CİHANGİR CAMİİ ÜZERİNE NOTLAR (1)

“DERYADA ŞİNAVERLİK” EDEN GEMİLERİN TAYFALARINDAN TEVHİDE ULAŞMAK veya İSTANBUL’A DAİR UNUTULMUŞ BİR HALVETİYYE GÜZELLİĞİ

Zeyd
3 min readApr 20, 2023

Teşebbüs etmeğe dâmân-ı Hazret-i Pîr’e / Üşenme gel gidelim Tekye-i Cihângîr’e

İnsanlar; hikayeleri, hatıraları, mekanları bayağılaştırmaktan kurtarmak için daima yazıya sarılmışlardır. Yazı yazma eylemi, söze sarılmak, kelimelerin efsunuyla kendine yön tayin etmek tarih boyunca mutenalaştırmanın asli araçlarından biri olmuştur. İnsanlar, sözle kurdukları ünsiyetle bize katı gibi görünen dünyayı kendileri için süblimleştirmeye cüret etmişlerdir. Dünyayı, incelikle bağı kopardığın anda necis bir cedelin mekanı olan bu diyarı, sözle terbiye etmeye ve ehlileştirmeye çalışmışlardır. Biricikliğin künhüne, kelimelere sarılarak varmak istemişlerdir daima. Bu yazı serisi de sözle bağ kurmuş veya bir şekilde onunla yolu kesişmiş hemen her insanın içinde bulunan tarihsel arzunun bir tezahürüdür. Arz muhataplaradır, fakat tabii olarak biriciktir. Bağ biricik olanla kurulur. Sahicilik biriciklikle mümkündür…

Cihangir Camii haziresinde büyük bir zat medfundur. Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri. Bir Halvetiyye/Ramaziyye büyüğü. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında Harput’ta doğmuş ve akabinde Celali isyanları nedeniyle Bursa’ya göçmüş bir arif. Bu büyük zatın hikayesinin seyri 1590 yılında Bursa’da o dönem Halvetîyye’nin Ramazaniyye kolunun şeyhi olan Ya’kub-ı Fânî ile tanışmasıyla farklı bir yere evrilmiştir. Önce Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri, Şeyh Ya’kub-ı Fânî’ye intisap etmiş ve akabinde şeyhi Şeyh Ya’kub-ı Fânî ile İstanbul’a varmıştır. İstanbul’a varışının ertesinde münasebetlerinin gerçekleştiği ilk muhit Eyüp olmuştur.

Eyüp’te bir zaviyeye zâviyenişîn olmuştur. Baba Haydar Zaviyesi. Hikayesinin İstanbul’daki merhalesinin bu erken zamanlarında şeyhinin pirleri Şeyh Ramazan Efendi’ye ve Şerbetî Mehmet Efendi’ye hizmet etmiştir. Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri’nin ismine dahi sirayet edecek asıl kırılması ise bu hizmet akabinde gerçekleşmiştir. İlkin Şeyh Ramazan Efendi’den hilafet almış ve akabinde Cihangir Camii’ye tayin edilmiştir. Hazret, Cihangir Camii içinde on dört sene boyunca oruçlarla riyazete meyletmiş ve bu esnada cami bahçesinde bir tekke inşa edip tekke içinde ayinler icra etmiştir (ayinlerin cami içinde olduğuna dair rivayetler de vardır). Elli dört sene burada irşad etmiş ve Cihangirilik’in arz-ı endam etmesine vesile olmuştur.

Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri ile arz-ı endam eden Cihangirilik; gerek konumu, gerek ayinleri gerekse sözü araç kılarak yaptıkları, İstanbul’a ve tabiki biricik ihvanına birçok şey sunmuştur. Bunlardan birisi “Cihangir tevhidi” veya “Cihangir usulü tevhid”dir. Bu usul, Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri’nin Cihangir’den yaptığı bir deniz seyri akabinde ortaya çıkmıştır. Hazret -o dönem denizcilik ve denizciler bağlamında- hayli canlı olan Tophane civarında tayfaların demir almak için yaptığı eylemden neşet eden seslerle vecde gelmiş ve “gemicilerin sadâ-yı hazinine uydurarak zikr-i şerîfe” başlayıp “neş’e-mend” olmuş ve bundan mülhem usul meydana gelmiştir. Usul, Hazret’in irtihali akabinde yüzyıllarca İstanbul’da tatbik edilmiştir.

