Alemdağ’da Var Bir Yılan’a Kuir Bakış

m.güneş
12 min readJun 28, 2019

--

*Başlıkta ve metinde geçen/geçecek “kuir” kelimesi şemsiye terim olarak, norm dışı olan her ilişkilenmeyi ifade eder biçimde kullanılmıştır/kullanılacaktır.

İncelenecek öyküler: Öyle Bir Hikaye, Yalnızlığın Yarattığı İnsan, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Panco’nun Rüyası

*Öykü kitabında yer alan fakat bu yazıda bahsedilmeyen bazı diğer öykülerde de benzer ilişkilenmeler yer almasına rağmen karakter ortaklığı olmaması/belirgin olmaması dolayısıyla bu yazıya eklenmemiştir.

Alemdağ’da Var Bir Yılan Sait Faik Abasıyanık yazınının son basılı öykü kitabı ve Fethi Naci’nin sürrealist olarak nitelediği yazarın son döneminin yegane eseridir. Kitaptaki eserlerde sürrealist anlatım dışında dikkat çeken bir diğer unsur da öykülerde göze çarpan “erkek”ler arası homoseksüel ilişkilenmenin diğer eserlere nazaran daha belirgin olmasıdır. Bu yazıda Abasıyanık’ın Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı anlatım, karakterler ve karakterlerin ilişkilenmeleri üzerinden kuir perspektif ile incelenecektir.

Alemdağ’da Var Bir Yılan’ın anlatımı -bir önceki paragrafta da belirtildiği üzere- sürrealist bir anlatıdır. Öykülerdeki anlatıcıların -okuyucuya konuşurmuşçasına yaptıkları- anlatımlarını gerekse mekan değişimlerindeki, gerekse zaman akışındaki, gerekse de bilinç-bilinçdışı gerçeklik arası geçişlerdeki düzensizlik ve keskin olmayan ayırımlar ile yapmaları dolayısıyla eser sürealizme yaklaşır. Leylâ Erbil’in -Sait Faik’te Göz yazısında- Absıyanık’ı ve öykülerindeki anlatıcıları “Kitaplarını şöyle rastgele bir taradığımızda, öykülerinde genellikle gerçekle arasına giren bir saydam bölmenin ardından, dünyayı seyreden ya da dünya anlamına gelen bir insanı seyreden gözle karşılaşırız.” şeklinde yorumlaması; Talât Sait Halman’nın ise -Fiction of a Flâneur yazısında- Abasıyanık’ı, aylak bir şehir gezgini ve bir gizli seyirci (“voyeur”) diyerek nitelemesi üzerine Oğuz Güven -Sait Faik’in Hikaye ve Romanlarında Homoerotizm, Erkek İmgesi ve Kadın Temsilleri adlı tezinde- şöyle der: “Halman ve Erbil, Sait Faik’in yapıtlarında seyretmek eyleminin sahip olduğu cinsel anlama değinmezler. Ancak Leylâ Erbil, “Sait Faik’te Göz”de, “S. Faik’in bütün kitaplarını tarayarak kaç tane SEYİR olduğunu bulmak ilginç olabilirdi.” derken, biraz da bu konuyu, yani Sait Faik’in eserlerindeki erotik bakışı imliyor gibidir”. Erbil’in, Salman’ın ve Güven’in bu bakış açılarından referans alınarak denebilir ki Abasıyanık ve “gezgin” anlatıcıları anlatımlarındaki mekansal değişimi daha çok kişiyi “sey(i)r”etmek, zamansal kaymaları ise yaptıkları “seyir”lerden daha çok bahsetmek için kullanmış; dolayısıyla da eserdeki sürealist anlatı bilinçli ve “gizleyici” bir temele dayandırılmıştır.

