Türkiye’nin (Aslında) Vardığı Mutabakat

Güven Borça
5 min readOct 7, 2016

--

2009 yılında basılan “İleri Dönüşüm Kutusu” adlı kitabımdan alınmıştır. O gözle okunması rica olunur.

Türkiye yıllardır ciddi bir devinim ve arayış içinde. Cihan imparatorluğunu batırdık batıralı bunun sebepleri üzerine tartışıp duruyoruz. Bu da son derece doğal. Örneğin Almanya’ya gidip kitapçıları gezdiğimde “memleket nasıl kurtulur?” türü kitaplara rastlamıyorum. Halbuki bizim raflar neden gerilediğimize ve nasıl yırtacağımıza dair eserlerden geçilmiyor.

Medeniyet tarihinin bu kırılma döneminde, geride kalma sebeplerimizi sorgulayıp duruyoruz. Bu arayıştan, kargaşadan bir hayır çıkacak elbette. Nasıl tarihimizin en zor döneminde Yunus Emre’ler, Mevlana’lar, Hacı Bektaş’lar ortaya çıktı ve entelektüel üretimin zirve yaptığı bu dönem sonrası Osmanlı doğduysa, mevcut arayışımızdan da yeni bir anlayış ve güç ortaya çıkacaktır. Osmanlı değil tabii ki. O, aklı fazlasına basmayan gericilerin hayalidir.

O yüzden, karamsarlığa kapılmadan ve korkmadan memleketin yeni vizyonunu vücuda getirecek entelektüel arayışlarımızı sürdürmeliyiz. Aslına bakarsanız son on senede yaşanan vurdu-kırdı sonrasında (bence) ülke belli alanlarda bir mutabakata vardı. Şimdilik tam farkında değiliz, özellikle de kamplaşmadan nemalanan siyasiler görmek istemiyor ama bir süre sonra bunu daha net bir şekilde anlayacağız.

Bir iletişimci gözüyle bakarak, toplumun şu sıralar zımnen vardığını düşündüğüm bu mutabakatın altı ana unsurunu şöyle özetleyebilirim (ülkenin önünü açacak yeni siyasetin temel ilkeleri olarak da okuyabilirsiniz):

1. Kürtlerin memnun edilmesi

2. Dine ve inanca saygı

3. Silahlı kuvvetlere iade-i itibar

4. Osmanlı’nın aklanması

5. Atatürk’ün rahat bırakılması

6. Komşularla işbirliği

Ön yargısız okuyanların çoğu “evet ya” diyecek ama mesele o ki bunları mevcut kamplaşmanın taraflarından biri söylediğinde inandırıcı olmuyor. Bölünmeden nemalananlar ise görmek istemiyor. MHP tabanı da eminim Kürtler konusunda artık daha farklı düşünüyor ama dile getirilemiyor. Bence tüm bunları temel alan bir beyaz sayfaya ihtiyacımız var. Ucundan açmayı deneyelim:

1.Öncelikle Kürtleri Memnun Edelim

Konuya bir vatandaş olarak ilgi duyuyorum haliyle ama mesleki ilgim, bu ülkede etnik pazarlama ve Kürtçe reklam hakkında ilk yazıyı (2002) yazan kişi olmamdan kaynaklanıyor. Resmi bir Kürtçe kanal olduğu halde bu kanalda Kürtçe reklam yayınlanmamış olması benim açımdan işin vahametini göstermeye yeterliydi. Pazarlamacı bakışıyla tespitim o ki, bizim ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızı memnun edemememiz bu sorunda önemli bir paya sahip.

