Bitcoin, Kripto Paralar ve Blok Zincir

Lagari
13 min readOct 20, 2019

“Eğer bana inanmıyorsanız ya da beni anlamıyorsanız, sizi ikna etmek için yeterli zamanım yok, üzgünüm”

Satoshi Nakamoto

Eskiden, çok eskiden, paranın henüz olmadığı zamanlarda, insanlar ihtiyaç duyduğu şeyleri alabilmek için ellerindeki fazla malları takas ediyorlardı. Ancak herkesin ihtiyacı ve isteği farklı olabiliyordu, mesela elmaya karşılık yumurtayı takas etmek istemiyordu.

Üstelik takas ederken, malların birbirlerine karşı değeri her zaman sorun olurdu, çünkü kaç elma, kaç yumurta ederdi? Bu sorunlar zaman içinde “ürün para”larla aşıldı. Şu an sofralarda kullandığımız tuz, o ürün paralardan biriydi (İngilizce maaş anlamına gelen salary, “salt”tan(tuz) geliyor)

Tuzun yanında midye kabuğu, balina dişi, kakao çekirdeği, odun ve metal gibi çok sayıda ürün para vardı ancak bu paralar içinde altın, gümüş, nikel, bakır gibi metaller zamanla diğerlerinin yerini aldı. Çünkü doğada az bulunuyorlar, küçük parçalara bölünebiliyorlardı.

Ancak metaller ağırdı, her zaman kolay kesilemiyor, kesilince de bir tartıda ağırlığını ölçmek ve buna göre değer biçmek kolay olmuyordu. Tarihin bu döneminde Lidyalılar sahneye çıktı ve önceden belirlenmiş bir ağırlığa sahip metal parçalarını para haline getirdi.

Yıllar yılları, asırlar asırları kovalamış, altın ve gümüş dünyanın hemen her tarafında geçerli para haline gelmişti. Modern finansın kurucusu sayılan Roma İmparatorluğu’nun en zirvede olduğu yıllarda, Batı’nın para birimi altın iken, Doğu gümüşü tercih etmişti.

Bu madeni paraları basmak, yeni kurulan ya da var olan devletler ve imparatorluklar için bağımsızlığın simgesi haline gelmişti. Madenlere kimisi krallarının/hükümdarlarının resmini basıyordu, kimisi devletin sembolü olan bir figürü ya da mührü.

Bugünkü merkez bankalarının yaptığı işlevi o zamanlar krallar yapıyor, paranın değerine, ne kadar basılacağına onlar karar veriyordu. Şimdiki devaluasyonun o zamanki karşılığı olan altına/gümüşe başka metal katma, yine onların karar vereceği bir şeydi.

Ancak değerli madenlerden para üretmek kolay değildi, üstelik bunları taşımak da zordu. Tarihler 9.yüzyılı gösterdiğinde, Çinliler ilk kağıt para sayılabilecek parayı kullanmaya başlamışlardı:Üzerinde imparatorun mührü bulunan dut ağacı kabuğu

Kağıt paranın, altın ya da gümüş gibi bir değeri yoktu ama onlara karşılık geldiğini, imparator kendi mührüyle taahhüt ediyor, bir nevi halka güvence veriyordu. Çin’de başlayan, değerli madene karşılık kağıt para basma fikri, Marco Polo ile 13. yüzyılda Avrupa’ya taşınmıştı.

Kağıt paranın altına dayalı olarak basılmaya başlandığı ilerleyen yıllarda, devletler altın ve gümüş ihtiyacını karşılamak için çözümler arıyordu. Bu madenlerin bol olduğu ülkelere savaş açmak da ya da Çinliler gibi çok uzak bölgeleri coğrafi keşfe çıkmak bu çözümlerdendi.

Her ne kadar Çinliler, Afrika kıyılarına yaptığı seferden elleri boş dönmüşler ve imparator kararıyla bu seferlerden sonra coğrafi keşifler yasaklanmış olsa da, batı tarafında farklı bir durum vardı. İspanyollar yeni kıta Amerika’da altın bulmuşlardı.

