Göksun Özhan
8 min readNov 23, 2019

Sovyetlerin altın başakları

Rusya’da kamusal alanın komünizmle ilişkili sembollerden “arındırılması” konusunda 1991'den bu yana yoğun bir çaba sarf edildiği açık. Fakat bu sembollerin hem insanlık tarihi açısından hem de ülke halkının önemli bir kesimi için manevi değeri yüksek. Herhalde bu nedenle, yekten bir imha operasyonu vuku bulamamış. Belli başlı şehirlerde Lenin’e, Marx’a adanmış anıtlar görmek hâlâ mümkün. Sovyet armalarıysa bugün Rus şehirlerinin her yerinde; yeraltında ve yer üstünde, hatta devletin bazı üst düzey yönetim binalarının cephelerinde varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Moskova Metrosu’nda havalandırma kanallarını örten ızgaralarda Sovyet armasından türetilmiş süslemeler

Buğday başakları, SSCB armasında neredeyse orak çekiç sembolü kadar egemen bir unsurdu. Eski Yunan uygarlığından bu yana zaferi, yüceliği ve kutsallığı ifade eden defne dallarının yerini, kitlelerin karnını doyurduğu için kutsal sayılan bu çayır bitkisi almıştı. Kızıl bir yıldıza doğru kavuşan altın renkli başaklar doğmakta olan güneşle ısınan bir yerküreyi çevreliyor, çelengi saran kırmızı kurdelenin her bir kıvrımı üzerindeyse Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da (1848) yer verdikleri şu slogan 15 dilde yineleniyordu: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”

“Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganının 15 dilde yazılı olduğu SSCB arması

Komünizme olduğu kadar enternasyonalizme de gönderme yapan bu meşhur slogan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ve birliği oluşturan ülkelerin resmi düsturuydu. SSCB çatısı altındaki her bir cumhuriyetin arması, o cumhuriyete özgü bazı imgeleri de içerecek şekilde tasarlanmıştı. Örneğin Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (SSC) armasında pamuk dalı, Gürcistan SSC armasında asma yaprağı, Azerbaycan SSC armasında petrol sondaj kulesi, Ermenistan SSC armasında Ararat Dağı, Kırgızistan SSC armasındaysa Tanrı Dağları vardı. Her bir cumhuriyetin armasında, hem Rusça hem de o cumhuriyetin diğer resmi dillerine tercüme edilmiş olarak aynı slogan karşımıza çıkıyordu: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” ► Bağlı cumhuriyetlerin armaları buradan incelenebilir.

SSCB arması, söz konusu on beş cumhuriyetin 1940 yılı itibariyle birlik çatısı altına girmesiyle bu nihai haline kavuşmuştu. Tasarım, temelde Ekim Devrimi sonrası kurulan Rusya Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyeti’nin (RSFSC) 1918 yılı başında kabul edilen armasına dayanıyordu. Arma için Halk Komiserleri Konseyi’ne sunulan ilk eskiz, şimdikine oldukça benzemekle birlikte, önemli bir fark da barındırıyordu. Bu ilk tasarımda, buğday başaklarının çevrelediği orak çekiç sembolünün altında boydan boya uzanan kocaman bir kılıç dikkat çekmekteydi. Ekim Devrimi’nin önemli kadrolarından Vladimir Bonç-Bruyeviç’in aktardığı bir anekdota göre Lenin, bu eskizi gördüğünde şöyle tepki vermişti:

Hayretle, “İlginç!..” dedi Vladimir İlyiç. “Düşünce doğru, ama kılıcın işi ne?” Döndü ve bize baktı. “Biz savaşıyoruz, mücadele ediyoruz ve proletarya diktatörlüğünü sağlamlaştırana, Beyaz Muhafızları ve işgalcileri ülkemizden atana kadar da mücadeleyi sürdüreceğiz, ama bu, savaşın, savaş tanrılarının ve şiddetin sonsuza dek bize önder olacağı anlamına gelmez. Bizim fetihlere ihtiyacımız yok. Bir fetih politikası bize yabancıdır; biz saldırmıyor, içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı kendimizi savunuyoruz; savaşımız savunmaya yöneliktir ve kılıç, amblemimiz değildir. Düşmanlarımız olduğu, bize saldırıldığı ve tehdit edildiğimiz sürece, proleter devletimizi korumak için ona sıkı sıkı sarılmalıyız, ama bu, sonsuza dek demek değildir.”

