Beyaz Türk Önyargılarının Ülkeye Maliyeti

Güven Borça
4 min readSep 22, 2016

--

Van 1987

Cumhuriyetin ilk yılları yokluklar içinde geçmiş ancak Atatürk ve arkadaşlarının mucizevi hamleleri ve de ülkenin okumuş-kentli kesimlerinin fedakarlıkları neticesinde yokluktan iddialı bir devlet çıkmış ortaya. Ve bu okumuş kesim zamanla ciddi ayrıcalıklar edinmiş. Sosyolojik açıdan bu normal ancak mesele o ki elitler dünya başarıları için uğraşmamış çünkü İstanbul’da güzel bir ev, deniz kenarında bir yazlık edinmek çok zor değilmiş. Akademisyeninden tüccarına, sanatçısından sporcusuna fazla zorlamadan rahat bir hayat kurmuşlar ve bu onlara yetmiş. Detaylar için “Koşsak Barcelona’da Oynayacaktık”yazımı okuyabilirsiniz: http://markam.com.tr/blog.html?durum=detay&icr=36

Bu temelde oluşturduğum tez şudur ki; Eğer o dönemde Beyaz Türkler dünya çapında başarılar gösterse, Türkiye’yi bilim sanat alanında uçurup Kore gibi dev markalar çıkarsa, olimpiyat madalyaları toplasa toplumun alt kesimlerinde bu kadar tepki birikmezdi ama öyle olmadı. Bizim mahalle hem küresel yarışa dahil olmadı, hem de bunun faturasını “cahil” millete kesti. Yılların birikimi neticesinde de AKP iktidara geldi. Başta herkesin yaşam tarzına saygılı bir siyaset izlediler ama adım adım işin tadı kaçtı ve bugün bizim çevrede ülkenin geleceğiyle ilgili ciddi kaygıları olmayan tek bir kişi bile kalmadı. Bu günlere gelmemizde bizim temel hatalarımız şunlardır:

İskandinav Referansı

Osmanlı aydınları ağırlıkla Fransız kültüründen etkilendiler. İkinci dünya savaşı sırasında ülkemize gelen hocalarla bazı üniversitelerde bir Alman ekolü oluştu. Vatandaşlarımızın Almanya’ya işçi olarak gitmeleri neticesinde bu ülke ile olan ilişkilerimiz ve hayranlığımız arttı. Ve de 12 Eylül sonrası İskandinav ülkelerine giden sol aydınlar orada gördükleri medeniyetten çok etkilediler. Dolayısıyla biz beyaz Türklerin referansları Batı Avrupa ekseninde oluştu. Peşinen söyleyim, Türkiye’nin İsveç kadar demokratik ve gelişmiş bir ülke olması için canımı veririm. Ama biliyorum ki böyle bir hedef uzun vadede düşünülse de günün gerçeklerine uymuyor. Burası başka bir coğrafya. Burası dünyanın, doğal kaynakların ve zenginliğin merkezi. Yedirmezler adama. Bu topraklarda sorunlar kolay bitmez. O yüzden etrafa bakmak ve tespiti doğru yapmak lazım. Aksi halde toplumdan uzaklaşıyorsunuz. Özetle bizim beğenmediğimiz bir çok şey dünya ortalamasında makul kalıyor. Çevremizde tek demokrasi yok. Çin mi doğru bir ülke, Rusya mı yoksa Brezilya veya ABD mi? Üzgünüm. Dünya pis. Temizlemek için çalışalım ancak önce resmi doğru çekelim. Açık Radyo’da sevgili Ömer Madra hayretler içinde saatte beş kere filan “inanılır gibi değil” veya “yok artık” der. Ben de çoğu zaman “eee ne var bunda?”. Evet kendisi idealist ve iyi niyetli olarak ülkede olup bitenlere şaşırıyor ama bunların çoğu millete ters gelmiyor. Ya da milletin derdi başka. O yüzden makas da açılıyor…

Sol Ezberler:

Hiç şüphem yok ki ülkenin beyaz Türkleri ağırlıkla iyi niyetli, idealist insanlar. Tuzu kuru olmanın bunda payı vardır kuşkusuz ama özünde ahlaklı, demokrat kişilerdir. Benim eleştirilerin gerginlik yaratması da ondan.