Genellikle yazar ve eserleri hakkındaki söylem ve eleştirilerde göze çarpan ilk şey kurgusal yazınlarından yola çıkarak yazar hakkında cinsel yönelim atamaları yapılması oluyor. Ne yazık ki bu metnin en temel özelliği olan “kurgusallık”ını yok sayılması anlamını taşımakta. Dolayısıyla incelemede yazar hakkında bir çıkarım yapmaya değil, eserde homoromantik bir ilişkinin varlığı aranacaktır.

Karakterler ve karakterler arası ilişkilenmenin homoseksüel nitelendirilmesi savının kuir bakış açısı ile temellendirilmesi ardıl paragraflarda, eserdeki belli öykülerin spesifik olarak incelenmesi ve hikayelerin ortak özellikleri doğrultusunda yapılması, incelemenin katlitesini artırıp metinlerin çözümlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaşacaktır.

Öyle Bir Hikaye

Alemdağ’da Var Bir Yılan’ın ilk öyküsü Öyle Bir Hikaye’nin anlatıcı karakteri -ki onu karakter olarak nitelemek önemlidir, çünkü yaygın olarak anlatıcı ile yazarın özdeşleştirilmesi hatası dolayısıyla yazın’ın kurgusallığının zedelenmesi engelenmelidir-, öykünün bir bölümünde yolda karşılaşılan başka bir karakterin söylediği kadarıyla “…Panco’nun arkadaşı! Faik Bey’in oğlu.”dur. Bu hikayede anlatıcı ile yazarın özdeşleştirlmesi Abasıyanık’ın babasının adının “Mehmet Faik” olması benzerliğinden ortaya çıkar. Burada bu tezi savunmanın yanlışlığı diğer olasılıkların göz ardı edilip yazarın cinselliği hakkında yapılan iddialara kanıt olarak gösterme çabasıdır. Nitekim yazar Sait Faik’in anlatıcı olarak belirlediği “Panco’nun arkadaşı! Faik Bey’in oğlu.” karakteri yazarın kendisinin kurgusal bir uyarlaması olabileceği gibi yazarın hiç doğmamış kendi çocuğunun kurgusu da olabilir ya da belki sadece karakterin babasının ismi, yazarın babası ve yazarla sadece isim benzerliğine sahiptir.

Öykünün başında, bir gece vakti sinema çıkışı gezmek isteyen biri olarak tanıtır anlatıcı kendini ve bu isteğinin nedenini “ Panco hep kabahat sende. Sen ettin bu işi bana. Gece yarısı senin hesabına dolaşıyorum.” diyerek aktarır metnin ileri kısımlarında. Mekan sürekli değişir; anlatıcı karakter sürekli bir hareket içindedir ve anıların aktarımı esnasında yaşanan zamansal geçişlerin belirsizliği ile sürealleşen anlatıda karakerlerin ilişkilenmesi de örtülü bir anlatım içinde kalır. Panco hakkında “dostum”, “arkadaşım” sıfatlarını kullanan anlatıcı metnin bir bölümünde yürürken karşılaştığı bir karakterin -Hidayet’in- hikayesini dinlemeye başlar. Rastgelinen Hidayet karakteri bir “dostunu” -Pakize’yi- öldürdüğünü söyler ve işlediği cinayetin nedeni de “Seviyordum be abi!” diyerek açıklar. Katil Hidayet’in, saplantılı sevgisinin öznesi Pakize’yi “dost” olarak sıfatlandırması dolayısıyla anlatıcının da Panco’yu saplantılı ya da saplantısız bir sevgi öznesi konumuna getirerek aynı şeyi yapmış olması ihtimali ortaya çıkar.