Amerika’nın keşfi, bu kıtadaki altınların Avrupa’ya taşınmasına ve Avrupa’nın ekonomik olarak güçlenmesine neden olmuştu. İngilizlerin başını çektiği kalıcı yerleşimciler ise, ekonomik olarak Büyük Britanya’yı, siyasi model olarak Roma İmparatorluğu’nu örnek alan Amerika’yı kurmuşlardı.

İngiltere’nin dünyanın süper gücü olduğu 1800’lü yıllarda Amerika, ülke içinde hem altın, hem de petrol bulmuştu. Ancak o yıllarda petrol çok önemli görülmüyordu ama para olarak altın kullanan bir devlet için altın bulmak son derece kritikti.

Topraklarında bulduğu altın ve petrolü çok iyi değerlendiren Amerika, özellikle Avrupa’dan çok sayıda yatırımcıyı ülkeye çekmeye başlamış, ayrıca işlediği petrolü ihraç ederek ülkeye altın girişi olmasını sağlamıştı. Bu da Amerika’yı giderek güçlendiriyordu.

1.Dünya Savaşı, hem kazanan, hem de kaybeden ülkeler için ekonomik yıkımı da beraberinde getirmiş, savaşa giren tüm ülkeleri borç batağına sokmuştu. Ülkeler bir yandan dış borç ararken, diğer yandan başka bir çözüm olarak altın standardından çıkıp karşılıksız para basmaya başlamıştı.

Bu yıllarda devreye, savaştan hemen önce kurulan FED (Amerikan Merkez Bankası) girdi. FED konusu kritik olduğu için, bu noktada biraz FED’den bahsetmem gerekiyor. FED, sanıldığının aksine bir kamu bankası değil, “özel bankaların” kurduğu bir yapıdır.

FED’in en büyük hissedarları Citibank, J.P.Morgan, Goldman Sachs ve Bank of Amerika gibi Amerika’nın önde gelen bankaları ve bu bankaları ellerinde tutan ailelerdir. Yani komplo teorisi değil, gerçekten de dünyayı bir grup aile yönetiyor (ilerde anlatacağım)

1.Dünya Savaşı’na katılan ülkeler ekonomik krize girince, FED hem sağladığı krediler, hem de faiz indirimleriyle bu ülkelere destek oldu, ancak diğer yandan Amerika, doları dünya sahnesine çıkartıyor ve rezerv para olmasının önünü açıyordu.

FED’in yardımıyla karşılıksız para basmaktan vazgeçen ülkeler, 1929’daki ekonomik krizle tekrar dağıldılar. Ellerinde yeterli altın olmadığından, piyasaya para sürebilmek için tekrar altın standardından çıkıp karşılıksız para basmaya başladılar.

Ancak kısa süre sonra patlak veren 2.Dünya Savaşı ile dünya ekonomisi yeniden allak bullak olmuştu . Amerika, savaş sonrası kurulan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarla, Marshall Planı vasıtasıyla yeni ekonomik düzenin patronu oldu.

Avrupa’ya yaptığı 50 milyar $’lık yardımın karşılığında, ABD tüm kuralları kendisi belirledi: Diğer ülke para birimleri $’a endekslenecek, $ ise başka para birimine değil altına endeksli kalacaktı. Ülkeler dış ticarette $ kullanacak, FED ise $’a karşılık altın stoklayacaktı.

Vietnam Savaşı’na kadar her şey bu şekilde devam etti, ancak 10 yıl süren bu savaş Amerika’ya pahalıya mal oldu. Altın stokları eridi, cari açıkları çok hızlı bir şekilde büyümeye başladı. Amerika diğer ülkelere karşı sözlerini tutamayınca, ülkeler $’dan kaçmaya başladı

Amerika’nın altına dayalı olmayan bir çözüm bulması ve $’ı tekrar tüm dünyaya kabul ettirmesi gerekiyordu. Bu sorunu çözen kişi, meşhur Henry Kissinger idi. Çözümü ise endüstrileşme ve otomobil devrimiyle artık sıkça ihtiyaç duyulan petrolü, dolar cinsinden satmaktı.

