Büyükada Rum Yetimhanesi hayaller gerçekler…
Bu başlığın hayaller ve gerçekler olmasının elbet bir sebebi var. Yetimhane denildiğinde hepimizin içi burkulur, bu hikayenin gerçek kısmı aynen böyle hayaller kısmı ise yapının mimarisinde.
Bu yetimhane 19. yüzyıl sonu — 20. yüzyıl başı Osmanlı mimarisinin en belirleyici isimlerinden Alexandre Vallaury tarafından aslında bir otel olmak üzere tasarlanmış. Vallaury diyince bize bir şey ifade etmiyor tabii fakat kendisinin başka yapılarını söylersem aaa bunları da mı o yapmış diyeceksiniz.
Kendisi Levanten bir aileden geliyor , Paris’te , École des Beaux-Arts’da aldığı mimarlık eğitiminin ardından İstanbul’a dönerek İstanbul Arkeoloji Müzesi ,Galata’daki Osmanlı Bankası , bugünki İstanbul Erkek Lisesi gibi görkemli yapıları tasarlamış bir mimar. Bu yapıları da düşününce tarzları gerçekten de birbirlerine benziyor. Avrupa’nın en büyük ahşap binasından bahsediyoruz aslında. Hatta dünyanın en büyük 2. ahşap binası olduğu da söyleniyor.
Anlayacağınız hayallerimiz bir otel yapmak, 6 katlı kocaman bir ahşap bina, 206 odalı, tiyatro salonlu, casinolu, Prinkipo Palace Otel…
Fakat otelin Büyükada’nın ahlakını bozacağını düşünen bir takım kişiler, dönemin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’i bu konuda ikna ederler ve II. Abdülhamit de binanın otel olarak işletilmesine müsaade etmez. Bu sebeple faaliyete geçemeyen yapı, el değiştirmek zorunda kalır.
Binayı Rum asıllı Eleni Zarifi Hanım satın alır. Ancak binanın kamu yararına uygun bir yer olmasından dolayı, Sultan Abdülmecit bir ferman yayınlar ve binayı Balıklı Rum Hastanesi’nde barınan kimsesiz Rum çocuklarına hizmet vermesi için Rum Patrikhanesi himayesine verilmesini buyurur. Ardından dönemin zengin Rum ailelerinden Andreas Sygngros Vakfı tarafından 15 bin Osmanlı lirası karşılığında yeniden satın alınan bina, Zarifi ailesinin ve Sultan Abdülmecit’in bağışlarıyla birlikte bu amaçla kullanılır. Kimsesiz çocuklara eğitim verilmeye başlanan bina, uzun bir süre Ruhban okulu olarak da hizmet verir.
21 Mayıs 1903 tarihinde Sultan Abdülhamit ve dönemin Patriği III. İoakim’in de katıldığı bir törenle açılır, bugünden itibaren yetimhane olarak hizmet vermeye başlar. Oldukça görkemli bir yetimhane olmuştur Büyükada Rum Yetimhanesi. İçerisinde 106 oda, büyük bir mutfak, ihtişamlı bir kütüphane, ilkokul ve çeşitli meslek okulları vardır. 15 kişilik personel çalışmaktadır yetimhanede. İlkokulda ise 3 Rum, 2 de Türk öğretmen ders vermektedir. Yetimhanede kalan kimsesiz çocuklar, ki sayısı 180'nin üzerinde olduğu yazıyor bazı kaynaklarda, ilkokulu bitirdikten sonra, aynı yetimhane içerisinde bulunan sanat okuluna devam ederler ve kendilerine bir meslek edinilerek hayata kazandırılırlar.
İşte şimdi de gerçekler başlıyor.
Bu iyi niyetle yapılan okula, devletten yardım gelmez. Osmanlı çöküş dönemine geçmiştir, varlıklı rum aileler tarafından desteklenir ama yeterli olmaz. Yatakhanelerinde soba yoktur, sadece dersliklerde soba bulunur ve bu sobaları da çocukların yakması beklenir. Tuvaletler pis ve su ısıtma olmadığı için akan suların donduğu, çocukların buzla yüzlerini yıkadıkları bir dünya ortaya çıkar. Kıyafet büyük bir sorundur. Çocuklar kız erkek fark etmeksizin boyunlarından dizlerinin altına kadar gelen gri elbiseler giyerler. Onun altı ise siyah çorapla kapatılır. Ayakkabılar yırtık delik bir haldedir. Tüm çocukların saçları kazınmış bir haldedir. Çocuklar tuvalette tuvaletlerini yapmak yerine zaman zaman bodruma gidip yapmayı tercih ederler. Yemekler azdır, doymazlar. Okuldan kaçarlar, yetersiz personel çocuklara hakim olmakta güçlük çeker. Daha fazlasını yazmak yerine, bu yetimhanede kalmış olan çocuklarla röportaj yapmış olan bir programın linkini bırakıyorum.
I. Dünya Savaşı başladığında, Büyükada Rum Yetimhanesi’nde barınan kimsesiz çocuklar Heybeliada’daki başka bir yetimhaneye nakledilir ve binaya da Kuleli Askeri Okulu yerleştirilir. Bir nevi yetimhane artık askeri kışla işlevi görmektedir. Ardından işgal kuvvetleri tarafından Büyükada’ya gönderilen Rum göçmenler barınmaya başlar binada. Sonrasında ise Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nden kaçan Rus mültecilerin sığınağı haline gelir Büyükada Rum Yetimhanesi. Ancak Ruslar, soğuktan korunmak için binanın ahşap kaplamalarını sökerek yakarlar ve bina zarar görmeye başlar.
1960'lı yıllarda Büyükada Rum Yetimhanesi’ne el konulur. 65 yıl boyunca hizmet veren bina tamamen kapatılır ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilir. 1964 yılından itibaren tamamen çürümeye terk edilir.
2005'te AİHM tarafından bine yeniden patrikhaneye verildi. Onarım masraflarının 50 milyon dolar olduğu söylenen bu yapı, insanın aklına şu soruyu getiriyor, Notre Dame Katedrali yanarken, iyi ki gitmişim, içim acıdı diyen biz Türkler kendi yapılarımıza neden acımayız?