Bu savın bir diğer kanıtlayıcı sayılabilecek örneği ise anlatıcının gezisi esnasında bu sefer de bir gece bekçisi ile karşılaşması ve üzerinin aranması dolayısıyla vuku bulur, çünkü anlatıcının üzerinden sadece “Bir hikaye müsveddesi, Panco’nun bir resmi ve bir kalem daha” çıkar. Anlatıcı ve Panco arasındaki sevgisel atanabilecek ilişki dolayısıyla Panco’nun bir resmi anlatıcının üzerinde çıkmış, izlenimi edinilebilir. · “…Ben Panco’nun arkadaşı, başka hiçbir şey değil.” denerek edilen sitem ve “Bir ahlakımız olacak ki hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlakımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlakımız. Dostum Panco’da bana hak verecektir. Kilise ahlakından söz açmayacak. Dostluğun olağanüstü güzelliğini çocuklarına anlatacaktır.” diyerek Panco’nun anlatıcının kendisine karşı bakışı ve tutumunun değişeceği umudu, anlatıcının Panco ile ilişkilenmesinin romantik boyutuna verilebilecek diğer kanıt niteliğinde örneklerdir.

Anlatıcının cinselliği üzerinde yorum yapılmasına neden olabilecek diğer unsur/tutum ise anlatıcının bazı erkek karakterleri nitelendirme/betimleme biçimidir. Bunun ilk örneği Katil Hidayet’in cebine cinayet aleti “çivi”yi koyan Abdullah’ın “O piç Abdullah yok mu? O canım çocuk. O çilli, esmer yüzlü, badik burunlu, Karakaplan kulübü santrhafı canım oğlan Abdullah.” şeklindeki anlatımıdır. Diğer bir örnek ise · “Ya, uy anam dedi, genç-yakışıklı-bıçkın arabacı.” ifadesidir. Diğer “erkek”lere seksüel sayılabilecek ve bu şekilde yorumlanabilecek bir seyire sahiptir, anlatıcı.

Yalnızlığın Yarattığı İnsan

Kitapta bulunan ikinci öykü Yalnızlığın Yarattığı İnsan’da anlatıcı hikayeye Panco’yu betimleyerek başlar, yakası kürklü pardösüsünün yakasını üşüdüğü için kaldırmaktadır. Bu nedenle ilk çıkarılabilecek izlenim Öyle Bir Hikaye öyküsündeki anlatıcı ile Yalnızlığın Yarattığı İnsan’da anlatıcının aynı karakter olabileceğidir. Diyalogları samimi bir şekilde ilerler ikilinin ama bir noktada konuşma ayrılık konuşması olur, “Seni bir daha göremeyecek miyim?” diyen anlatıcıya Panco’nun verdiği karşılık “O benim bileceğim iş.”tir. İkilinin ilişkilenmelirinde bağımsız, baskın karakterin Panco olduğunu da anladığımız bu evrede ilk öykünün devamıymış izlenimini verecek ve anlatıcı ortaklığını gösteren nitelikte bir başka benzerlik daha görünür: Önce ilişkilerindeki problemlerden adeta depresyondaymışçasına gezen bir anlatıcı varken bu öyküde ayrılık konuşmasında ve sonrasında olanları anlatan bir anlatıcı vardır. Ayrıca Panco’nun “Çok ihtiyarladın sen.” demesi de anlatıcının yaşı hakkında bilgi verir lakin bu bilgi net bir ibare de değildir.

