Yeni Bir İhtimam Kültürünü Birlikte Oluşturabilir Miyiz?
Nasıl da 2023 bitiyor. Yeni yıldan en öncelikli dileğim: kendimize, birbirimize, yeryüzüne ihtimam göstermenin yeni yeni yollarını bulmamız..
Sanırım hepimiz için zor bir seneydi. Deprem, pandeminin devam eden etkileri, fosil yakıtların yasaklanmasındaki büyük çaplı küresel başarısızlık, cinsiyet eşitliği karşıtı hareketlerin artması, savaşlar, enflasyon krizi, belirsizlik, ve bu artan çoklu krizlere karşı yeni akıl sağlığı koruma yöntemleri geliştiremememiz. Hayatımızın her alanı yapısal ihtimamsızlık biçimleriyle çevrelenmiş durumda. Belki de tüm gündelik yaşam pratiklerimizi değiştirecek, daha önce karşılaşmadığımız bu çoklu krizlerle başa çıkmamızı sağlayacak yeni bir ihtimam pratiğine ihtiyacımız var.
Bakım nedir?
İhtimam konusunda düşünmeye Dünyadaşlık Okuma Kulübü’nde Bakım Kolektifi’nin yazdığı Bakım Manifestosu’nu (The Care Manifesto) tartışırken başladım. Evrensel bakıma dayalı kuir, feminist, ırkçılık karşıtı, eko-sosyalist bir dünya tahayyül eden Bakım Kolektifi bakımı şöyle tanımlıyor:
“Bakım terimiyle yalnızca ‘pratik anlamda’ bakımı ya da insanların başkalarının fiziksel ve duygusal gereksinimleriyle doğrudan ilgilendiklerinde yaptıkları işi kastetmiyoruz — bakımın bu boyutu her ne kadar kritik ve acil olmaya devam etse de… ‘Bakım’ aynı zamanda, yaşamın esenliği ve serpilmesi için gerekli olan her şeyin beslenmesine yönelik bir toplumsal kapasite ve etkinliktir. En önemlisi, bakımı sahnenin ortasına yerleştirmek, karşılıklı bağımlılıklarımızı tanımak ve kucaklamaktır.” (1)
Bu sayede Bakım Kolektifi bakım tanımını aile içi bakım, huzurevleri ve hastanelerde sağlanan bakım ve okulda öğretmenlerin sürdürdüğü bakım ile sınırlamamış oluyor — bunların yanında gezegendeki tüm canlı-cansız varlıkların gelişimini gözetenleri, mülteciler gibi kırılgan gruplara hizmet sağlayanları, iklim ve hayvan hakları aktivistlerini, seçilmiş aileleri, yeşil alanları genişleten politikaları da içerecek şekilde evrensel bir bakım tanımlıyor.
Yeryüzü bakımı
Bakımı bugüne kadar düştüğümüz hataya düşmeden, sadece insan odaklı düşünmeden kavramsallaştırmak da mümkün. Yaşadığımız yeryüzünde sadece insanlarla değil, insan dışı canlılarla ve cansız varlıklarla da yeni bir bakım kültürü geliştirmeye ihtiyacımız var.
Degrowth hareketi düşünürlerinden Stefania Barca, insanların diğer canlı ve cansız varlıklarla karşılıklı bakım ilişkilerine girdiği durumları “yeryüzü bakım emeği” kavramı ile düşünmeyi öneriyor. Bu sayede, insanlar arası ilişkilerin ötesinde; yerli halkların yönettiği doğa koruma projeleri, geçim tarımı, kadınların üreme otonomisi, sendikaların çevre mücadeleleri, komünite bahçeciliği ve ağaçlandırma projeleri, agroekoloji, permakültür gibi birçok pratik, bakım emeği paradigmasına dahil oluyor. (2)
Bakımdan ihtimama
Bakım konusunda okumalar yaparken, bu kavramı profesyonel ve gündelik hayatımızın her katmanına yayabileceğimiz bir tavır olarak yorumladığımı fark ettim. Burcu Meltem Arık’tan “ihtimam” sözcüğünün de “care” teriminin karşılıklarından biri olarak kullanıldığını öğrenmiştim; ben de kafamdaki genişletilmiş bakım kavramı için bu sözcüğü kullanmaya başladım.