Amerika, en büyük petrol ihraç eden ülke olan Arabistan ile anlaştı: Petrol tüm dünyaya $ karşılığında satılacak, bu yüzden ülkeler petrol alabilmek için $ tedarik etmek ve rezerv bulundurmak zorunda kalacaktı. Buna karşılık ABD, Suudi ailesinin iktidarını garantiye alıyordu

Dolar’ın tüm dünyada rezerv para olarak kullanılmasına ve Amerika’nın kendi ekonomisinde bir şey yapmasa bile dünya pazarlarından büyük gelir elde etmesine yol açan petro-dolar standardı, Amerika’yı süper güç yolunda ilerletmeye başlamıştı.

Daha da önemlisi, Amerika artık Dolar’a karşılık altın basmak ya da üretmek zorunda değildi, yani karşılıksız para basabilirdi. Diğer yandan bu durum, ülkeleri bu karşılıksız para için rezerv bulundurmaya zorluyordu (yeni dünya düzenine hoşgeldiniz)

Petro-dolar sisteminin çökmesi; doların çökmesiyle, yani Amerika’nın çökmesiyle eş anlamlıdır. Bu yüzden, petrolün dolar dışında herhangi bir parayla satılmaması, Amerika için hayati öneme sahiptir. Buna yeltenen Kaddafi ve Saddam’a ne yaptıklarını hatırlayın!

Petrolle başlayan bu standart, zaman içinde diğer enerji ham maddelerinin, tarımsal emtia fiyatlarının, uluslararası taşımacılık ve sigorta faturalamalarının da Dolar bazlı olmasına, kısaca Amerika’nın dünyanın patronu olmasına yol açtı.

Tüm bu sistemin başında ise yukarıda da bahsettiğim FED, yani özel bankaların oluşturduğu birlik var. Garip gelebilir ama FED aynı zamanda para kazanıyor ve kazandığı bu parayı, hissedarı olan 12 banka arasında paylaştırıyor.

Dünyadaki 2 özel merkez bankadan biri olan FED (diğeri Japonya MB), sanılanın aksine günümüzün en gizemli ve kapalı organizasyonlarından biri. Üstelik ABD’deki diğer kurumlardan farklı olarak denetlenemiyor, bu da gizemi daha da artırıyor.

Dünya merkez bankası gibi çalışan FED bize şunu gösteriyor: dünya finans sistemini yönetenler devletler değil, özel bankalar ve bunlara sahip olan ailelerdir. Kriptonun felsefesini anlayabilmek için bu finans sistemini, yani bankaların nasıl para kazandığını anlatmam gerekiyor.

Çoğu kişi bankaları, bir tür aracı kurum olarak düşünür ve kazandığı paranın da aracılık ettiği kişilerden aldığı faiz ya da komisyondan geldiğini düşünür. Oysa bu gelir, buzdağının görünen yüzüdür. Bankaların asıl karı, kendilerinin havadan yarattığı paradan gelir.

Ve sanıldığının aksine parayı devletler üretmez: Bankalar borç olarak havadan üretir. Kaydi para da denen bu paranın nasıl üretildiğini basit bir örnekle anlatayım. Yasa gereği bankalar, kendilerine yatırılan paranın bir kısmını Merkez Bankası’na yatırmak zorundadır.

Diyelim bir kişi bankaya 10TL para yatırdı. Bankanın, Merkez Bankası’na (MB) yatırması gereken zorunlu oran da %10 olsun. Bu durumda banka, 1TL’yi MB’ye yatıracak, 9TL’yi ise kendisinde tutacaktır. Buraya kadar her şey normal.

A kişisi bu bankaya gider ve yeni alacağı ev için 9TL kredi çekmek ister. Banka, belli bir faiz oranı ve gerektiğinde haczedebileceği ev, araba gibi teminatlarla krediyi verir ancak krediyi yani parayı, elektronik olarak o anda üretir.