Ayrılık sonrası gezi teması tekrar baş gösterir, ilk öyküde “…çilek isimli bir sokakta oturur. Futbol oyunları görür rüyasında. Yahut da yine rüyasında pişpirik oynar.” denerek de tanıtılmış Panco ile maça gitmeye karar verirler. Maça gittiklerinde ise anlatı sürrealleşir: Panco oyuna katılmaya karar verir, anlatıcı Panco’nun oyunda olup olmadığını anlamaz, yanına geldiğinde sorarak öğrenir; oyun biter anlatıcı anlamaz, Panco söyleyince öğrenir. Öyle ki anlatıcı oyunu kimin kazandığını bilmiyordur, Panco karşı tarafın kazandığını söyler. Buradan sonra Panco da tutarsız ifadelere başlar. Anlatıcı “Bizimkiler.” dediğinde “Bizimkiler kim?” diye sorar, “Öbür tarafta tanıdığım kimse yoktu ki!” dendiğinde “Bizim tarafta var mıydı?”, “Sen vardın ya” cevabı gelince de “Budala, ben de yoktum.” diyerek cevap verir. Burada durum ikircikli bir hala bünür: Acaba rüyasında futbol oyunu mu görmektedir Panco, yoksa bütün bu aralarında geçen diyalog bir güldürü öğesi midir? Bunun cevabını verilmesi metnin sürreal anlatısı dolyasıyla engellenmiş olur, bilinç/bilinçdışı gerçekliklerin iç içe girmesi bu ayrımı yaptırtmaz çünkü. Diyalogun sonlanmasının nedenin Panco’nun bir anda yok olması oluşu da bu ikirciğin bir diğer sorumlusu sayılabilir çünkü yok olmak tarzı bir kayboluş mu yoksa hızlıca uzaklaşma tarzı bir kayboluş mu ikirciği de vardır.

Anlatıcının Panco’yu ararken seslenmesi sonrası aradığı kişiden olmayan bir çağrı duyar: “İshak, İshak!”. Bu nidayı “ Birisi karanlıkta adımı çağırdı.” denerek aktarılması anlatıcının adının “İshak” olduğunun beyanıdır. Bu noktada iki öyküde anlatıcının ortaklığı iddiasının kabulünü yapılması durumunda “Panco’nun arkadaşı! Faik Bey’in oğlu.” İshak’tır. Nida edenler Panco ve yanında getirdiği İshak’ın tanıdığı üç insandır, kim olduklarını okuyucuya söylemese de…

Bir diğer an ise İshak, Panco ve üç arkadaşları sinemaya girdiklerinde gerçekleşir. İshak ve Panco farklı yerlerde oturur. Bir noktada Panco’nun yanına “pardösülü, kırk yaşlarında bir adam” gelir ve sohbet etmeye başlarlar; sinema çıkışında Panco, konuştuğu kişiyle yürürken İshak’ı tanımazdan gelir ve İshak terk edilme -ve üstüne Panco’nun yeni biri ile görüşmesi- üzerine mahzunlaşır; İshak’ın ayrılıklarının tam olarak farkına vardığı andır bu. Melankolik -bir noktada intiharı da düşünerek- bir şekilde yine gezmeye verir kendini. Yürür, bakar ve herkesi Panco’ya benziyor diyerek anlatır; herkeste, her şeyde onu arar; onu düşünür, onunla anılarını düşünür.

Evine kadar gider Panco’nun, doğrudan bu söylenmez ama mahallelinin “Hırsız var! Hırsız var!” diye bağırması, bir kovalamacanın içine düşme endişesi,daha sonra olacak olan evdekilerden birinin uyanması ve bağırmaması için karşı tarafı susturmasından dolayı anlatıcının eve gizlice girdiği izlenimini verir. Panco’nun yorganın dışında kalmış ayaklarını yorganın altına sokar, onu izler ve paltosunu dener. Dolayısıyla bu olaylar Güven’in, Sait Faik anlatıcılarının gizli seyirci (voyeur) demesine en belirgin kanıtlardan biri olarak gösterilebilir.

Alemdağ’da Var Bir Yılan

Öykü anlatıcının sinemadan çıkışı, etrafının kardan bembeyaz oluşuyla karşılaşışı ve anılar ile gerçeklik arasında bir gezi yapmaya başlaması ile okuyucuyla buluşur; anılar “o”nun hakkındadır. “o” zamiri ile anlatılan kişinin kim olduğu bu noktada belirsiz kalmaktadır, itekim ilk üç hikayedeki karakter ortaklığı dolayısıyla anlatıcının “İshak”, “o”nun ise “Panco” olduğu tahminini doğurur.