İhtimamı, kendimize, birbirimize ve yeryüzüne özen gösterme ve bunlar arasında bir denge bulma beceri ve kapasitemizi öne çıkaran gündelik hayat pratiklerimizi de içeren yeni bir birlikte yaşam deneyimi olarak tanımlıyorum; toplumsal sözleşmemize girmesini talep ettiğim yeni bir varoluş, bir araya geliş ve birbirimizi ağırlama hali bu. Örneğin:
- İş yerlerinde sene sonu değerlendirme kriterlerine sadece finansal OKR’lar değil; kişilerin etrafındakilerin gelişimini, iyilik halini, serpilmesini desteklemesini de dahil etmek. Verilen işleri yapmanın yanında çalışma arkadaşlarımızın iyilik halini de umursamak; desteğe ihtiyaçları olduğunda çekinmeden belirtebilecekleri bir alan oluşturmak. İş yerlerini yoğun stres kaynağı değil kolektif iyilik halini yükselten yapılar haline getirmek.
- Şirketlerin, müşterilerine ürün ve hizmet götürmenin yanında, aldıkları tüm kararlarda çalıştıkları alandaki tüm canlı-cansız varlıklar, tedarikçiler ve müşteriler ile karşılıklı bir bağ oluştuklarını akıllarından çıkarmaması. Dere yatağını, nehri, toprağı, ağaçları, tavukları, keçileri en az müşterileri kadar önemsemeleri. Satış ve pazarlama anlayışlarına, müşterileri hastalanınca, zor durumda kalınca onların iyilik hallerini önemsemeyi dahil edebilmeleri.
- Okuldaki sınıf arkadaşımızı, okul yöneticilerini, velileri, okul bahçesini, okul bahçesindeki kuşları önemsemenin yeni yollarını bulmak. Eğitim ortamlarını salt bilgi aktarımı yerleri değil kolektif iyilik halimizi besleyen alanlar olarak kurgulamak. Müfredatta doğa ile olan bağımızı sürdürülebilir kalkınma amaçları, geri dönüşüm gibi sadece teknik yetkinlikler üzerinden görmeden, karşılıklı bağlarımızı benimseyecek şekilde yeryüzü ihtimamı üzerinden kurgulamak.
- Örgütlenme biçimlerimizi, oluşturduğumuz sivil toplum kuruluşlarını, toplulukları, sadece ortak amaç için bir araya gelmek, temas etmek, diyalog kurmak için değil birbirimizi gözetecek, birbirimizin iyilik halinden sorumlu olacak şekilde kurgulamak.
- Kendimize de ihtimam göstermeye alışmak. Kırılganlıklarımız, endişelerimiz, korkularımızın farkına varmak ve zorlandığımızda, düştüğümüzde, yeniden kalkmaya ihtiyaç duyduğumuzda durumu tespit edip gerekli özeni gösterebilmek, gerekli sosyal ve profesyonel desteği aramak. Tüm bunları yaparken kendimiz ile etrafımızdaki insanlar ve canlı-cansız varlıklara özen gösterme konusunda bir denge bulabilmek. Kişisel bakım ve kişisel gelişim dünyasının getirdiği insan merkezli ve salt bireye odaklanan tuzaklara düşmeden, karşılık bağlarımızı kapsayan bir dengeye ulaşabilmek.
- Yurttaşlık, aidiyet ve hakları; doğum yeri, kimlik, coğrafi sınırlar yerine ihtimam üzerinden kurgulamak. (3) Göçmenlere, yerinden edilmiş insanlara, büyüme uğruna sorumsuzca kullanılan cansız varlıklara ihtiyaçları odağında özen gösterebilmek ve sağlık, eğitim, yaşam haklarını sunabilmek.