[…] “Sosyalist devletimizin armasından kılıcı çıkarmalıyız,” diye sürdürdü Vladimir İlyiç. Sivri uçlu, koyu bir kurşun kalem aldı ve kılıcın üstüne tashihçilerin “iptal” işaretini koydu, sağ kenarda da bunu yineledi. “Diğer açılardan bu iyi bir desen. Eskizi onaylayalım; sonra yeniden görür ve Halk Komiserleri Konseyinde tartışırız; ama bir an önce yapılması gerek…”

Ve eskizi imzaladı.

[…] Böylelikle kılıcın çıkarıldığı tasarım, heykelci Andreyev’e iletildi. Andreyev bazı teknik düzeltmeler yaptı, armayı yeniden çizdi, buğday başaklarını daha dolgunlaştırdı, parıldayan güneş ışıklarını daha belirginleştirdi ve kabartma armayı hazırladı. RSFSC’nin arması 1918'in hemen başlarında onaylandı (Bonç-Bruyeviç, 2017, s. 33).

Devrimin, içeride ve dışarıda düşmanlarla çevrili olmasına karşın kılıç yerine buğdayı öne çıkarması tesadüfi değildi. Zira o günlerde en sıcak konulardan biri toprak reformuydu. Bonç-Bruyeviç aynı tanıklığında, Ekim Devrimi’nden bir gün sonra yayımlanan Toprak Kararnamesinin nasıl yazıldığını da anlatır. Kararname, Kurucu Hükümetin konuşlandığı, eski bir kız meslek enstitüsü olan Smolniy’de bizzat Lenin tarafından kaleme alınmıştı. Kararnamede şu maddeler vardı:

1. Büyük toprak mülkiyeti, derhal ve tazminatsız olarak geçersiz kılınmıştır.

2. Kurucu Meclis tarafından bu mesele çözümleninceye dek, toprak sahiplerinin arazileriyle tüm kilise, manastır ve Çar sülalesinin toprakları, hayvanları ve tarım araçları, binaları ve eklentileriyle birlikte yörenin köylü Sovyetleri ile bölge toprak komitesinin emrine verilmiştir.

3. El konan ve bundan böyle tüm halkın olan ve mallara zarar verilmesinin, Devrim Mahkemesi’nin cezalandıracağı büyük bir suç olduğu ilan olunur. Köylü Temsilcileri Sovyetleri, büyük toprak mülkiyetlerine el konması sırasında düzen sağlamak, el konulacak arazilerin boyutlarını saptamak ve tanımlamak, el konulan tüm malların doğru bir sayımını yapmak için gerekli önlemleri alacaklardır (Reed, 2006, s. 158).

1917 Toprak Kararnamesi’nin ardından “mülkiyet kolektif kalmak koşuluyla” toprağın idaresi köylü komitelerine verildi. Bu kolektif mülkiyet daha sonra, 10 Temmuz 1918'de Rusya Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası hazırlandığında “Topraklar, toplumun ortak malı olarak ilan edilerek emekçilere devredilir” cümlesiyle ifade edilecekti (RSFSC, 2018, s. 16). Toprağı olduğu gibi, işgücünü de kiralamak yasaktı. Topraktan geçinme hakkı, onu doğrudan işleyenlere mahsustu.

Toprakların köylülere dağıtımı fiilen 1918'de tamamlandı (Carr, 1998, s. 261). Ancak önemli bir sorun vardı. Kolektivize edilen bu toprakların tam olarak nasıl işleneceği, nasıl yönetileceği konusunda halka sunulabilecek, yahut “dayatılabilecek” somut bir model yoktu zira Sovyet deneyinin öncesinde dünyada uzun erimli bir sosyalist deneyim yaşanmamıştı.

Öte yandan toprak, Rus siyasetçilerin üzerine çokça kafa yordukları bir konuydu. Temelinde bir tarım toplumu olan, 19. yüzyılda yeni yeni sanayileşmeye başlayan Rusya’da en önemli siyasi ayrımlar hep toprak sorunu üzerinden dolayımlanmıştı. Çünkü kitleleri ilgilendiren ve harekete geçiren başat mesele buydu. Gelir adaletsizliğinin giderek arttığı ülkede, Ortaçağdan kalma serflik sistemi köylüler açısından artık kölelikten farksız hale gelmişti. Gogol’ün Ölü Canlar’ında (1842) inceden inceye dalgasını geçtiği asalak sınıf semirdikçe semirirken topraksız köylüler için bıçak kemiğe dayanmıştı.