Biz beyaz Türklerde Kürt meselesini görmezden gelme hali hep vardı ve hala da sürüyor. Bu ülkenin okumuş adamları son yirmi yılda derin devletin, mevcut egemenlerin konuyu bizim yerimize halletmesini bekledik. Fikir üretmedik, kendi açılımlarımızı yapmadık. Güvendiğimiz insanların da aklı darbeden, despotluktan fazlasına yetmedi. Aslında akıl bizdeydi ama onu başka yerlere harcadık ve bu “yarım porsiyon aydınlık” ile bugünlere geldik. Amerika’nın bildiği araştırma tekniklerini biz de biliyoruz ama bunu kamu yararına kullanamıyoruz. Müşteri tatmini konusunda bildiklerimizden bir “vatandaş tatmini” konsepti geliştiremiyoruz. Geliştirmeliyiz.

2.Beyaz Türkler Camiye

Uzun yıllar süren itişme sonucunda baş örtüsü bir tartışma konusu olmaktan çıktı. Önemli bir gelişme. Ancak gidecek biraz daha yol var. Maalesef yıllardır süren bu laik-dindar ayrımı öyle kötü bir noktaya geldi ki bizim mahallede de kimse inancını açıkça ifade edemez oldu. Bu nasıl bir şeydir? Tanıdığım bir çok inançlı insan camiden koptu. Gitmiyor. Bence gidemiyor çünkü yirmi yılda yaşanan kamplaşma sonucu bizim çevrede camiye giden adama farklı bakılır oldu. Ben de alenen söyleyemiyorum. Gerildik, ayrıştık…

Bu işi halletmek, eski hoşgörü ortamına dönmek lazım. İnanca ve ibadete saygı şu an toplumsal mutabakatın ve ilerlemenin ön şartıdır. Çünkü mevcut durum toplumu inanç temelli olarak bölenlerin işine geliyor. O yüzden inananların camiyle barışmasında hem bireysel, hem de toplumsal fayda var. Din ve inanç konusunu tarikatların, tutucuların tekelinden almak lazım. Nüfusun çoğunun ateist olduğu bir çok batı ülkesinde insanlar nikah için kiliseye gidiyor, Noel gecesi herkes evinde toplanıyor, biz camiden niye korkalım? Ayrıca camiye gitmek hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan çok iyi bir deneyimdir. Korkmayın. Orada konu komşuyu göreceksiniz, uzaylıları değil.

3.Silahlı Kuvvetler Hepimizin

Askerliği ne saçma, ne de mantık dışı bulurum. Bu dünyada, özellikle de bu coğrafyada güçlü bir orduya ihtiyacımız var. Ancak ordumuz son zamanlarda çok güç kaybetti. Bunda kendi hatalarının payı çok kuşkusuz. Direkt ve dolaylı darbelerle on yıllar boyunca demokrasinin olgunlaşmasını engellediler. Toplum mühendisliği projeleriyle bu ülke halkına çok acı çektirdiler. Kantarın topuzu kaçtı ama orduya da bir ayar gerekiyordu maalesef. Olan oldu, uzatmayalım. Artık önümüzdeki dönemde silahlı kuvvetlerin itibarını iade etmek, pozisyonunu netleştirmek ve o sınırlar içinde kalmak kaydıyla tekrar güçlenmesini sağlamak gerek. Gerçeklerden ve tartışmadan korkmamak lazım. TSK bunu öz güvenle yapsın ve pozisyonunu netleştirsin, sonra bu millet şanlı ordusu hakkında kimseye tek kelime ettirmez. Türk ordusu, milletin ordusudur.

4.Osmanlı’yı Aklayalım

2009 sonbaharında sarayda doğmuş son şehzade Osman Ertuğrul Osmanoğlu vefat etti. Ancak cenazesinde sarıklı-cübbeli adamları görmekten rahatsız oldum. Çünkü Osman bey bu adamlara hiç benzemiyordu. Kaç dil bilen, modern giyimli, kültürlü, içki içen bir şahsın cenazesi muhtemelen hiç hazzetmeyeceği sarıklı adamlar tarafından kaldırılıyor, bizim gibiler ortada yok.