Anlatıcı gezisini gerçekleştirken “Bir delikanlı, karakaşlı, sıhhatli bir oğlan upuzun yatmış. Yakışıklı, kuvvetli bir oğlan.” diyerek niteler bir kişiyi, ona karşı bakışı alıcı bir gözle olduğu hissini uyandırmaktadır ve kitapta yer alan öykülerdeki queer öğelerin bir örneğini teşkil etmektedir. Ardından da “Ben de koyun postu taklidi bir kürk bulup pardösüme diktirmeliyim.” der anlatıcı, öncül hikayelerdeki Panco karakterinin giydiği yakası kürklü paltonun hatırası ve özentisidir bu; diğer öyküler ile bir bağlantı olduğu savını destekler ve diğer bir paragrafta da zaten anlatıcı şunu söyleyerek bu savı doğrular niteliktedir: “Panco, Panco, diye bağırınca yılan da, keçi de, keklik de, tavşan da oldukları yerde alçıdanmış gibi donup kalıyorlar.”

Anlatıcı bahsettiği bu donan hayvanlara zarar vermek sureti ile onları harakete geçirmeye teşebbüs eder. Canlanan havyanlar ise anlatıcıyı bırakıp -tabiri yerinde ise terk edip- Panco’ya koşarlar. Panco’nun her zamanki kansız hiddetli yüzünde çıban yarasına doğru kaymış bir gülümseme gözüküyor, hayvanlarla ilgilenmeye başlıyordur.

“Top getirmiş, futbol topu. Ben kaleciyim. Yılan da kaleci. Ötekiler yaprakların üzerine yatmış, güneşin içinde oynuyorlar. Saatlerce oynuyorlar. Yılanla ben top kalemize girerken yana çekilip seyrediyoruz. Mızıkçılık ediyoruz.” şeklinde anlatılıyor ardıl olaylar. Burada dikkat çeken unsur ise Çoğu dini mitte günah, hatası yüzünden sürgün edilen şeytan, kötülük olarak karşılık bulan yılan ile anlatı arasında bir özdeşlik/benzetme kuruluyor olması olacaktır. Oğlancı olması dolayısıyla toplumun ahlaki yargılarına uymayan bir anlatıcının bu karakter ile eşleştiriliyor olması ise buna yorulabilecek bir durumdur. Burada bu özdeşliği/benzetmeyi oluşturan yazarın toplumun farklı yönelimlere bakışından etkilenmiş ve onları özümsemiş olduğu fikrini doğurur. Bu ayrıca birazdan değinilecek olan Mine Urgan’ın anılarından edindiğimiz Sait Faik’in yönelimi ve bu yönelimine değinildiğinde kızıyor olmasına bağlanabilinecek bir örnektir. Nitekim bu öykülerin “kurmaca” boyutunu görmezden gelip tek bir örnek ile bu savın doğruluğu ispatlanamayacağından bir tahmin olarak kalacaktır.

Bir defasında, benim ahlakçı öğretmen yanım tutmuştu. “On sekiz yaşından küçük çocuklara sakın sataşma; sinemaya filan götürme onları” demiştim. Sait, rakı şişesini -üstelik de dolu bir rakı şişesini — havaya kaldırmış, tam kafamda kıracakken, arkadaşlar araya girmiş, meyhaneden kaçırmışlardı beni.

Sait’in eşcinsel eğilimleri olduğu rivayet edilirdi. Çok belirgin ahlakçı öğretmen yanıma karşın, benim bu konuda hiçbir yobazlığım yoktur. Eşcinsellerle dostluk kurar, onları oldukları gibi kabul ederim. Tek karşı çıktığım şey, henüz yetişkin olmayan, dolayısıyla cinsel itileri karmakarışık çocukların doğal eğilimlerinden saptırılmaları; belki eşcinsel olmayacakken, ya parasızlıktan ya da duyguları sömürülerek, eşcinselliğe yöneltilmemeleridir.

