SOPHIA 2018 İZLENİMLERİM

Little Thinkers Society
6 min readMay 31, 2018

--

SOPHIA ağı, Avrupa ülkelerinde Çocuklar İçin Felsefe (P4C) alanında çalışan kişileri bir araya getiren, bilgi ve deneyim paylaşımına aracılık eden ve her sene bir ülkede bir toplantı yaparak bu bağı güçlendiren bir topluluk. Sophia’nın alt başlığını tam Türkçe’ye çevirmek istersek, Avrupa Çocuklarla Felsefe Yapmanın Gelişimi Kuruluşu olarak çevirebiliriz sanırım.

Bu seneki toplantı Danimarka’nın Odense şehrindeydi. Odense masalcı Andersen’in doğduğu ve yaşadığı şehir. O yüzden şehrin simgesi Andersen. Eski şehir, masallardakine benzer küçük renkli sıra evlerden ve taş parke sokaklardan oluşuyor. Bu sokaklar Andersen masallarındaki kahramanların heykelleriyle çevrili. Parmak Çocuk, Çirkin Ördek Yavrusu, Küçük Deniz Kızı ve hemen hepimizin bildiği masal kahramanları…

Odense / Danimarka

İki gün süren toplantı, tam da Andersen masallarına yaraşır kırmızı küçük bir binanın içinde gerçekleşti. Sophia ağı, bu toplantıları sıcak ve samimi bir topluluk buluşması olarak gördüğü için, öyle tantanalı bir hazırlık yapmıyorlar. Yani kimse elinize bir konferans çantası vermiyor. Ya da mutfakta herkes kendi bildiği gibi yiyor içiyor, kirli bardakları bulaşık makinesine yerleştiriyor.

SOPHIA 2018 / Odense, Danimarka

İlk gün bahçede Peter Worley’le sıcak bir karşılaşmayla toplantıya dahil olduk. İngiltere bu alanda en çok çalışmanın yapıldığı ülke olduğu için, o ülkeden hatırı sayılır derecede katılımcı vardı. Toplantı Danimarka’da gerçekleştiği için kuzey ülkelerinden katılımcılar da çoğunluktaydı. Hollanda, Belçika, Polonya vb. ülkeler. Dediğim gibi, samimi bir toplantı olmasını istedikleri için hem sunum sayısını hem katılımcı sayısını sınırlı tutuyorlar. Toplam 9 sunum vardı (biri bize ait) ve yaklaşık 60 katılımcı.

Çocuklar İçin Felsefe yöntemi, soruşturan topluluğu temele aldığı için, tüm sunumlar da bu minvalde ilerledi. Küçük grup tartışmaları, büyük grup tartışmaları, yeni oyunlar ve teknikler, tüm bunları deneyimlemek hoştu.

SOPHIA 2018 / Odense, Danimarka

İçeriğini burada uzun uzun anlatmak değil amacım, ama izlenimlerimi kesinlikle anlatmak istiyorum:

1- Sokratik Yöntem konusu gündemdeydi. Sokrates’ın “yıkıcı karşılıklı-sorgulama” diyebileceğimiz yöntemi, bazı oturumlarda çok etkindi. Bilindiği üzere Sokratik Yöntem, kişiler arasında soru sorma ve cevap verme temelli, eleştirel düşünmeyi tetikleyen bir soruşturma yöntemi. Diyaloğa dayalı akışta, bir görüş savunulmaya başlanıyor, bunun üzerine soru-cevap tartışması devam ediyor, savunulan düşüncenin çelişkileri açığa çıkarılmaya (ve böylece konuda derinleşmeye) başlanıyor, savunucuyu zayıflatırken, asıl amaç sorgulanan şeyi daha derin anlamak oluyor. Ancak Sokrates’ın iletişim üslubu bugün modern eğitimde çok da takdir edilmeyen bir üslup. Çünkü Sokrates diyaloğu domine eder ve karşısındakini çok da nazik olmayan bir üslupla akılyürütmesindeki hataları görmeye iter. Alaycı ve zorlayıcı bir tavrı vardır. Grup içerisinde karşısına düşen kişinin haysiyetini ya da öz-saygısını zedeleyebilir. Bu riskli bir durumdur. Çünkü tartışma her an akıl seviyesinden duygu seviyesine geçebilir, esas konuyu tartışmaktan çok kişiler arası çekişmeye dönebilir, serin alandan sıcak alana kayabilir. Sokrates’ın esas soruyu görme, sorgulama ve eleştirel düşünme yetkinliği olmaksızın yapıldığında, bahsi geçen risklerin vuku bulma ihtimali de artar.

