ÇOCUKLAR İÇİN FELSEFE HAKKIYLA YAPILSIN İSTERİM

Little Thinkers Society
10 min readSep 26, 2018

--

Nuran Direk’le Söyleşi

Nuran Direk’le söyleşi / Özge Özdemir

Ö.Ö.: Nuran Hocam, bugün Çocuklar İçin Felsefe bizi bir araya getirdi. Öncelikle bu tanışmadan çok memnun olduğumu söylemek isterim. Sizin felsefe öğretmeni olduğunuzu, Çocuklar İçin Felsefe alanında çalıştığınızı, Felsefe Olimpiyatları’nı başlattığınızı biliyorum. Ama hikâyenizi tam bilmiyorum aslında. Onunla başlayalım mı?

N.D.: Tabi ki. İlk öğretmenliğim 1965 yılında Kırklareli Lisesi. Ondan sonra Antalya Lisesi. 1975’ten 1980’e kadar Adana Erkek Lisesi, 1980’den 1985’e kadar Galatasaray Lisesi. 1985’te emekliliğimi istedim çünkü Galatasaray Lisesi’nde felsefe dersleri Fransızca’dır, o yüzden ben Türkçe olan sosyoloji derslerine giriyordum. Bu yüzden okulda idareci olma teklifini kabul etmek zorunda kaldım. İdarecilik pek sevdiğim bir iş değildi. Hele çoğu zaman olağanüstü koşullar içinde yönetilen bir ülkede zaman zaman mantıksız emirler alırsın ve öğrencilerin hayatını zindan etmemek için risk almak zorunda kalırsın. Muavinliği kabul etmek zorunda kaldım. Fakat üst makamlara sorun aktarmaktan çok sorun çözmeye canla başla çalışınca baş muavin olmak zorunda kaldım. Zor günlerdi, İstanbul’da henüz bir evim yoktu. Evimi İstanbul’a taşıyamamıştım bile. Dolayısıyla okulun lojmanında portatif eşyalarla bir süre idare ettik. Lojmanım şimdi Galatasaray Üniversitesi’nin Rektörlük binası olan tarihi binaydı ama oldukça haraptı. Feriye Sarayları Külliyesi’ne ait olduğu için bir mutfağı bile yoktu. Isınmak çok zordu. Atında revir vardı. Revirde doktor yok, hemşire yok ve ana babasının size emanet ettiği dört yüz yatılı çocuk var. Eğer bu koşullarda sistemin açıklarını siz bireysel emeğinizle kapatmaya çalışıyorsanız işiniz çok zor demektir. Gece aşağı katta hasta bir çocuk varsa uyuyamazsınız. Kimi zaman annelik, kimi zaman hemşirelik yapmak hatta çorba pişirip hasta bakmak zorunda hissedersiniz. Bu, gece gündüz durmadan çalışmak demektir. Çocukların her türlü sorunuyla ilgilenmek zevkli olduğu kadar yorucuydu aynı zamanda. Ben Galatasaray Lisesi’nde çalışırken çok şey öğrendim ve çok değerli anılar biriktirdim. Yine de 12 Eylül rejiminin baskısından bezmeseydim kolay kolay emekliliğimi istemezdim. Bu koşullara beş yıl dayanabildim.

Saint Benoit Lisesi’nin müdürü Fahriye Çetinkanat İstanbul Kız Lisesi’nden benim tarih öğretmenimdi. Benim kendimi parçalamama acıdığından olacak bir gün bana “Kızım emekliliğini iste gel, senin gibi öğretmene ihtiyacımız var, her zaman bizim gibi okullarda iş bulunmaz,” diye ısrar etti. Hem idarecilik yükünden kurtulmak hem de ağız tadıyla felsefe öğretmenliği yapmak için “Tamam,” dedim ve emekliliğimi istedim.

Nuran Direk

Ö.Ö.: Saint Benoit Lisesi’ne mi geçtiniz oradan?

