşmaya başlar. Çünkü kendiliği ortadan kalkmış artık bir başkasının malzemesi olmuştur. Yaptığı şey üzerinde tasarrufa sahip değildir, inovasyon yapamaz, beğenip beğenmemesi umursanmaz, ürettiği şeyle tatmin olamadan da satılır gider zaten. Aklımızdan bir kelime tutup elli kere tekrar ettiğimizde kelimenin artık anlamını yitirdiğini, artık kelimenin yabancılaştığını görürüz. Marx endüstri dönemini “hayvansı olan insansılaştı, insansı olan hayvansılaştı.” diyerek özetler. Yani insana has komplike bir üretim yapmak artık hayvansı bir havaya bürünüyor, fabrikadaki işçinin tarlada saban çeken hayvandan farkı kalmıyor, aynı şekilde hayvansı yönlerimiz yeme-içme, filmde geçen tuvalet sahnesi gibi durumlar özgür ve özgün olabildiğimiz alanlar olarak görülüyor. Chaplin de bu teoriyi eğlenceli bir şekilde işliyor.

Filmimize dönelim; fabrikadan çıkan köyümüzün delisi bir şekilde polis tarafından kovalanarak fabrikaya geri sokuluyor. Bunu da güvenlik güçlerinin kapitalden yana oluşu şeklinde okuyabiliriz. Nitekim Chaplin artık kendine değil üretime zarar verdiğinde yine polis tarafından tutuklanıyor ve Bakırköy’e gönderiliyor.

Bu arada karşımıza çıkan filmin en pozitif karakteri ebeveynlerini kaybetmiş, küçük kardeşlerine bakan kızla (a gamin) tanışıyoruz. Chaplin bu karakterle mutluluğun özgürlükten geldiğini vurguluyor gibi görünüyor. J.J. Rousseau da aynısını söylerdi gibi hissediyorum. Rousseau, bilimlerin ve hatta sanatların insanların zincirlerini çiçeklerle örtmekten başka işe yaramadığını, bizim doğa durumuna (state of nature) geçmemiz gerektiğini böylece özgür ve mutlu olabileceğimizi söyler.

Bahsi geçen kızı kurtartmak için hapse giren Chaplin’in peşinden bela yine eksik olmaz. Orada da yanlışlıkla kokain alarak suçluları engelleyip gardiyanları kurtararak umulmadık şekilde kahraman olur. Chaplin bu sahneyle belki de kaygılarımızdan kurutulup anı yaşadığımızda potansiyelimizi daha iyi kullanabileceğimizi ifade etmek istiyordur.

Bir süre sonra kendisine özel çıkan afla beraat eder ve yine bahsi geçen kızla maceraya atılır. O süreçte dikkatimi çeken, kızla birlikte mutlu bir ev hayali kurarken bunun için yine işçilik yapmaya niyet etmesiydi. İşçilerin neden kötü şartlarda olduğunu sorgulamadan, hayalini kurduğu eve sahip olamamasının sebebinin işçi olması olduğunu görmeden daha çok çalışma hayali kurması hatta işçi almaya başlayan fabrikaya şevkle girmesi yine trajikomik ifadelerdendi.

En son, girdiği restoranda işleri karıştıran ve şans eseri şarkı söyleme durumunda kalan Chaplin, restorandaki seyircinin büyük beğenisini toplar ve durumdan memnundur. Kendini keşfetmekte geç kalmış olan Chaplin “ben ettim siz etmeyin” diyor da olabilir. Saadeti fazla uzun sürmez ve kızı serserilikten arayan polisler kızı götürmek için restorana gelirler ama bizimkiler kaçmayı başarır.

Filmin kapanış sahnesinde Chaplin ve kız, şehirden çıkarlar ve yeşil dağlara doğru yürümeye koyulurlar. Bu sahnede medeniyetten, zincirlerden kurtuluş ve doğa durumuna (state of nature) bir dönüş vardır.

Elbette her sahneyi tüm detaylarıyla işlemek lafı uzatmak olurdu, yine benzer anlamların pekiştirildiği farklı sahnelerin olduğunu söylemekle yetinelim. Filmin 1936 yapımı olduğunu göz önüne alarak bugün sinema endüstrisinin geldiği noktaya baktığımızda Chaplin’in de eleştirdiği çarklardan biri ve hatta büyük bir tanesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Ne diyelim, ilâhî ironi. Yazımızı coğrafyamızdan benzer bir dönem eleştirisiyle bitiriyorum.

Makinalaşmak İstiyorum-Nazım Hikmet (1923)

Trrrrum,

Trrrrum!

Trak tiki tak!

Makinalaşmak istiyorum!

Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!

Her dinamoyu

Altıma almak için çıldırıyorum!

Tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,

Damarlarımda kovalıyor

Oto-direzinler lokomotifleri!

Trrrrum,

Trrrrum,

Trak tiki tak

Makinalaşmak istiyorum!

Mutlak buna bir çare bulacağım

Ve ben ancak bahtiyar olacağım

Karnıma bir türbin oturtup

Kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!

Trrrrum

Trrrrum

Trak tiki tak!

Makinalaşmak istiyorum.

--

--