A kişisi, evini alacağı B kişisinin banka hesabına 9TL’yi gönderir. Banka, gelen 9TL’nin %10’u olan ~1TL’yi (yuvarlak hesap yapalım) MB’ye gönderir ve 8TL’yi kendi rezervlerinde tutar. Banka böylece bu işlemden havadan 9TL kazanmış oldu.

Araba almak isteyen C kişisi, bankadan 8TL kredi çeker ve bunu D kişisinin banka hesabına göndererek arabayı alır. Banka, D’den gelen bu paranın yine %10’unu MB’ye yatırıyor (yine yuvarlak hesap 1TL olsun) ve kendi rezervinde 7TL kalıyor.

Sadece bu iki işlem sonucunda banka, kendisine yatırılan 10TL’ye karşılık, A ve B kişilerinden 9+8=17 TL kazandı, üstelik hala kasasında satabileceği 7TL var. Günlük hayatta bu işlemin kaç defa yapıldığını düşünün! Bankaların en çok kazananlar arasında olması hiç tesadüf değil

Adına kim ne derse desin, aynı şeyi pek çok müşteriye sattığınız halde, tutuklanmayacağınız tek iş “bankacılıktır.” Ancak 2008 yılına gelindiğinde aynı şey o kadar çok kişiye satılmıştı ki, sistem artık bunu kaldıramaz hale gelmişti.

O geri dönülemez noktaya gelindiğinde iflaslar başlamış, başta Amerika olmak üzere tüm dünya 2008 kriziyle karşı karşıya kalmıştı. Merkez bankasının finansal sistemin garantisi olduğu sistem çökmüş, FED başta olmak üzere merkez bankalarının inandırıcılığı kaybolmuştu

İşte tam o günlerde, tarihler 1 Kasım 2008’i gösterdiğinde, Satoshi Nakamoto takma adını kullanan biri, Cypherpunk isimli bir kriptografi mail grubuna, Türkçesiyle “Bitcoin — Eşler Arası Elektronik Ödeme Sistemi” başlıklı bir elektronik posta paylaştı.

Bu mesajda, açık bir şekilde şöyle yazılıydı: “Tamamen karşılıklı olarak işleyen ve güvenilir bir üçüncü taraf içermeyen yeni bir elektronik nakit sistemi üzerinde çalışıyorum”. Satoshi, kısa açıklamayı okuyanları, 2 ay önce yazdığı makalenin linkine yönlendiriyordu.

Rapor açık ama yalın bir dil ile gösterimler, eşitlikler, kodlar ve dipnotlar eşliğinde bu “dijital para” sistemini anlatıyordu. Satoshi, daha sonra yazdığı başka bir mesajda geleneksel bankacılık sisteminin temel sorunlarını anlatarak şöyle diyordu:

“Geleneksel banka birimlerindeki temel sorun, bu sistemlerin işlemesi için gerekli olan güvendir. Merkez bankasına, para biriminin değerini düşürmeme konusunda güvenilmelidir ama kağıt paralar tarihi, bu güvenin kırılmasına dair birçok örnekle doludur”

Ve şöyle devam ediyordu: “Bankalara paramızı muhafaza etmeleri ve bunu elektronik olarak göndermeleri konularında güvenilmelidir ama bankalar bunun çok küçük bir kısmını rezerv olarak ayırmakta, büyük kısmını ise kredi balonları şeklinde borç olarak vermektedir”

Satoshi’nin mail yazdığı Cypherpunk grubu, dijital çağda mahremiyeti korumanın önemine inanan, insanların anonimliğini korumalarına yönelik “kriptografi temelli” uygulamalar geliştiren ve kendilerini kripto anarşist olarak tanımlayan insanlardı

Grubun yazdığı uygulamalar arasında, anonim mail göndermeyi sağlayan uygulamalar olduğu gibi oylamayla belirlenecek kişiye yapılacak suikast için anonim bağışlar toplayan uygulamalar da vardı (John Wick?). FED Başkanı, bu oylamada ilk sıradaydı

Grup üyelerinden bazıları Satoshi’ye teknik sorular sormuş, bazıları da bu sistemin çalışmayacağını ya da devletlerin buna izin vermeyeceğini söylemişti. Satoshi ise her şeyi düşündüğünü ve sistemi buna göre kurguladığını anlatmıştı.