Bu uzun açıklamadan sonra, Odense deneyimine geri dönersek, ilk gün yapılan oturumlardan birinde, atölyeyi yöneten kişi tamamen Sokratik Yöntem’le tartışmayı yürüttü. Ya da yürütmeye çalıştı diyelim. Benim izlenimim, kolaylaştırıcıda bir Sokrates yetkinliği olmadığı için, tartışma o riskli alana kaydı ve çok gergin geçti. Tartışma değil, çekişmeye dönüştü. Oturumda yer alan bir öğrenci olarak verimsiz ve hatta olumsuz bir deneyimdi diyebilirim, ama alanda çalışan bir profesyonel olarak çok şey öğrendiğim bir deneyim oldu.

2- İkinci izlenimim aslında birinciyle yakından ilişkili. Bu kadar gergin tartışmalar yapıldıktan sonra, salondan dışarı çıkınca, yani profesyonel kimlikten arkadaş kimliğine geçince, hemen herkesin bunu yapabildiğini gördüm. “Sınıfta yaşanan sınıfta kalır!” Bu ülkemizde benim eğitmen olarak zorlandığım bir konu. Özellikle yetişkinlerle yaptığım eğitimlerde, sınıfiçi iletişimi bozanlar olabiliyor. Sözü çok uzatmak, kendi hayatını fazlasıyla sınıfa taşımak, diğerlerini dinlememek, söz kesmek, her halükarda şakaya bağlamak, vs. O kişiye müdahale etmezseniz, hem eğitime hem sınıftaki diğer katılımcılara haksızlık etmiş oluyorsunuz. Müdahale ederseniz, o kişi bunu tüm varlığına yapılmış bir saldırı olarak alabiliyor ve malesef sınıfta olan sınıfta kalmıyor. Sonrasında tavır alma, küsme, soğukluk, başkalarına taşıma vb. çeşitli savunmalarla uğraşırken buluyorsunuz kendinizi. Bununla ilgili şunu söylemek isterim. Felsefe tartışmaları, gündelik hayatımızla birebir ilişkili konuların tartışıldığı bir ortam olduğu için, katılımcıların kendi hayatlarını yansıtmaması mümkün değil. Örneğin, özgürlük üzerine tartışırken, işyerinizdeki ya da ailenizdeki bir durumu örnek verebilirsiniz. Hatta bu iletişim ortamını iyiye götüren, topluluk ruhunu ateşleyen bir şey olarak olumlu olur. Ancak bunu ne ölçüde yaptığınız çok önemli. Bir dans gibi düşünüyorum, uyumlu bir dans gibi. Yalnızca kendi hayatınızı mı sınıfa taşıyorsunuz ve bunu yayarken kendinizi daha da mı oraya hapsediyorsunuz, yoksa sınıfta yeni şeyler öğrenip kendi hayatınıza taşıyarak orayı genişletiyor musunuz? Öğretmek mi amacınız, öğrenmek mi? Kendi hayatınızdan örnekler verirken ve diğerlerine öğretirken, aslında onlara bir şey vermiyor, onların zamanını ve enerjisini alıyor olduğunuzun farkında mısınız? Siz her zaman almak zorunda mısınız, yoksa diğerlerine verebilir misiniz? Kısacası açık olmak, öğrenmeye ve diğerlerine açık olmak, bu işin altın kuralı. O yüzden eğitim boyunca bunu sorgulamak herkesin kendi sorumluluğu. İkincisi, ola ki uyarıldığınızda, küsmeyi mi, yoksa dönüp kendinize bakmayı mı seçiyorsunuz? Profesyonellik ve arkadaşlık sınırlarını, sınıf içi ve sınıf dışını doğru ayırt edebiliyor musunuz? Yani sınırlar, özdeğer ve duygusal esneklik üzerine çalışmak da yine herkesin kendi sorumluluğu. Bunları bu vesileyle bir kez daha söylemek istedim.