19. yüzyılın ikinci yarısında Çarlık rejimine karşı yükselen halk muhalefetine Narodnik (Halkın Dostları) Hareketi damgasını vurmuştu. E. H. Carr’ın açıkladığı gibi:

Narodnikler, Rus köy komününün, serflik boyunca varolan ve serflik kalktıktan sonra da devam eden, toprağın dönem dönem kişi ya da aile başına bölüştürülerek ortaklaşa işletilmesi sisteminin, geleceğin sosyalist düzeninde toprağın ortak mülkiyeti ilkesine temel olacağına ve Rusya’nın bu nedenle bütün dünyaya sosyalizm yolunda önderlik etmesine imkan verecek eşsiz bir fırsata sahip olduğuna inanıyorlardı (Carr, 1998, s. 18).

Bu görüş, Avrupa’da ortaya çıkan Marksizm perspektifiyle çelişmekteydi. Rus Marksizminin babası sayılan ve yurt dışındaki ilk Rus Marksist grubun kurucusu Georgiy Plehanov, Narodnik hareketinin Marksist eleştirisini Rus siyasi düşüncesine sokan kişi oldu.

Plehanov, tıpkı Batı’daki gibi Rusya’da da, köylülüğün esas itibariyle muhafazakar bir unsur olduğu görüşündeydi. Dolayısıyla Rusya’da devrimin Batı’da izlediği yolu — Komünist Manifesto’da açıklanan yolu — izlemesi gerektiğine inanıyordu. İlk aşama, Rus sanayisinin gelişmesini destekleyecek ve köy komünü gibi köhne feodal toprak imtiyazı sistemlerini yıkacak burjuva kapitalist bir devrim olacaktı. Sonra kapitalizm kentte ve köyde zafere ulaşınca, proleter sosyalist devrim tarafından alaşağı edileceği an gelecekti. Kapitalizm aşamasından geçmeden ve güçlü bir proletarya yaratmadan köy komünü aracılığı ile sosyalizme ulaşmanın mümkün olduğunu ileri süren Narodnik görüş ham bir hayaldi — ya da gericiliğe bir kılıftı (Carr, 1998, s. 18).

Rusya tarihinin ruhunu yansıtan ilginç bir dönemeç, 1 Mart 1881 günü dönemin başkenti St. Petersburg’da Çar II. Aleksandr’a Narodnik militanlarınca düzenlenen suikastti. Serfliği kaldırmasının yanı sıra ilerici birtakım refomlara da imza atmış olan çar, ironik bir şekilde, yükselen devrimci ve anarşist ruhun kurbanı olmuştu. Maktulün oğlu ve halefi III. Aleksandr, tıpkı onu izleyecek olan diğer Romanovlar gibi, yükselen terörü gerekçe göstererek son derece halk düşmanı bir tutum benimsemeye başladı. Yeni çar endişelerinde çok da haksız sayılmazdı; 1 Mart 1887 günü yani babasının öldürülüşünün altıncı yıldönümünde, Çar III. Aleksandr’a suikast girişimi planladığı söylenen bir grup Narodnaya Volya (Halkın İradesi) militanı tutuklandı. Polisin açıklamasına göre, III. Aleksandr babasının öldürüldüğü yerde yaptırdığı ve bu yüzden “Dökülen Kanlar Kilisesi” diye de anılan kiliseye gittiği sırada, aynı yol üzerinde at arabasıyla seyrederken tıpkı babası gibi öldürülmek istenmişti.

II. Aleksandr’ın öldürülüşü ve oğlu III. Aleksandr’ın aynı yerde yaptırdığı “Dökülen Kanlar Kilisesi”

III. Aleksandr’a suikast girişiminde bulunan Narodnaya Volya militanlarından biri de, Çar’ın adaşı olan Aleksandr İlyiç Ulyanov’du. Petersburg Üniversitesi Doğa Bilimleri bölümünün parlak bir mezunu olan Aleksandr, Çar aleyhindeki suikast girişimi dolayısıyla tutuklandıktan kısa süre sonra idam edildi. Vladimir İlyiç Ulyanov, yahut onunla daha çok özdeşleşecek olan takma adıyla Lenin, abisi Aleksandr idam edildiğinde 17 yaşındaydı ve Ulyanov ailesinin tüm çocukları gibi o da devrimci siyasetin içindeydi. Abisinin bağlı olduğu Narodnik geleneği zaten eleştirmekteydi; fakat onun idamı, bu muhalif tutumunun daha da sertleşmesine neden olacaktı.

Lenin 1890'larda siyaset sahnesine çıktığında, Plehanov’un ateşli bir savunucusuydu. İlk yazıları Narodniklere karşı girişilen polemiği işliyor, Rusya’da kapitalist gelişmenin zorunlu olduğuna ilişkin tezi hararetle destekliyordu (Carr, 1998, s. 18).