N.D.: Evet, emekliliğimi isteyip Saint Benoit’ya geçtim. On bir sene kadar da Saint Benoit’da çalıştım. Felsefe Kurumu’nun her sene İstanbul Seminerleri olurdu, İstanbul’a gelir gelmez onları takip etmeye başlamıştım. İdarecilikten kurtulduktan sonra İstanbul dışındaki toplantılara da gitmeye başladım. Bir gün Ioanna Hoca’ya (Kuçuradi) dedim ki “Ben Felsefe Kurumu’na üye olmak istiyorum.” O zaman hiçbir yazılı eserim yok, akademisyen de değilim. “Seni ex officio üye yapalım,” dedi ve Türkiye Felsefe Kurumu’yla ilişkim böyle başladı. İlk olarak 1992’de birlikte Balkan Ülkeleri Felsefe Konferansı’na gittim. Bir otobüs dolusu felsefeci Atina’ya gittik. Bu bir dönüm noktası oldu benim hayatımda.

Ö.Ö.: Gittiğiniz konferans, Çocuklar İçin Felsefe konferansı mıydı?

N.D.: Hayır değildi, ama o konferansta Bulgaristan’dan (Alexander) Stoichev , Çocuklar İçin Felsefe konusunda bir bildiri sundu. Ben bu sunumu büyük bir hayranlıkla dinledim. Ioanna Hoca benim çok etkilendiğimi fark etmiş, yanıma gelip Stoichev’in anlattıkları hakkındaki görüşümü sordu. Çocuklar İçin Felsefe alanındaki çalışmalardan ilk kez haberdar olmuştum. Çok beğendiğimi söyledim. “Biz de yapsak iyi olmaz mı?” diye sordu. “Çok güzel olur elbette,” dedim. “Yap öyleyse,” dedi. “Kim, ben mi?” diye sordum.

Ö.Ö.: Geçen sene biz de Ionna Hanım’ı üniversiteye (Boğaziçi Üniversitesi) davet etmiştik. Yolda beraber yolculuk ettik, “Nuran bu işi en iyi sen yaparsın dedim,” diye bahsetmişti sizden.

N.D.: Evet, tam da öyle oldu. Sanırım bu hayatta aldığım en büyük iltifattı.

Ö.Ö.: Misyon yüklenmiş size.

N.D.: Ioanna Hoca hayran olduğum bir hocamdı, bana bu kadar güvenmesi açıkçası beni çok etkilemişti. Bu konuyu nasıl öğreneceğimi araştırmak için Stoichev’e gidip konunun çok ilgimi çektiğini söyledim ve P4C’yi nasıl öğrenebilirim diye sordum. Ağustos’ta Varna’da on günlük seminerleri olduğunu söyledi, beni oraya davet etti. Sevindim ve katılacağımı söyledim. Dönüşte olan biteni eşime anlattım. Eşim beni böyle konularda her zaman destekleyen ve yüreklendiren biridir. Mesleğim konusunda her zaman maddi, manevi beni destekler. Onun desteği olmasaydı birçok şeyi yapamazdım. Bu açıdan hakkını teslim etmem gerekir (gülüşmeler). Arabayla birlikte Varna’ya gittik. Çocuklar İçin Felsefe’yle iyi kötü böyle tanışmış oldum..

Varna Felsefe Konferansı, 1992

Ö.Ö.: Olur mu hiç, harika çalışmalar yapmışsınız.

N.D.: Teşekkür ederim. Varna çalıştayı, uzun bir araştırma, öğrenme ve yetişim sürecinin başlangıcı oldu. Aynı zamanda Uluslararası Felsefe Olimpiyatları’nın doğum süreci de burada kurulan ilişkilerle başladı. Sofya Üniversitesi üyesi Ivan Kolev arkadaşımız, Romanya’dan çalıştaya katılan Florina Otet ile beni 1993 yılında Bulgaristan’da yapılacak olan Felsefe Olimpiyatı’na davet etti. Bu olay, bu yıl XXVII’si yapılacak olan International Philosophy Olympiad’ın (IPO) başlangıcı olmuştur. Böylece dünya felsefe olimpiyatlarının beş kurucu üyesinden biri oldum. 1996’da İstanbul’da ve 2007’da Antalya’da olmak üzere Türkiye de iki kez IPO’ya ev sahipliği yaptı.