Öykülerinden de anlaşılacağı gibi, Sait Faik’in bir eşcinsel yanı gerçekten de vardı. Ama bana kalırsa, biseksüel olan Sait’in eşcinsel dürtüleri, uygulanmaya pek konulmayan, yani platonik kalan bir duygu, çok yoğun bir duyguydu ancak. Buna karşılık, Sait’in kızlara âşık olduğunu, hem de ölesiye âşık olduğunu çok yakından biliyorum. Hem bana kendi anlattı, hem de gözümle gördüm yaşadığı aşkları.

M.Urgan da çoğu eleştirmen ve yazar gibi Abasıyanık’ın beyanını almamış, hakkında söylenenlerden ve kurgusal yapıtlarından temel alarak yönelimi hakkında atamada bulunmuştur. Urgan’nın anısının doğruluğunun ön kabulüyle üzerinde durulacak konu ise eserleri incelenen yazarın yapılan söyleme verdiği tepkidir: Sait Faik kendisine yapılan ithama karşı şiddete teşebbüs etmiştir. Bu tepkinin akla gelebilecek ilk iki nedeni kendisinin homofobik olması ya da yönelimini gizlemesinden dolayı alenen ifşalandığını düşünmesi üzerine gizliliğini korumak amacıyla yaptığı yalanlama ve öfke tepkisi olmasıdır. İki önerinin de doğrulanması/yanlışlanması tek bir örnek üzerinden yapılamaz, nitekim yapıtlarına homoerotik unsurlar yerleştirmesi dolayısıyla ilk önerme çok akla yatkın değildir ve kurgusal eser üzerinden yaratıcıya özellik atfetmek de birçok kez denildiği gibi eserin kurgusallığını zedelemek olacaktır.

İlerleyen kısımda beşinci kattan bir kedi atılıyor, ölen kedi anlatıcı ve diğer iki görgü tanığı tarafında yolda uzaklaştırıp duvar kenarına çekiliyor. O sırada Alemdağ’ından dönmüş olan Panco, bir arkadışı ile beraber anlatcının yanından geçiyor; bir duvarın, bir ölmüş kedinin yanından geçer gibi geçiyor. Bu pasajda dikkat çeken unsur ise kamusal alanda, gizli/yasak aşkı tarafından görmezden gelinince anlatıcının yaşadığı hüzünü okuyor olmamız. Okuma sürecinde edindiğim izlenim dolayısıyla bu kısımda sadece görmezden gelinme eyleminden dolayı değil, bu görmezden gelinmeye yol açan toplumsal kabullere ve yapıya da bir sitem bulunuyor.

Anlatıcı yasak aşkı ve yanındaki arkadaşını takip edip daha önce hiç gelmeiş olduğu bir kahvehaneye girdiğinde herkesin ona bakmasından rahatsız oluyor. Luka Efendi adında “Kendisi Yunan tebaasıdır. Ama Arnavuttur.” diyerek anlattığı kişiyi sormak bahanesine içerde kalıyor, Panco ise Luka efendiyi siper edip kendini anlatıcıdan gizlemeye çalışmakta. Bunu fark ettiğinde Luka Efendiye bakan anlatıcı “ Eskiden tanıdığım birisi niçin geldiğimi anlamış gibi bana baktı. Gülümser gibi idi. Allah belanı versin deyyus; dedim. Döndüm. Giderken bir daha dönüp baktım. Yine pardösüsünün yakasındaki kürkü gördüm.” diyerek mekandan ayrılırken yine anılar aleminde bir seyahate çıkıyor. Hikaye burada bitiyor.