Satoshi ya da “Bir Numaralı Düğüm”, yazılımı bilgisayarına kurmuş ve ilk 50 bitconi, daha doğru ifadeyle bloğu (ileride detaylı anlatacağım) oluşturmuş ve bunlara Genesis Block (Yaratılış Bloğu) ismini vermişti. Ancak bunu kullanabileceği bir yer yoktu, çünkü değeri 0’dı.

Bitcoin’i gönderebileceği ve sistemi test edebileceğini birini bulmak amacıyla, email grubuna tekrar yazarak, programın hazır olduğunu söylemişti.Ancak yine, öncekilere benzer şüpheli ve kimi alaycı cevaplar almıştı. Ancak biri farklı düşünüyordu: Hal Finney

Finney, şu anda benim profilimde de olan PGP yani insanların anonim olarak mail göndermelerine yardımcı olan yazılımı geliştirmişti. Satoshi’nin projesi ilgisini çekince, ikili yoğun bir çalışma temposuna girmiş ve Finney, 50 blokluk bitcoin çıkarak “2 numaralı düğüm” olmuştu

Satoshi ve Finney, yazılım üzerinde çalışarak hatalarını gidermiş ve ardından yazılım yayınlanmıştı. Finney’in grupta bilinen ve saygın biri olması ve Satoshi ile çalıştığının duyulması bitcoine ilgiyi artırmış, insanlar yazılımı yüklemeye başlamışlardı

Yeni insanlar eklendikçe, yeni bloklar (bitcoinler) çıkarılıyor, ağa yeni düğümler ekleniyordu. Ancak bitcoinin para birimi olarak bir değeri yoktu, hala sıfırdı. Buna sembolik de olsa bir değer vermek ve insanların ilgisini artırmak gerekiyordu.

Topluluk üyelerinin ortak kararıyla, bitcoin çıkarmak için kullanılan elektrik miktarına bağlı bir hesaplama yöntemi geliştirildi. Buna göre 1$ = 1305,03 bitcoin olacaktı, başka bir deyişle 1 bitcoin, 1 centin 0,08’ine denk geliyordu.

Bitcoin çıkarma, insanlar için bir hobi ya da oyun haline gelmişti. Çıkarılan bitcoinlerin maddi değeri yok denecek kadar azdı ama yarışma oldukça eğlenceliydi. O günlerde Laszlo Hanyecz isimli bir yazılımcı, bu yarışta öne geçecek bir şey keşfetmişti

Hanyecz, bitcoin çıkarmak için bilgisayar işlemcisi (CPU) yerine, ekran kartı işlemcisini(GPU) kullanan bir uygulama yazınca, bu olay oldukça fazla ilgi çekmiş ve topluluk üyeleri hızla büyümeye başlamıştı. Herkes “para makinesi” yapma telaşına kapılmıştı

Ancak Satoshi, sistemi öyle dahice kurgulamıştı ki, “madenden para çıkarmak” giderek zorlaşıyordu. Sistem ilk 4 yıl boyunca, 10 dakikada bir sabit 50 bitcoin üretecekti. 2012’de bu sayı 25’e düşecek, 4 yılda bir bu sayının yarısı kadar azalacak ve 2140’da arz sıfıra inecekti. 2140’da toplam 21 milyon bitcoin üretilmiş olacaktı

Buna rağmen topluluk üyelerinden bazıları, binlerce bitcoin çıkarmıştı. Ancak ne bitcoinin doğru dürüst bir değeri, ne de bunu kabul edecek bir yer vardı. Tarihler 18 Mayıs 2010’u gösterdiğinde, yukarıda bahsi geçen Hanyecz, ilginç bir mesaj paylaştı

“2 Adet büyük pizzaya 10.000 bitcoin ödeyeceğim, böylece birkaç dilim de ertesi güne kalmış olur”. Mesajı pek kimse ciddiye almasa da, İngiltere’deki bir üye, Hanyecz’e yakın bir yerden kredi kartıyla onun adresine pizza siparişi verdi ve Hanyecz’den 10.000 bitcoini kendisine göndermesini istedi.