3- Bir diğer üzerinde durulan konu, felsefe yapmak ile eleştirel düşünme arasındaki ilişki üzerineydi. Yani Çocuklar İçin Felsefe oturumlarında, felsefe içeriğinin mi, yoksa eleştirel düşünme becerilerinin mi kazanımını ön planda tutmalıyız? Bunları ayırmalı mıyız, yoksa bir arada mı ilerlemeli? Örneğin, özgürlük üzerine tartışma yaparken, çocukların bu konuda bir şeyler öğrenmesi mi (felsefi içerik), yoksa konuyu tartışırken argüman kurma, çıkarım yapma, ayrım yapma, örnek/karşı-örnek bulma gibi beceriler (eleştirel düşünme) kazanmaları mı, hatta bu becerileri kazandıklarının farkında olmaları mı önemli? Görüşler muhtelifti. Belki yaş aralıklarına göre farklı kazanımlar amaçlanabilir. Eleştirel düşünme becerisi, yalnızca felsefe değil herhangi bir bilim alanında çalışan, ya da gündelik hayatın sorunlarına uygun cevaplar bulmaya ve politikalar geliştirmeye çalışan herkesin sahip olması gereken beceriler diye düşünüyorum. Yani bu becerinin gelişmesi yalnızca felsefeciler için geçerli değil. Bu beceriyi geliştirecek olan alan da yalnızca felsefe değil, ama bugünkü bilimlerin sınıflandırmasına bakarsak, bu sorumluluk büyük ağırlıkta felsefe alanında.

4. Son izlenimim de, yine topluluk olmak üzerine. İngiltere’de Çocuklar İçin Felsefe alanında çalışan çok sayıda kuruluş var ve hemen her birinin temsilcisi oradaydı. Bu alanda iş yaparken birbirleriyle rakip olan bu kişiler, birbirleriyle gerçekten iyi arkadaştılar. Hep birlikte yemeğe gittiğimiz akşamlarda ya da sınıftaki tartışmalarda ve ellerindeki kaynakları paylaşma açıklıklarında bunu gördüm. Çünkü her biri kendini bu konuya adamış, gerçekten ilgi duyan ve alanın gelişmesini önemseyen insanlardı. Bireysel başarı ve kazançlarından önce, dünyada bir değer yaratmayı amaçladıklarını düşündüm. Severek yapma halini gördüm. Utanç ve hırs yerine, çalışma ve azim ön plandaydı. Yine ülkemizde çok zorlandığım bir konu olması itibariyle dikkatimi çekti. Dört senedir yalnızca bu alanda çalışan, eski-yeni, ulusal-uluslararası herkesle bağlantı kuran, ülkemizde bu işin yaygınlaşmasını çok isteyen ve ilk gününden beri maddi-manevi yükümlülükleri alan biri olarak, maalesef işbirliği konusunda pek ilerleyemedim. Bu alanda iş yapmak isteyenler, yapanlar, yapıp da ilerleyenler, yapıp da ilerleyemeyenler… Eğer mutlu mesut yolumuzda gidemiyorsak, şu soruları sormalıyız diye düşünüyorum. Öncelikle bu konuya “sahici” bir ilginiz var mı? Sizi harekete geçiren, bireysel kazancınızdan önce, bu “sahici ilgi” mi? Değer yaratmak mı, küçük mahallelerde birbirine sataşarak gün geçirmek mi önceliğiniz? Gerçekten çalışıyor musunuz? Geniş alanda hep birlikte top oynamak mı, dar alanda yalnız başına top sektirmek mi? Son olarak, Türkiye kocaman bir ülke, hep beraber çalışacak çok yerimiz var. Çalışmak ve işbirliği içerisinde çalışmak uzun vadede hepimizi büyütür. Bir ara vaktimiz olur bir araya gelirsek, bunu tartışırız :)

Son olarak, Peter Worley’le küçük bir röportaj yaptık. Onun kişisel hikayesi, İngiltere’de ve dünyada Çocuklar İçin Felsefe’nin durumu üzerine konuştuk. Pek yakında çevirip paylaşacağım. Önümüzdeki yıl toplantısının İstanbul’da yapılması dileğiyle, kim bilir :)

Özge Özdemir

SOPHIA 2018 / Peter Worley

--

--

Little Thinkers Society

Çocuklar İçin Felsefe, Philosophy For Children, P4C, Little Thinkers Society, Herkes İçin Felsefe, Eğitim, Eğitmen Eğitimi, Öğretmen Eğitimi, Öğretim Yöntemleri