Denizden mülhem neşet eden bu usul bize birkaç şey söylemektedir. Bunlardan biri tasavvufun ve dolayısıyla mutasavvıfların denizle kurduğu ünsiyetin sahiciliğine dairdir. Ülkemizde tasavvuf ve dolayısıyla mutasavvıflar genelde kara üzerinden okunur. Kara üzerinden sefere giden ordu şeyhleri, maddi tüm bağları kara üzerinden kurulmuş tekkeler ve Osmanlılar’ın karadan ilerlerken (Rumeli örneği) tasavvufun kolonizatörlük görevi gibi şeyler (ki hiçbiri önemsiz değil) tasavvufun denizle kurduğu bağı perdelemektedir. Halbuki bu örnek, yani Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri’nin tevhid zikrinin denizden neşet etmesi örneği, bariz bir deniz etkisinin olduğunu gösterir bize. Öyle ki bir tarikattaki en önemli hususlardan birini (ayin zikri) dahi etkilemiştir deniz. Tekil bir örnek gibi görünebilir fakat bağlamı genişlettiğimizde mutasavvıfların denizle kurduğu ünsiyete dair birçok farklı örnek de görebiliriz. Mesela Hac için Akdeniz’deki rotaları kullanan büyük zatlar. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri, bu zatlardan biridir. Veya Cezayir-i Bahr-i Sefid ve sair Akdeniz bölgelerinde bulunan tekkeler. Bu tekkelere baktığımızda yapıları itibariyle denizle birleşmişlerdir. Buna dair Resmo’dan Cerrahi tekkesini örnek verebiliriz. Girit’te, Resmo’da, yani Akdeniz’in ortasında bahçesi portakal ağaçlarıyla bezenmiş bir Cerrahi tekkesi düşünün, bir Akdeniz tekkesi değil midir? Evet, vakti zamanında var imiş böyle bir tekke.

İkinci husus bu usulun bir muhitin (Cihangir, Tophane, Fındıklı vs) denizle olan irtibatını bize faş etmesidir. Evliya Çelebi “evc-i âsmâna ser çekmiş bu kûh-ı bülendin zirve-i âlâsında binâ olunmuş bir câmi-i cihannümâ-yı cihangîr” dediği Cihangir Camii’nin cemaatinden bahseder. Camiden çıkan cemaatin gemileri, denizi seyrinden. Baktığımızda o yörede, bügün pek bilinmese de tıpkı o cemaat dahilindeki insanlar gibi denizle sıkı bir ünsiyeti olan pek çok isme rastlarız. Sadece Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri değil birçok zatın bu yörede denizle olan bağı görünür bize. Örneğin Demircikulu Yusuf Efendi. Osmanlılar’ın büyük hattatlarından biri. Tophane semtinde doğan, Hasan Burhâneddin Cihangirî Hazretleri ile hemen hemen aynı devirde yaşayan bu zat, Tophane’de yaşamış ve Tophane Top Döküm Ocağı’nda ulufeli duacılık hizmetinde bulunmuştur. Hatta Demircikulu Yusuf Efendi, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın banisi olduğu Kılıç Ali Paşa Camii’nde devasa bir müsenna hattı armağan etmiştir. Örnekler çoğaltılabilir…

Velhasıl; Bu tevhid zikri, sırlarının yanısıra gerek neşet ettiği bağlam gerekse başka şeyler hakkında söyledikleriyle İstanbul’un nadirat sayılabilecek güzelliklerindendir. Evet..

--

--