Bitcoin’in gerçek para olma yolundaki bu ilk adım, değerini bir anda 0,01$’dan 0,08$’a çıkarmış ve insanların ilgisi daha da artmıştı. Ardından uyanık bir yazılımcı, insanların kolayca bitcoin alıp satabilmesi için Mt.Gox isminde bir bitcoin borsası kurdu.

2011 İtibariyle bitcoin alışverişinin %80’i bu borsadan yapılıyordu. Bitcoinle ilgilenen insan sayısı yüzlerden binlere ulaşmış, bitcoinin değeri 30$’a kadar çıkmıştı. Ancak, borsa bir grup hacker tarafından hacklenince bitcoinin değeri centlere düştü

Bitcoinin gördüğü bu ilgi ve potansiyel, başka bir uyanık yazılımcının iştahını kabartmıştı: Özel yöntemlerle girilen bir internet ağından (Tor), anonim olarak ve bitcoin ile her şeyin alınıp satılabilmesini amaçlıyordu. Silk Road (İpek Yolu) isimli bu siteyi, kısa süre sonra hayata geçirdi

Silk Road, bitcoin için hem iyi, hem de kötü bir süreçti. İyiydi çünkü değeri artıyor, daha fazla insan tanıyordu, kötüydü çünkü Silk Road’da en çok satılan şey uyuşturucuydu. Silk Road’un daha sonra FBI tarafından kapatılması, bitcoinin hızını kesmemişti

Bu süreçte bir yandan bitcoin alıp satmak için yeni borsalar açılıyor, diğer yandan Silk Road’a benzer illegal şeyler satan “e-ticaret” siteleri açılıyordu. Bu borsaların ya da sitelerin kapanması, bitcoinin fiyatının sürekli kırılgan olmasına neden oluyor ama diğer yandan ününü de artıyordu

Bu ün, yazılımcıları da kıskandırmış olacak ki, açık kaynak olarak paylaşılan bitcoin yazılımını olduğu gibi kopyalanlar, kök yazılımı alıp yeni özellikler eklediğini söyleyenler ya da sistemin güvenlik açığını kapattığını iddia edenler vardı.

Altcoin olarak da adlandırılan bu dijital paraların en eskisi NameCoin idi. Bu projelerden bazıları şüpheli, açık bir şekilde ekonomik balon olarak planlanmış projelerdi. Bugün itibariyle 2500 civarında altcoin var ancak kripto pazarının %66’sı hala bitcoine ait

Bitcoin’in hızlı yükselişi, zamanla bankaların, merkez bankalarının, devletlerin de ilgisini çekmiş ama hemen hepsi bitcoinin bir balon olduğunu, kısa süre içinde ortadan yok olacağını ve güvenilmez olduğunu iddia etmişti, ki çoğu hala bu görüşte…

Tüm bu yasaklara ve eleştirilere rağmen bitcoin büyümesini sürdürüyor, hatta bazı ülkelerde ATM’si bile açılıyordu. Üstelik dünyanın farklı noktalarında bitcoin ile ödemeyi kabul eden ticari işletmelerin sayısı günden güne artıyordu.