Burada anlatılanın okunuşu şöyle olacabilir: Panco kendisini takip eden sapık/voyeur’ü dolayısıyla geldiği kahvede tabiri caizse ifşalnmak çekinip ikisinin de tanıdığı olan Luka Efendiyi araya sokmuş, Luka Efendi de anlatıcıya gözleri ile anlayışlı fakat ikisinin de gizliliği -hatta belki kendince “iyiliği” için- açık vermemesini isteyince anlatıcımız daha da sitemkar bir şekilde orayı terk edip çoğu depresif anında yaptığı gibi kendini iç dünyasına kapatıyor.

Panco’nun Rüyası

İncelenecek son öykü-kitabında dördüncü üyküsüdür bu- öncüllerinden farklı olduğunu girişinde anlıyoruz. Öncül öykülerdeki anlatıcı İshak ile pek benerlik taşımayan bir anlatıcı ile karşılaşıyoruz; kendisi evde, ebeveynleri ve ufak kardeşi ile olduğunu anlatıyor. İshak’ın şimdiye kadar hiç evde olmadığını sürekli gezme eyleminde olduğunu ve ailesinden pek bahsetmediğini biliyoruz dolayısıyla bu giriş farklılığı ortaya koyuyor. Çok geçmeden de annenin “Hadi bakalım Panco, baban hazırlanıyor.” demesi üzerine anlatıcının değiştiğini ve bu sefer Panco’nun gözünden bir öykü okuyacağımızı anlamış oluyoruz; yirmi bir yaşında olduğunu, kendisinin elektrikçi olduğunu, Beyoğlu’nun çamurlu bir sokağında oturduğunu, akşamüstleri işi biter bitmez kahveye koşup kumar oynadığını, babasının bilip aldırmadığını, bütün haftalığını bir günde vermişliği olduğunu ve uyanmakta problem yaşadığını da öğreniyoruz.

Panco’yu tanımamızın hemen ardından yazar Panco ve İshak’ın ilişkisini anlatmaya başlar: “Bir zaman işsiz kalırız. Bu aylarca sürer. İşte o zaman imdadıma sen yetişirsin. Küçüğün defterini kitabını sen aldın. Bileğimdeki saat senin. Şu gömleğimi de sana borçluyum. Verdiğin üç beş kuruş, kumarda üç beş lira olur.” Döneminin ve öncesinin eşcinsel ilişkiye bakışının bir yansımasıdır bu, “oğlancılık” olarak adlandırılan bu ilişki hem Osmanlı dönemi hem Cumhuriyet döneminde diğerlerine göre sadece romantik ve/ya seksüel bir ilişkilenme olmadığının da bir temsilidir: Genç oğlan ve yaşlı erkek arasında oluşan bu ilişki ayrıca içinde materyalist bir boyut da taşımaktadır. Günümüzde dahi devam eden bu anlayış büyük bir olasılıkla yazarı da etkilemiş ve Panco-İshak ilişkisini kurgularken böyle bir boyut eklemesine neden olmuştur da diyebiliriz.

Öykü şöyle devam eder:

…Uyumadan evvel bir ara seni düşünürüm. İyisindir, hoşsundur ama kafamı kızdıran bir şey de vardır sende. Ne olduğunu ben de bilmem. Geçen hafta bir rüya gördüm. İki kişi bir yolda gidiyorlardı. Birini sana benzettim. Yanındaki kim acaba, diye koşup baktım. Ne tuhaf yanındaki ben değil miydim!

— Yahu nereye gidiyorsunuz? dedim gözümle.

Sen cevap vermedin. Ben benden ayrı bir ben olabileceğini, bunun da ancak rüyada mümkün olabileceğini düşündüm. Bir şeyler söylemek istedim. Ama seninle beraber olan ben:

— Sana ne, dedi, nereye gidiyorsak gidiyoruz.

Cevap vermek istedim. Benden ayrı olan ben konuşabildiği halde ben konuşamıyordum. Rüyamın içinde rüyada olduğumu anladım. Kendimi zorladım. Nihayet bağırabilmişim. Küçük kardeşim:

— Ne oldun ağabey, dedi.