- Hayatımızdaki her nesnenin, örneğin her gün elimize aldığımız akıllı telefonlarda kullanılan metallerin de ekosistemimizde bir yeri olduğu ve karşılıklı bir bağ içinde olduğumuzu kavrayabilmek. Canlı-cansız tüm varlıkların; derenin, dağın, tavukların da haklarını ekonomi ve hukuk pratiklerimizde görünür kılmak ve böylece yeni bir yeryüzü ihtimamı oluşturmak.
Bunları yapabilseydik acaba nasıl bir yeni gerçeklik olurdu? İhtimamı soyut bir ideal olarak değil, gündelik hayatta her gün, herkesin pratik edebileceği bir gerçeklik olarak tanımlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Toplu taşımadaki etkileşimlerimizden markette kasiyerlerle yaptığımız sohbete, iş yerlerindeki deneyimlerimizden bahçemizdeki tavuğa, toprağa, dağa, taşa kadar sirayet edebilecek bir ihtimam tavrı benimsemekten bahsediyorum — ve bunları toplumsal sözleşmemizin içine dahil edebilecek yeni bir yöntemi birlikte oluşturmaktan.
İhtimam tek taraflı değil, karşılıklı
Bakım bugüne kadar “ev kadınlarıyla” ve üretken olmayan işlerle bağdaştırıldı ve bu ölçüde değersizleştirildi. (4) Halbuki herkesin birbirini gözettiği, herkesin ihtimam gören ve gösteren haline geldiği, bu roller arasında bir hiyerarşi olmadığı ve bu rollerin akışkan olduğu yeni bir anlayışa ihtiyacımız var. Ne ikili cinsiyet sistemi üzerinden kurgulanan kadınların erkeklere verdiği bakım, ne sivil toplum dünyasında gördüğümüz fon kuruluşlarının “faydalanıcılara” verdiği “destek”, ne öğretmenlerin öğrencilere aktardığı tek taraflı bilgi akışı, ne yöneticilerin/liderlerin çalışanlarına verdiği tek taraflı motivasyon, yönlendirme, koçluk… Daha önce deneyimlediğimiz, üsttencilik üreten tuzaklara düşmeden bireysel ve müşterek ihtimam kapasitemizi arttırmamız gerekiyor.
Akıl sağlığımızı korumak için yeni bir birlikte yaşam pratiğine ihtiyacımız var
Sessizce gelen küresel bir akıl sağlığı krizi ile baş başayız. Pandemi, derinleşen yoksulluk, savaşlar, artan toplumsal kutuplaşmalar ve ayrımcılık gibi küresel sorunlara ek olarak teknoloji ve internetin getirdiği yeni krizlerle ve belirsizliklerle başa çıkmaya çalışıyoruz. Yeni iletişim kanalları sayesinde artık çok daha fazla acıya tanıklık ediyoruz, çok daha fazla bilgiye maruz kalıp bu bilgilerle ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çoklu krizlere maruz kalırken hiçbir şey olmamışcasına ertesi gün işe gidiyor, hiçbir şeyden etkilenmemişcesine çalışanlardan aynı iş yapma performansını bekliyoruz. Tüm bunlar olurken kendimize nasıl ihtimam göstereceğimizi; etrafımızdaki insanlara nasıl ihtimam göstereceğimizi; tanımadığımız, bilmediğimiz, belki hiçbir zaman görüşmeyeceğiz, kendimiz gibi olmayan, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi var olmayan insanlara nasıl ihtimam göstereceğimizi; insan dışı canlılara, bitkilere, hayvanlara nasıl ihtimam göstereceğimizi bilmiyoruz. İnsan dışı varlıklara, dağa, taşa, toprağa nasıl ihtimam göstereceğimizi bilmiyoruz. Yolda tökezliyoruz, birbirimize zarar veriyoruz. Birbirimizin göz yaşına, depresyonuna, sağlığına, dışlanmasına, yok olmasına mal oluyoruz. Belki de bu krizlerin oluşturduğu yeni gerçeklik yeni bir ihtimam kültürüne ihtiyaç duyuyordur.