Ö.Ö.: İnsan bir şeye açılma cesareti gösterince peşinden yeni şeyler geliyor, değil mi?

N.D.: Şimdi gelelim esas hikâyeye… Dönünce bir yazı yazdım ve Cumhuriyet Gazetesi’nde 1 Kasım 1992’de yayımlandı. Allah’ım ev telefonu susmuyor. Eyvah dedim, ben ne yaptım? Bir beklenti yarattım, fakat bu beklentiyi nasıl karşılayacağım?

“Çocuklar İçin Felsefe”, 1 Kasım 1992, Cumhuriyet Gazetesi

Ö.Ö.: O yıllarda da demek ki bir beklenti oluştu insanlarda.

N.D.: Evet, telefonlar geliyor, elimde bir malzeme yok, tek başımayım. Dedim ki benim bir şeyler yapmam gerekiyor. (Lipman’ın kitaplarını göstererek) Ben bunları çeviririm dedim. Lipman’ın Pixie adlı öykü kitabıyla işe başladım.

Ö.Ö.: Aa Pixie’yi Zeyno mu yaptınız? Ben bilmiyordum bunu. Kızınız Zeynep yani.

N.D: Evet. Pixie, Zeyno oldu (gülüşmeler.)

Ö.Ö.: Zeynep Direk’in neden felsefeci olduğu anlaşıldı. Yol çizilmiş sanki (gülüşmeler.)

N.D.: Sandığım kadar kolay değilmiş bu iş. Bir öykü kitabı, bir de öğretmen kitabı vardı. İlk önce öykü kitabıyla işe başladım. Dil ile düşünme arasında öyle bağlar var ki, çeviri değil uyarlama yapmak gerekiyor. Bizim çocuklar, Amerikalı çocuklardan farklı bir dünyada yaşıyorlar, dünyaya bakışları farklı. Kitabın söyleyişini çocuklar için çekici hale getirmeliydim. Saint Benoit’da felsefe derslerinde çok başarılı iki öğrencim vardı. Birisi okulda çocuklarla tiyatro çalışmaları yapardı. Onlara çeviriyi verdim ve bu çeviriyi çocukların hoşlanacağı bir dile dönüştürmelerini rica ettim.

Zeyno Kitabı

Ö.Ö.: Çocuk kitabını çocuklara çevirtmişsiniz, harika olmuş.

N.D.: Evet, çok iyi bir iş çıkardılar. İkisi de bilgi ve deneyimlerine güvendiğim gençlerdi. Tabi, ama iş bununla bitmiyor. Yalnızca öykü kitabı ortaya çıktı. Biliyorsun Pixie’nin üç yüz küsur sayfadan oluşan bir öğretmen kitabı da var, onun da uyarlanarak çevrilmesi gerekti. Bu kitapla neredeyse bir yıl kadar uğraştım. Yaptığım işin ne kadar işe yarayacağını görmem gerekiyordu. Bu uygulamayı yapmanın yollarını aramaya başladım. Bir şeyi çok istiyorsanız, eninde sonunda bir yol buluyorsunuz. Çünkü dünyaya o arayış içinde bakıyorsunuz. Bir talih eseri benim Galatasaray Lisesi camiasından tanıdığım bir arkadaşım İstanbul Sosyal Hizmetler Müdürü olmuştu. Ona İstanbul’daki SHÇEK yuvalarında çocuklarla çalışma yapıp yapamayacağımı sordum. Olumlu karşıladı ve bakanlıktan Küçükyalı ve Kasımpaşa yuvalarında gönüllü olarak benim için çalışma izni çıkardı ve yuvadaki çocuklarla çalışmaya başladım. Hem Saint Benoit’da öğretmenlik yapıyorum hem haftada bir gün Küçükyalı’ya, bir gün Kasımpaşa’ya SHÇEK yuvalarına gidiyorum.