Bunun tarihi sebeplerini anlıyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki korkuları, paranoyayı tahmin ediyorum. O dönemde bu resmi tarih çarpıtmasına ihtiyacımız olduğu fikrini satın alırım. Ama iki binlere geldiğimizde artık atalarımıza sövmeyi bıraksak diyorum. Osmanlı’nın katı bir şeriat devleti olarak lanse edilmesi de bugüne bir sürü politik olumsuzluk taşıyan bir yanlıştır. Topraklarının üçte biri Avrupa’da, nüfusun önemli bölümü gayrimüslim olan, İran gibi mollaların, imamların çok etkin olmadığı ve bazı padişahların içki içtiği bir imparatorluk nasıl bir şeriat devletidir ki?

Ayrıca Osmanlı hanedanının kalan üyeleri ülke dışına büyük hazine filan kaçırmamışlar. Osmanlı ailesi yurt dışında Cumhuriyet aleyhine hiçbir faaliyette bulunmamış, destek olmuşlar. Ve günümüzde Osmanlı’nın tekrar gündeme gelme ihtimali fiilen bitmişken neden biz hala bu insanlara sövüyoruz? İnsan atasına söver mi? Ayrıca bu Osmanlı’nın reddi meselesi toplumsal psikolojimizi de olumsuz yönde etkiliyor, biz adam olmayız fikrinin alt yapısını hazırlıyor. Osmanlı’nın tekrar canlanma ihtimalinin bittiği yirmi birinci yüzyılda ben atalarımla övünmek ihtiyacı duyuyorum. Ayrıca komşularımızla yeniden kuracağımız ticari ilişkilerde bu mirasa ihtiyacımız var.

5.Gerçek Atatürkçülük Nedir?

Türkiye’de paranoya ve sahte gündemlerin temel kaynağı, statükocu kesimin en büyük dayanağı maalesef Mustafa Kemal Atatürk oldu. Kendisinin o günün özel koşullarında söyledikleri ya da yaptıklarını aynen bugüne getirdiler, bazı şeyleri özenle sakladılar ve de baştan sona yanlış bir “Atatürkçülük” efsanesi yarattılar.

Atatürk büyük bir liderdi ve bu topraklarda devrim yaptı. Çok şey değişti. Bunların bir kısmı çok iyi ilerledi, bazıları umulduğu gibi gitmedi. Doğaldır. Atatürk’ün devrimlerinin çoğu da Osmanlı’nın son döneminde tartışılmış ve altyapısı hazırlanmıştır ancak bu gerçek, Atatürk’ün değerini düşürmez. Onu tarih sayfasında doğru yere koyar. Bugün biz günün koşullarına uygun güncel aklı üretecek kapasiteye sahibiz. Yoksa, yanmışız zaten. Rahat bırakın Atamı. Yılmaz Özdil, sözüm sana…

6.Komşularla Barış ve İşbirliği

Komşularla barışı ve ticareti geliştirmemiz şart. Bundan böyle Avrupa ve Amerika’ya daha fazla mal satmamız zor, markalaşmamız ise imkansıza yakın. Benim müşterilerimde son dönemde bu bölgeye ciddi yöneliş oldu. Şahsen son üç yılda Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika’dan 15 yeni ülkeye gittim; Dünyayı gezmiş bir insan olarak komşularımıza ilk kez gidiyor olmanın utancıyla…

Buralara gideceğiz artık arkadaşlar. İhtimal ki umduğumuzdan daha iyi bulacağız, daha iyi karşılanacağız ve daha iyi anlaşacağız. İsteyen Paris’e gidip aşağılanmayı seçebilir tabi. Ben Avrupa’nın ağız kokusu yerine Orta Doğu’nun çorap kokusunu tercih ediyorum. Kahire’de, Beyrut’ta, Tebriz’de kendimi çok iyi hissediyorum. Tabii ki küresel güçler bizim oralarda ciddi ittifaklar kurmamızı istemeyecekler ama biz bunun için savaşmalıyız. Geleceğimiz orada.

Detaylar için : http://ileridonusumkutusu.com/

--

--