İsaak İzraileviç Brodskiy’in 1930 tarihli tablosu: Lenin Ekim Devrimi’ni izleyen günlerde Smolniy’de çalışırken

Vladimir Bonç-Bruyeviç, günlerdir hepi topu birkaç saat uyumuş olan Lenin’in 8 Kasım (eski takvimle 26 Ekim) sabahı son derece enerjik bir şekilde odasından çıkarak, bir önceki gece saatlerce üzerinde çalışmış olduğu ünlü Toprak Kararnamesini cebinden heyecanla çıkardığını aktarır:

Şimdi sıra bunu ilan etmek, yayınlamak ve dağıtımını sağlamakta. Sonra geri almayı bir denesinler bakalım! Olmaz. Neden? Dünyada bu kararnameyi köylülerin elinden alıp toprağı eski sahiplerine geri verecek hiçbir güç yoktur. Bu, devrimimizin en önemli kazanımlarından biridir. Tarım devrimi bugün uygulanacak ve sağlamlaştırılacak (Bonç-Bruyeviç, 2017, s. 30).

Lenin 8 Kasım günü Smolniy‘de II. Tüm-Rusya İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri Kongresi’ne seslenirken

Lenin’in “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” edasıyla açıkladığı bu karar, şüphesiz çiçeği burnundaki devrimin altını dolduracak en önemli hamlelerden biriydi. Nüfusun yaklaşık yüzde 90'ının esas olarak tarımla uğraştığı ülkede (Carr, 1998, s.18), devrimin geniş halk kitlelerinin desteğini almasında bu kararname son derece etkili olacaktı. Fakat bu yüzde 90'lık oran aynı zamanda, eski toprak ağalarının toplumdaki en güçlü kesimlerden biri olduğu anlamına da geliyordu. Devrim zafere ulaştığında Rusya halihazırda savaş yorgunuydu. Bolşevikler Toprak Kararnamesiyle aynı gün çıkardıkları Barış Kararnamesiyle bu savaşlardan çekildiler fakat ülke içindeki silahlı muhalefetle mücadele etmekten kaçamadılar. İç Savaş olarak anılan bu süreçte (1918–1922) hem şehirleri hem de yeni kurulan Kızıl Ordu’yu besleyebilmek için uygulamaya konan “savaş komünizmi” uygulamaları köylü ayaklanmalarıyla ve kıtlıkla sonuçlandı. Toprak Kararnamesi’yle kurulan ilk sovhozlar (devlet çiftlikleri) ve kolhozların (kolektif çiftlikler) büyük bir kısmı, İç Savaş sırasında, 1920 başlarında ilga edilmek zorunda kalındı (Dobb, 1968, s. 2010). Bu sorunu çözmek ve ekonomiyi çöküşten kurtarmak için Lenin, NEP kısaltmasıyla bilinen yeni ekonomi politikalarını devreye soktu. 21 Mart 1921 tarihinde yürürlüğe giren ve 1929 yılına kadar sürdürülen bu politikalar, özel mülkiyet ve piyasa uygulamalarını geçici bir süreliğine geri getirdi. Bu, toprak mülkiyetini kolektivize etme hedefinden geçici ve taktiksel bir geri adım anlamına geliyordu ve E. H. Carr’a göre “uygulayacağı tarım şeklini seçme özgürlüğü ve toprak mülkiyeti güvenliği” sağlayarak, köylüyü devrim sonrasına egemen olan belirsizlik ve güvensizlik ortamından çıkararak üretime sevk etmeyi amaçlıyordu (1998, s. 262).

1927'de Stalin’in inisiyatifiyle NEP politikalarının terk edilmesine başlanırken toprak mülkiyeti de yeniden kolektivize edilmeye başlandı. 1936 yılında onaylanan yeni SSCB Anayasası’nda bu tutum yasal çerçeveye de kavuşturulacaktı.

KAYNAKÇA

Bonç-Bruyeviç, V. (2017). Lenin, Toprak Kararnamesini nasıl yazdı? İçinde: F. N. Ercan (Çev.), Ekim fırtınası ve sonrası (ss. 29–33). İstanbul: Yazılama Yayınevi.

Carr, E. H. (1998). Bolşevik Devrimi, 1917–1923- Cilt II (Çev.: O. Suda). İstanbul: Metis.

Dobb, M. (1968). 1917’den bu yana Sovyet ekonomisinin gelişimi (Çev.: M. Aktan). İstanbul: Özdemir Basımevi.

Reed, J. (2006). Dünyayı sarsan on gün (Çev.: E. Gürkan). İstanbul: Oda Yayınları.

Rusya Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyeti. (2018). 1918 Sovyet Anayasası (Çev.: F. Sözeri). İstanbul: Ceylan Yayıncılık.