Ö.Ö.: Bu hangi yıllarda oluyor?

N.D.: 1994 yılı. Çocuklarla öyküyü çalışıyorum ve alıştırmaları deniyorum. Çocuklardan öğrendiklerimle alıştırmalarda revizyon yapıyorum. Ben beşinci sınıfa giden çocuklarla çalışıyorum ama esirgeme kurumunda kalan çocuklar, duygusal açıdan desteğe ihtiyacı olan çocuklar. Aralarında okuma-yazmada bile zorlanan çocuklar vardı. Ellerini tutuyorum, her gittiğimde yanıma başka birini oturtuyorum. İlkin öyküden kısa bir bölümü ben okuyorum. Onlar önlerindeki metinden takip ediyorlar. Daha sonra cümle cümle onlara okutuyorum . En sonunda öyküyü canlandırmalarını istiyorum. Sonra onlara sorular sordurup tartışmaya başlıyoruz. Bizim klasik eğitimde öğrencilere pek az söz verildiği için derslerimi öyle sevdiler ki bana karşı mahcup olmamak için bir ay içinde okumayı bile söktüler.

Ö.Ö.: Çok da özel bir grupla çalışmışsınız. Sizin yöntemi test ettiğiniz dönemde bu da ayrı bir zorluk olmuştur.

N.D: Evet zorlayıcıydı. Bir kaç ay sonra çocukların okullarından yuvayı arayıp “Siz bu çocuklara ne yapıyorsunuz? Çok iyi gelişmeler var,” dediler. Sonra gazeteler haber yapmak için aramaya başladı. Cumhuriyet Gazetesi’nin ön sayfasında çıktı bu resim, düşünebiliyor musunuz? (“Bu Çocuklar Yaşamı Sorguluyor”, 7 Aralık 1994, Cumhuriyet.) Gelip dersimizi izlediler, çocuklarla röportaj yaptılar. Bir çocuğumuza “Sen büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordular, o da “Felsefe öğretmeni,” dedi. Sonra bana dönüp “Hiç erkek felsefe öğretmeni var mı?” diye sordu. Var deyince, isimlerini saymamı istedi. Çok etkilenmiştim. Benden kanıt istedi, örnek vermemi istedi; yani illa sen söylüyorsun diye sana inanmak zorunda değilim demek istedi. Bu, yaptığımız çalışmaların bir sonucuydu.

“Bu Çocuklar Yaşamı Sorguluyor”, 7 Aralık 1994, Cumhuriyet Gazetesi

Ö.Ö.: Ne güzel yaptığınız işin etki yarattığını görmeniz.

N.D.: Tabi. Bu iyi sonuçları görünce, Ioanna Hoca bu işi proje haline getirip yaygınlaştıralım dedi. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. İşte o zaman Lipman’dan özel izin alındı ve Pixie, Zeyno olarak Türkiye Felsefe Kurumu tarafından basıldı. 1997’de Ankara SHÇEK’te 18 kişilik bir gruba öğretmen eğitimi verdim. Çocuk kitabından nasıl böyle sorular çıkardık diye şaşırdı felsefe öğretmenleri. Çok zevkli bir çalışma oldu

Ö.Ö.: Çok güzel şeyler çıkıyor, değil mi? Ben de eğitmen eğitimlerimizden biliyorum, yöntem yetişkinlerde de çok iyi etki yaratıyor.