1973 seçimlerinde CHP broşürleri dağıtarak başladığım sol siyasi kariyerim lise yıllarında Devrimci Yol’da devam etti. Sonra örgütten soğudum ve 1979 yazında il sorumlumuza ayrılış konuşmamı yaparken “bizim halk ile bir ilgimiz yok” dedim. Gerçekten de halk ile hiçbir ortak yanımız yoktu. Bir grup okumuş genç kendimize bir misyon biçmiş ve halkı kurtarmaya niyetlenmiştik ama onların dünyası, inançları ve gerçekleriyle ilgimiz yoktu. Seksenlerde komünist ülkeleri gezdim ve sosyalizmin bizim düşündüğümüz gibi ideal bir model olmadığını anladım. 12 Eylül sonrası ülkemizde, 1990 sonrası da dünyada sosyalist hayal bitti. Bizim mahalle de Atatürkçü, laik ve giderek faşizan bir çizgiye geldi. Yetmişlerdeki mitinglerde “halkımız saflara” diye bağırdık, onlar da bize saf saf baktılar. Köyden kente göçen insanların endişelerini ve neden tarikatlara meylettiklerini anlamadık. %99’u inançlı ve %70’i ibadet eden insanları “din afyondur” diyerek saflara çağırdık.

Özetle, bugün Marksist-Kemalist karması ezberlerle bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Kimimiz sermaye, kimimiz din, kimimiz Kürt düşmanı. O yüzden oyumuz %20’yi aşmıyor. O yirmi de Aleviler sayesinde ama onu da görmezden geliyoruz.

Kürt Meselesi:

Solculuk yıllarımızda “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” diye bir şey savunurduk ama açıkçası Kürt meselesiyle ilgili fazla bir şey bilmiyorduk. Tali konuydu.

12 Eylül dönemi o bölgede yaşanan acımasız olaylar ve Kenan Evren’in televizyona çıkıp “aslında Kürt yoktur” demesiyle biriken tepki 1983 sonrası şiddete dönüştü maalesef. 1987 yazında Doğu’yu gezmeye karar verdim. Çalıştığım şirkette müdürüm çok takılmıştı bana, herkes Bodrum’a giderken Güven yaz tatilinde doğuya gidiyor diye. Gittim ve durumu gözlerimle gördüm. Bildiğimiz gibi değildi. Kürt realitesini o gezide idrak ettim. Türkiye’nin her yerinde köyden geçen otobüse çocuklar el sallarken oranın çocukları zafer işareti yapıyordu. Çarşıda alışveriş yaparken elime kırmızı bir şey aldığımda biri sarı ve yeşilini de getirip “abi böyle daha güzel” diyordu. Daha ne diyeyim. Ama en acısı oralarda gezerken bir kaç kez muhatap olduğum soru idi. Genellikle bölgeyi gezen turistlerle takılıyorduk ve oradaki çocuklar “abi bu turistler tamam da senin ne işin var burada?” diyorlardı. Yani biri Çin’den gelip oraları gezerse normaldi ama İstanbul’dan birinin gelmesi garipti. Garip.

Global şirkette çalışan bir pazarlamacı olarak tüm dünyada “etnik pazarlama” konusunu takip ediyor ve ülkenin %15’i Kürt iken neden onlara yönelik bir pazarlama çabamız olmadığını sorguluyorduk. Doksanlarda bu konuyu her açtığımda beyaz Türklerden azar yedim. Konu sertçe kapatıldı. Ta ki TRT6 açılana kadar. Kürtçe bir kanal kurulmuş olmasının verdiği cesaretle “Etnik Pazarlama’nın Zamanı Geldi mi?” başlıklı bir yazı yayınladım 2002 yılında. Aradan kabaca 15 yıl geçti, hala ülkede pazarlama adına Kürtçe bir şey yapabilen yok. Herkes korkuyor. Şirketimizin marka ismi üretme birimi var. Kitaplığımızda tüm dillere ait sözlükler mevcut. Sadece Kürtçe sözlük bulamadım İstanbul’da. Diyarbakır ve Erbil’den aldım. MEMLEKETİN EN AZ YÜZDE ONU KÜRTÇE KONUŞUYOR VE İSTANBUL KİTAPÇILARINDA KÜRTÇE SÖZLÜK YOKTU. Başka ne diyeyim?

Yani bu meseleyi kapata kapata bugünlere geldik. Bakalım nerelere gideceğiz. Bir pazarlamacı olarak naçizane düşüncem şudur; bizim mahalle Kürt meselesini çekinmeden tartışsa, öneriler üretse ve sonra bunları demokrat Kürt kardeşlerimizle birlikte projelere çevirse. Ülkemizi bölmeden, ama Kürtleri de mutlu edecek senaryolarla çıksak Amerikan senaryolarının karşısına? Ama yok. Kapatıyoruz gözlerimizi. Yok sayıyoruz. ABD yetmiş iki milleti bir araya getirip “Amerikalı” kimliği altında tutuyor da biz kardeşlerimizle oturup konuşamıyoruz bile.

Çözüm sürecinde birileri cesaret gösterip akil adamlar olarak adlandırılan gruba girdi, sonrasında yemedikleri dayak kalmadı. Aslında ben de belki bunları yazamazdım ama son seçimlerde bizim mahalleden HDP’ye verilen oylar cesaretimi artırdı. Demek ki, insanlar alenen söyleyemeseler de böyle bir diyaloğun tabanı ve temeli var ülkede.

--

--