Eleştirilerin odağında farklı şeyler vardı: Bitcoinin bir CIA ya da NSA projesi olduğunu iddia edenlerden tutun da, para olarak değerlendirmenin yanlış olacağını düşünenlere ya da bitcoinin bir ponzi olduğunu söyleyenlere kadar. Ancak bu eleştirileri yapan çoğu kişi, bitcoin teknolojisinin ne olduğunun farkında değildi

Bu noktada eleştirilere bakacak olursak; bitcoin, bir paranın sahip olması gereken tüm özelliklere (kabul edilebilirlik, taşınabilirlik, bölünebilirlik, değerinin istikrarlı olması ve ömürlü olması) sahip. Ancak değerinin istikrarlı olması konusu, bitcoin için biraz sıkıntılı

Bitcoin’in değeri, eskisi kadar büyük dalgalanmalar geçirmese de hala klasik paralar gibi bir istikrara sahip değil, bu da günlük hayatta para olarak yaygınlaşmasını engelleyen en önemli faktörlerden biri. Diğer yandan bir paranın taşıması gereken tüm fonksiyonlara (değişim aracı olması, değer saklama ve muhasebe) sahip.

Bitcoin yasaklanabilir, değeri düşebilir ama blok zincir teknolojisi üzerinde geliştirildiği için, bazılarının dediği gibi kapanması, ortadan kaybolması ya da yok olması gibi bir durum söz konusu değil. Çünkü ortada kapatabilecek merkezi bir sunucu yok, dünya çapına dağıtılmış binlerce düğüm var.

Bitcoin’in gerçek gücü, altında yatan teknolojiden yani blok zincirinden geliyor. Bu konu biraz teknik olduğu için detaya girmeden bir örnekle anlatmaya çalışacağım. Elinizde bir bakkalın veresiye defteri olduğunu; ama bu defterin 100 kopyasının 100 farklı kişide olduğunu varsayın.

Bitcoinde, bu defterin her sayfası 1 blok, her kişi ise bir düğümü/madenciyi ifade eder. Şimdi bu deftere, bakkal amcanın veresiye verdiği kişilerin alışverişini kaydettiğini ve ilk sayfayı (genesis bloğu) doldurduğunu düşünün. İkinci sayfaya geçmeden, ilk sayfadaki bilgilerin doğrulanması ve sayfanın mühürlenmesi gerekiyor.

Bilgilerin doğrulanabilmesi için o sayfaya(bloğa) özgü bir “iz”in, parmak izi ya da dijital iz, bulunması gerekiyor. Bu iz, bitcoinde kriptografik özet denilen bir şifreleme yöntemiyle gerçekleşiyor ama bu detaya girmeden, 100 kişinin bu özel izi aradığını varsayalım.

Ancak bu izi bulabilmek kolay değil ve bilgisayarda bir takım matematiksel hesaplamalar gerekiyor. Sonunda bir kişinin bu izi bulduğunu varsayalım. Eğer çoğunluk bunu doğrularsa, sayfa (blok) mühürleniyor ve 2.sayfaya geçiliyor. Bu izi bulan kişi (madenci) de, iş yüküne bağlı olarak ödüllendiriliyor (bitcoin ile).

Bakkal amca, ikinci sayfaya geçtiğinde, bu sayfanın başına ilk sayfada bulunan izi ekliyor ve sonra yine alışveriş kayıtlarını eklemeye başlıyor. Sayfa bittiğinde, diğer sayfaya geçebilmesi için bu sayfanın da mühürlenmesi gerekiyor. Öncekine benzer bir süreç burada da başlıyor ve 100 kişi bu sayfaya özgü izi arıyor.

100 Kişiden biri bu izi bulduğunda, diğerlerinin bunu doğrulaması bekleniyor. Çoğunluk doğrularsa, sayfa (blok) mühürleniyor ve kapanıyor. Diğer sayfaya (bloğa) geçiliyor. “Blok zinciri” dediğimiz şey, bu şekilde eklemelerle devam ediyor.

Bu zincirin en önemli yönlerinden biri, kaydın bir kişi tarafından değil çok kişi tarafından tutuluyor (dağıtık yapıda) ve doğrulanıyor olmasında. Yani klasik bankacılık sisteminde olduğu gibi ortada bir banka, aracı kurum ya da bir kişi yok, sadece bir kişiye/kuruma güven yok.