N.D.: Evet. Sonra bu eğitmenler Türkiye’de birçok yuvada çocuklarla iki yıl boyunca dersler yaptılar. Elbette her yuvanın koşulları farklıydı. Zaman zaman çok zorlandılar. Fon bitince, çalışmalar da bitti. Tıpkı atasözünün dediği gibi, taşıma suyla değirmen dönmüyor. Başka ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Proje yapsam baktım ki proje bitince iş sürdürülemiyor; arkamda üniversite gibi kurumsal bir destek yok; ticari bilgim ve kabiliyetim yok. Dolayısıyla bir kitap yazayım ve yöntemin nasıl kullanılacağını bir öykü üzerinden ilgilenenlere ulaştırayım dedim. Ioanna Hoca insan hakları dersi için hep Küçük Prens kitabından bahsederdi, o geldi aklıma. Lipman gibi öykü yazacak kabiliyetim yok, o yüzden hazır bir öykü üzerinden, Küçük Prens öyküsü üzerinden bir şeyler yapmaya karar verdim. Küçük Prens öyküsü bir hazineydi bu iş için. Böylelikle kitap çalışmalarına başlamış oldum Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) düzenlediği öğrenci odaklı eleştirel düşünme, öğrenme ve öğretme teknik ve yöntemlerini eğitim seminerlerinden öğrendiklerimi kendi alanımda kullanmaya başladım. Böylece çalışma alanım ilkokullara kadar uzandı. Bir özel ilkokulun 1.,2.,3.4. sınıflarda okutacakları öykü kitapları üzerine çalışmalar yaptım. Öykünün içindeki felsefi özü anlamayı ve tartışmayı mümkün kılan, öğrenci odaklı yöntem ve teknikleri kullanarak ders planlama konusunda Türkçe öğretmenlerine eğitim çalışmaları yaptım.

Küçük Prens Üzerine Düşünmek Kitabı

Ö.Ö.: Çok güzel bir yöntemmiş bu.

N.D.: Aslında öğretmenler biraz felsefe bilgisinin işlerine ne kadar yaradığını fark ettiler. Şişli Terakki İlkokulu’ndaki öğretmenlerle üç senedir çalışıyoruz bu şekilde. Artık kendi başlarına programlarını hazırlıyorlar. Onların hazırlıkları üzerine birlikte çalışıyoruz. Bir metne baktığım zaman evvela şu üç şeye bakarım; hangi konuyu ele alıyor, yazar bu konu hakkında ne diyor, yazar kendisine hangi soruyu sormuş. Dersin başlangıç aşamasında, hiç öğretmen konuşması yapmadan, sınıfın o konuda ne bildiğini ortaya çıkarabilecek bir etkinlik düzenlerim. Buna “dersin rüyasını görmek” diyorum, yani derse nasıl başlayacağımı ve dersi nasıl sürdüreceğimi önceden kafamda tasarlıyorum. Sonra bilgi yapılandırma bölümü gelir, burada metin devreye girer. Yeni bilgilerin öğrenciler tarafından sorgulanarak keşfedildiği, birlikte öğrenmenin oluştuğu bölümdür. Bu öğrenmede bilgilenme olduğu kadar belli ölçüde eğlenme öğesi de vardır. Son olarak da birleştirme bölümü gelir, yani ortaya çıkan bilginin öğrencinin dünyasıyla ilişkisini kurarız.

Ö.Ö.: Peki bu kadar çok çalışma yapmışsınız, ama biz bunları bilmiyoruz. Neden?

N.D.: O biraz benim kabahatim. Yaptığınız işlerin değerini yaparken değil, bir süre sonra fark ediyorsunuz. Şimdi yapabildiğim kadar geçmişteki belgeleri topladım, dosyaladım. İnsanların haberdar olması için de yeni teknolojiyi kullanmayı bilmek gerek. Benim kuşağım ancak bir sınıra kadar bunu başarıyor.

Ö.Ö.: 90’larda yarattığınız bu hareket neden yaygınlaşmadı sizce?