Yeni bir ihtimam kültürünü birlikte oluşturabilir miyiz?
Uzun zamandır bu meseleyi düşünmeme rağmen benim de bunları kişisel hayatımda pratiğe dökmekte zorlandığım oluyor. Özellikle kendime, başkalarına ve yeryüzüne ihtimam gösterme dengesini sağlamakta zorlanıyorum. Bazen etrafımdakilere ihtimam göstermeyi becerirken kendime ihtimam göstermeyi atlıyorum, bazen de tam tersi oluyor. Yani ben de birlikte geliştireceğimiz ve birbirimize öğreteceğimiz yeni bir pratiğe ihtiyaç duyuyorum.
Şu itirazı duyar gibiyim: Onca derdin arasında bunları başarmak, insanlardan bu çabayı beklemek çok zor. Evet, böylesine rekabetçi, umursamaz ve vahşi bir ortamda bakım ve birbirimizi gözetme yeteneklerimize, pratiklerimize ve tahayyüllerimize konan sınırlara meydan okumak zor. Belki de insan doğasının da bunun için fazla bencil olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ancak — bencil doğalarımıza rağmen — nasıl hak kavramını, normlarını ve yasal pratiklerini oluşturduysak, birlikte yaşamanın daha iyi yollarını bulduysak, umuyorum ki ihtimamı da hem daha fazla içselleştirerek hem de yasalarla koruyarak toplumsal sözleşmemize dahil edebiliriz. Yani aslında birden bire insanların birbirine iyi davranmasını beklemenin ötesinde, bunu sağlayacak somut adımlar ve prosedürlerden oluşacak bir yapı da tahayyül ediyorum: belki ihtimam odaklı şirketler hem çalışanlara, hem tedarikçilere, hem müşterilere hem de gezegene ihtimam göstereceklerini beyan ettikleri ve tüm paydaşlarıyla bir mutabakata vardıkları yeni bir sözleşmeyle ilerler, bunun için ortak platformlar geliştirirler. Kurumlar içinde oluşturulacak prosedürlerle çalışanlar diğer paydaşlarla yazışmalarında ve sözlü iletişimlerinde ihtimam sınırlarına dikkat etmeyi alışkanlık haline getirirler. Reklam ajansları sadece pazarlama stratejisi için değil markaların nasıl ihtimam gözeteceklerine dair yeni yollar sundukları konkurlara girerler. Nasıl “sürdürülebilirlik” kelimesi ve kavramı hem birey hem kurum ölçeğinde hayatımıza girdiyse ihtimam kavramı da bu tür prosedürleri tarif eden ve bu konudaki farkındalığımızı arttıran evrensel bir sembole dönüşür.
Bugüne kadar bana kendilerince ihtimam gösteren, ihtimamın yeni yeni yollarını öğreten partnerime, tüm arkadaşlarıma, tanıdıklarıma, tanımadıklarıma, kediye, köpeğe, dağa taşa teşekkür ederim. Dilerim birbirimize ihtimam gösterdiğimiz bir yıl olur. Kendimizi, birbirimizi ve gezegeni gözetmenin, gözetilmenin yeni yollarını bulduğumuz bir yıl olur.
(1, 3, 4) Hakim, J., Chatzidakis, A., Littler, J., Rottenberg, C., & Segal, L. (2020). The Care Manifesto. Verso Books.
(2) Barca, S. (2020). Forces of Reproduction: Notes for a Counter-Hegemonic Anthropocene. Cambridge: Cambridge University Press. 75 p. ISBN: 9781108813952 (paperback). ISBN: 9781108880428 (E-book). Suomen Antropologi, 46(2), 90–92. https://doi.org/10.30676/jfas.v46i2.113483