Bir Türk Genci Hayali: Yurtdışında Yaşamak

Bu yazıyı yazarken kendimi de dahil ederek, genç olarak kabul ederek yazacağım.

Baris
5 min readJul 25, 2015

Biz öyle bir grubuz ki yaşadığımız topraklardaki en üzgün dönemde, gençliğimizi yani en mutlu ve hayat dolu yıllarımızı geçirmemiz gereken zamanı geçiriyoruz.

Gençliğimiz bazılarımız için amiga bilgisayar ile bazılarımız için mIRC ile başlamıştı, o yıllarda durumun bu hale geleceğini bilmeden yeni oyuncaklarımızla oynuyor ve pentium bilgisayarlarımızı nasıl upgrade edeceğimizi düşünüyorduk.

Ilkokul ve ortaokul yılları böylece geçti, ailemiz bizi tatillere götürdü, bazılarımız ailesiyle yurtdışına çıkarak disneyland gördu ve çok etkilendi. Türkiye içinde seyahat edenler eve dönerken ağladı.

Lisenin gelmesi ile beraber artık etrafımızda yurtdışına çıkacak arkadaşlarımız olduğunu farkettik. Bilgisayarla oynamak çok güzeldi ama yurtdışına çıkmak da çok heyecanlı geliyordu. Yaz aylarında bir dil okuluna gitmek iyi bir başlangıç olacaktı.

İlk ailesiz ve arkadaşlarla yapılan seyahat hayal gibiydi, uçakta 18 yaş altında olmamıza rağmen istediğimiz alkol uçak kalkar kalkmaz servis edilmişti. Ailemiz yanımızda değildi ve bu yaramazlığı hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdi.

Gördüğümüz yepyeni kültür ve disiplin bazen zorladı bazen hoşumuza gitti, neden yaptıklarını anlayamadığımız ve acımasızca eleştirdiğimiz şeyleri biz de yıllar sonra arayacağımızı tahmin edememiştik.

Çarşıda dolaştığımız zaman bizi serbest bırakıp belli bir saatte toplanmamızı söylemişlerdi ve gerçekten de peşimize kimse takılmamıştı, özgürlük ve şaşkınlık aynı anda sarhoşluk etkisi yaratmıştı.

Binlerce insanın olduğu ve kaybolmanın çok kolay olabileceği bir yerde kendi arkadaşlarımızla yalnız bırakılabilmiştik. Sorumluluk almayı öğrendiğimizi farkedememiştik. Ordan oraya koşarak giderek özgür saatlerin bitmemesini istiyorduk.

Ailemizin cebimize koyduğu harçlığı hemen bitiren veya hiç harcamayan arkadaşlarımız vardı, para kullanmayı öğrendiğimizi farketmemiştik. Alışveriş yapmanın kendi paranla olduğu zaman ne kadar değerli birşey olduğunu öğrenmeye başlamıştık.

Seyahatten geriye ailemizin verdiği paranın yarısıyla dönünce takdir toplamıştık. Bazı arkadaşlarımız ailesinden ekstra para istemek durumunda kalsa bile hepimiz aslında aynı şeyi öğrenmiştik.

Yıllar bu şekilde yaz aylarında bir şekilde yurtdışına gitmek isteyerek devam etti. Gidebildiğimiz yıllar oldu, evde kaldığımız ve ailemizle bile biyere gitmek istemediğimiz yıllar oldu.

Lise bitmeye yaklaşırken en popüler konu, üniversiteyi yurtdışında okumak olmuştu. Birsürü arkadaşımız bu konuyla ilgili birşeyler yapmaya başlamıştı.

Bir çok arkadaşımız öss’ye bile girmeden yurtdışına gitti, onlar hep çok havalı olarak hatırlanacaklardı. Yurtdışına gidemeyenler, geneli Istanbul olmak üzere Türkiye’nin esas şehirlerine dağılmışlardı.

Acaba Istanbul dışı ama Türkiye içi bir şehir, yurtdışı kadar heyecanlı olacak mıydı?

Olmadı.

Yurtdışındakiler aralık tatilinde geldiklerinde heyecanlı bir şekilde neler olduğunu anlatmışlardı. Hem zor hem heyecanlı görünüyordu. Yaz geldiğinde Türkiye’de kalanların ilk hedef Interrail olmuştu bile.

Interrail sanki önceki senelerdeki gidişlerimizden farklıydı, bu sefer eskiden öğrendiklerimizle bunu bilmeyenlere yol gösteriyorduk. Aramızda çok tecrübeliler de vardı, hiç yurtdışı görmemişler de. Hep beraber tren ile şehir şehir gezmek çok eğlenceliydi. Eskiye göre konfor azalmıştı ama kendi kendine birşeyler başarma duygusu daha ön plandaydı.

Sonraki yıllarda, Interrail hevesi devam ederken, yurtdışında okuyan arkadaşlarımız geldiklerinde daha karamsar ve enerjileri düşük bir hale dönüştüler. Zorlukların arttığı ve heyecanın azaldığını gördük. Biz Interrail yaparken hala çok mutluyduk. Hemen yaz olmasını istiyorduk. Dersler pek umrumuzda değildi, gelecek ile ilgili herhangi bir yönlendirme almıyor sadece yaz aylarına tekrar ulaşabilmek için yaşıyorduk.