N.D.: Çok sebebi var. Sınav odaklı bir eğitimin içindeydik. Yani Çocuklar İçin Felsefe yapalım ama sınavda ne işe yarayacak? Halbuki sınavda da çok işe yarayacak. Çünkü bizdeki eğitimin en önemli eksiği okuduğunu anlamak. Anlama ancak kavramların anlamlarını sorgulamak ve tartışmakla olur. Günümüzde eleştirel düşünmenin çocukların zihinsel gelişimi için ne kadar önemli olduğu yeni anlaşılmaya başladı. İkinci bir neden de felsefeden ve özgür düşünmeden korkmak. Eski Yunan’ı düşünün. Felsefe, özgür düşünme olmadan var olabilir miydi? Ortaokullara seçmeli “Düşünme Eğitimi” dersi kondu ama felsefe öğretmenlerini istihdam etmediler, din dersi öğretmenlerine kaldı. Yani bir işe yaramadı. Ben de umudumu Türkçe öğretmenlerine bağladım.

Ö.Ö.: Biraz da herhalde bunu bir iş gibi yapmak gerekiyor. Ben biraz o yoldan gittim. Akademik bilgiyle sahayı birleştiren bir yerden demek istiyorum. Çünkü kurumsal destek vb. mekanizmalar yaratmayınca, çabalar bireysel kalıyor, yaygınlaşamıyor. Yapılan çalışmalar şüphesiz çok değerli, ama etki alanını genişletmek için belki de o kısım mı eksik kalmıştır?

N.D.: Doğru söylüyorsun. O yüzden bugün senin gibi bu işe doğru düzgün başlayan ve ilerleyen birisini tanıdığıma çok seviniyorum. Şimdilerde çocuklarla felsefe biraz moda oldu, yaygınlaştı. Bu bir yandan seviniyorum, bir yandan endişeleniyorum. “Mış” gibi yapılmasından korkuyorum.

Ö.Ö.: Ne güzel bunu duymak, çok teşekkür ederim. Ben de sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Tarihte bir sayfa açmışsınız, bu çok değerli bir şey, yaptığınız çalışmaların bir kaydını tutmayı çok isterim. Önümde bu röportaja sığdıramayacağım kadar çalışma ve belge duruyor şu an.

N.D.: Çok memnun olurum.

Ö.Ö.: Son bir şey söylemek isterseniz, bu şekilde tamamlayalım röportajımızı.

N.D.: Şimdi bir durakta araç beklerken, on dakika ayakta duramıyorum, oturuyorum. Ama sınıfa girdiğimde, hiç yorgunluk hissetmiyorum. Ben işimi, felsefe öğretmenliğini çok seviyorum. Çocuklarla, öğretmenlerle çalışmayı seviyorum. Gençken iki hayalim vardı. Birisi en harap binada da olsa boğaz kıyısında oturmaktı. Galatasaray Lisesi’nde idareci olduğum dönem iki yıl Ortaköy’deki lojman binasında bunu yaşadım ve boğazı seyrettim gönlümce. İkincisi dünyanın bütün güzelliklerini görmekti. Felsefe Olimpiyatları sayesinde kısmen bu hayalim de gerçek oldu. Bundan daha önemlisi ise meslek hayatımda hayal bile edemediğim işler yaptım. Bütün bunlar, başta Türkiye Felsefe Kurumu başkanı Ioanna Kuçuradi olmak üzere senelerce birlikte çalıştığımız felsefe öğretmenleri sayesinde oldu. 1994 yılından bu yana Çocuklar İçin Felsefe Birimi başkanı olarak çalışmaktayım. Felsefe Olimpiyatları neredeyse çeyrek yüzyıldır sürüyor. Bütün bunlar, biraz fırsatları görmek, biraz cesaret, çokça dayanışma ve öğrenme isteği sayesinde gerçekleşti. Sanırım hepsi bu.

--

--

Little Thinkers Society

Çocuklar İçin Felsefe, Philosophy For Children, P4C, Little Thinkers Society, Herkes İçin Felsefe, Eğitim, Eğitmen Eğitimi, Öğretmen Eğitimi, Öğretim Yöntemleri