Acaba ne diye bağırmıştım. Merak içinde idim.

— Ne dedim ben, ne dedim ben Kalyopi? dedim.

— Anlaşılmıyordu ağabey, dedi.

Pasaj Panco’nun, İshak hakkındaki ikirciklerinin anlatması ile başlıyor, ona karşı olan çelişkili hislerinin. Girişte ise alışkanlık söz konusu: Uyumadan önceleri onu düşünmesi. Bunun akla gelebilecek ilk nedeni duygusal bağlılık, nitekim bir noktadan da Panco ile İshak’ın arasınd ekonomik bir bağlılık da söz konusu dolayısıyla net bir şey söylemek zorlaşıyor, bu alışkanlığın nedeni hakkında.

Pasajın devamında -alışkanlık haline getirdiği- İshak’ı gördüğü bir rüyasını anlatmaya girişiyor Panco. Yolda İshak ile yürüyen kendisi. Gergin bir rüya bu, belki de bir kabus. Çifte dışarıdan bakan ve rüyayı göre Panco’nun sorularına rüya karakteri Panco’nun yanıtları sert; hayali Panco 3 şahıslara mesafesini koruyan biri; bu onun topluma bağlılığının azalmış, açık ve gizsiz bir ilişki yaşayan rüya görücüsü Panco’nun bilinçaltı tarafından yaratılmış bir varyasyonu olabilir. Dolayısıyla kendinde farklı bir “ben” görmek onu korkutmuş olması yüzünden bu hayal onun için kabusa dönüşmüş olabilir.

Uyanma ertesi kardeşi Kalyopi ile olan diyalogu da bahsedilen sava, “gerçek” Panco’nun gizliliğe ve gizliliğinin korumasına verdiği önemin, bir kanıtı niteliğinde okunacaktır. bir başka örnek de öykün devamında ailesiyle konuşurken İshak’tan “arkadaş” diyerek bahsetmesidir.

Panco evden babasıyla çıktığında yolda İshak’la karşılaşır ve bir gülme alır kendisini, bunun üzerine babası neden güldüğünü sorduğunda “Hiç. diyerek cevap veririr. Yol boyunca onu ve rüyasını düşünür, karşılaştırır.

…Bu saadeti bana sen vermiştin. Her şeyi iki üç misli daha çok seviyordum. Buna sebep sendin. Sendin ama, yine bu işte en talihsiz de sendin. Sana güveniyor, senin arkadaşlığından hoşlanıyor, ama sana durmamacasına gülüyordum. Ne sobanın başındaki uykumda, ne de sonra yatağımda rüya görmedim.

Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımda idin. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin?

Babasıyla olan yürüyüşü ve bu pasajda görüldüğü üzere İshak, Panco’nun aklında ve hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu önem romantik bir ilginin performe edilişinin tipik bir örneği olarak görülebilir.

Öykülerin incelenişi esnasında da anlaşıldığı üzere Sait Faik’in sürreal anlatımının gizleyiciliği, kullandığı dilin üstü kapalılığı ve bilinçli br şekilde belirsizlikler içinde kurgulanmış hikayeler net bir şekilde yazılanların hiçbirini bir sav olmaktan öteye götürememekte; nitekim yapılan okumada, karakterleri ve karakterlerin arasındaki ilişkileri yazar hakkında söylemlere/iddialara değinmeden ve bunlardan temel almadan homoromantik ilişki teşhis edilmeye çalışılmıştır. Hikayelerdeki benzer betimleme unsurları, isimler ve temalardan karakter ortaklıkları kurulmuş, bu karakterlerin kurdukları ilişkinin tipik bir “arkadaşlık”/”dostluk” ilişkisinden farklı, daha çok romantik bir bağlılığa yakın olması üzerinden yazının odaklandığı iddianın kanıtlanmasına uğraşılmıştır.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--