Diğer yandan bu zincirde herhangi bir şeyi, hatta harfi değiştirmeye kalkarsanız, oradaki izler değişecek ve zincirleme şeklinde tüm bloklara yayılarak herkesin anında haberi olacaktır. Bu nedenle bu sistemi hacklemek neredeyse imkansızdır (Bitcoin borsalarının hacklenmesinin bitcoinin hacklenmesi ile ilgisi yok)

Blok zincir teknolojisi ve kripto paralar artık öyle bir seviyeye geldi ki, merkez bankaları artık 3 maymunu oynamaktan vazgeçti. 5 Yıllık incelemeden sonra Çin Merkez Bankası, Ağustos’ta yaptığı açıklamayla kendi dijital paralarını çıkarmaya yakın olduğunu söyledi

Diğer yandan İsveç, İsviçre, Güney Afrika, Uruguay, Venezuela Merkez Bankaları Çin’e benzer şekilde dijital para çıkarmak ya da bu alanda çalışmak için hazırlıklar yaptığını zaman içinde duyurdu. FED ise konu gündeme geldiğinde, “gidişatı dikkatli bir şekilde takip ettiklerini” söylüyor :)

Türkiye’ye bakarsak, benzer durum bizim Merkez Bankası’nda da var. Temmuz ayında yayınlanan ve 2019–2023 arasını kapyasan 11. Kalkınma Planı’na göre, Merkez Bankası blok zincir tabanlı dijital merkez parasını uygulamaya koyacak.

Üzerinde çalıştığı kripto paralardan bağımsız olarak, şunu söylemek mümkün: Blok zinciri geleceğin teknolojisidir. Ekim 2015 tarihli Economist dergisinin kapağı durumu özetliyor: $ Üzerindeki “IN GOD WE TRUST (Tanrı’ya güveniriz) yazısına atıfla, “IN BLOCKCHAIN WE TRUST” (Blok zincire güveniriz) yazıyor

Bilgiselin son kısmını Satoshi’ya ayıralım. Japonlara ait bir isim, Almanlara ait bir email ve İngilizlere özgü yazı stilini kullanan bu efsanevi kişi, 12 Aralık 2010’daki son mesajından sonra aniden kayboldu ve kim olduğu br türlü çözülemedi

Onun bir kişi değil bir grup olduğunu iddia edenler de var, CIA ya da NSA olduğunu iddia edenler de. Zaman içinde ben Satoshi’yim diyenler de çıktı, medyanın Satoshi diye peşine takıldığı Satoshi Nakamoto isimli sıradan insanlar da

Satoshi’nin yazdığı mesajları hemen herkes gibi dilbilimciler de inceledi, hangi kelimeleri nasıl kullandığı gibi en ufak detaylar kayda geçirildi, hatta cümle sonlarındaki noktadan sonra 2 boşluk bıraktığı bile tespit edildi. Bu detaylar, o devirlerde yaşamış yazılımcıların mesajlarıyla karşılaştırıldı

Bu konuda uzun yıllar araştırmacılık yapmış bazı gazetecilere göre en güçlü adaylar şunlardı: Hal Finney, Wei Dai ve Nick Szabo. Ve yine çoğu kişiye göre gerek yazı sitili, gerek daha önce bitcoin benzeri bitgold’un geliştiricisi olması gibi pek çok şey nedeniyle, Satoshi: Nick Szabo (Twitter’da hesabı var)

Diğer yandan, kriptoyu ve anonimliği destekleyen insanlar, Satoshi’nin gizliliğine saygı duyulmasını istiyor ve bu konu gündeme geldiğinde sanki önceden hazırlanmışlar gibi tek cevap veriyor: “Hepimiz Satoshi’yiz

Kaynaklar:

Mayıs Çiçeği ve Hazine Yelkenlileri — Y.Kalyoncuoğlu

Kriptopara Çağı — P.Vigna, M.Casey

Blokzincir Kripto Paralar Bitcoin — V.Güven, E.Şahinöz

The Book of Satoshi — P.Champagne

Cryptocurrency & Blockchain — S.Bennett

Bitcoin — I. Takashima

--

--

Lagari

Twitter’da yazdığım bilgiselleri burada toplamaya çalışıyorum… lagaribey@gmail.com