Universite yılları da bu hevesler ile geçti, mezun olmaya yaklaşırken bile mezun olduktan sonra yapacağımız tatili planlıyorduk. Para kazanma zorunluluğu çoğumuzun farkında olmadığı birşeydi hala.

Bazılarımız tatile gittiler, azımız çalışmaya başladı. Çalışmaya başlayanlar, tatil yapanlara hava atmaya çalışıyorlardı ama aslında onların da aklı tatildeydi. Bu sırada erkekler için askerlik gerçeği yavaş yavaş akıllara geliyordu.

Yurtdışı hevesini son bir kere yaşamadan kimse kendini tamamen çalışmaya vermek istemiyordu. Çalışan arkadaşlarımızdan bazıları istifa etti, bazıları askerliklerini erteledi, bazıları da hiç çalışmaya başlamadan bu günü bekledi.

Son bir kere daha çocukluğumuzdan beri yaptığımızı yapıp yurtdışına hepberaber gitmek istemiştik. Arabamız vardı, daha önce tren ve uçak kullanarak yurtdışına çıkmıştık. Bu sefer neden araba olmasındı?

Araba için tüm evraklar hazırlandı, vizeler alındı ve Istanbuldan Avrupaya bir araba macerası başladı. Yaşananlar çocukluktan beri olanların bir kopyasıydı, sadece ulaşım aracı farklıydı. Bizi bu kadar çok etkileyen bu şeyi durmadan her yaz yapmak istiyorduk. Her seferinde farklı bir yolunu bulup yapmıştık ve hep çok zevk almıştık.

Her seferinde döndükten sonra bir daha nasıl gideceğimizi, herşeyin ne kadar güzel olduğunu anlatıp birbirimizi provoke etmiştik.

Yurtdışında okumuş arkadaşlarımızın bazıları orada iş bulamayıp geri döndü. Çoğu nefret etmiş ve oradaki hayatın ne kadar kötü olduğunu bize kabul ettirmeye ant içmiş halde geri dönmüşlerdi. Biz anlayamıyorduk, her gittiğimizde bu kadar iyi anılarla döndüğümüz o yerler nasıl nefret edilesi olabilirdi?

Farkında olmadığımız ve içine düştüğümüz bir tuzak vardı.

Yurtdışında okumaya giden arkadaşlarımız da biz de aynı oltaya takılmıştık.

Yurtdışı gerçekten yaşadığımız yerden daha ‘güzeldi’ hepimiz bundan etkilendik. Farketmediğimiz tatil yapmak ile hayat devam ettirmek arasındaki farktı.

Peki buradaki hata kimdeydi? Yurtdışına çıkıp saf bir şekilde etkilenen çocuklarda mı? yoksa ülkenin bu halde olmasını sağlayan büyüklerimiz mi?

Şimdiki zamana geldiğimizde, yurtdışında okumuş ve kötü anılarla dönmüş olanları bir kenara koyarsak hala bizim yurtdışına gitme/yaşama/tatil yapma hayallerimiz devam ediyor. Oradan mutsuz dönmüş arkadaşlarımızı görmemize rağmen bu devam ediyor.

Neden devam ediyor?

Ülke git gide yaşanacak halden sanki bir daha hiç yaşanamayacakmışçasına çıktı gidiyor. Bunu görüyoruz ve etkileniyoruz. Anılarımız bizi çağırıyor. Elimizde başka tutunabileceğimiz, bize mutluluk vaadeden birşey yok.

Gelecek düşünmeye çalıştığımızda hepimiz nasıl zengin olup buradan gideceğimizi hayal ediyoruz. İş hayatından bıkmışlığın üzerine gelecek ile ilgili hayalsizlik eklenince doğal olarak bizi mutlu eden anılarımıza tutunuyoruz.

Hiçkimse bu ülkedeki yurtdışına gitmek isteyen gençlere öğüt verme hakkına sahip değildir. Bu ülkedeki gençler,

  • Kendi yaşıtlarından misliyle çok çalışarak emeklilerin maaşlarını ödemektedirler.
  • İş hayatında yükselmek için, bin türlü politika ve yağcılık yapmalaranın gerektiğini bilmektedirler
  • Kendilerini ait hissettikleri yerde, özgür olamamanın acısını çekmektedirler.
  • Kazandıkları paranın ve aldıkları zamların 5–10 yılda bir olan krizler ile reel olarak yok olduğunu hatta zarara girdiklerinin farkındadırlar.

Yurtdışına gitmiş, belli bir entellektüel eğitim almış ülke gençlerinin akıllarında bambaşka bir dünya kurup üzerine bu özgürlükten, adaletten, mutluluktan uzak ülkede kalıp ülkeye katkıda bulunmalarını bekleyemezsiniz.

Bu sorunun en kolay çözümü, bu şekilde beklentileri olmayacak (3) çocuklar doğurmak ve onları bu ülkenin beklentisiz, sorgusuz çalışanları haline getirmek olacaktır.

O zaman da ülkenin nasıl olup da dünyanın hamallık işlerini yapan, köle ordusuna dönüştüğünü konuşuruz.

--

--