Deniz Feneri
Fırtınaların kasveti ve adaların yalnızlığı üzerine söylenmiş onca şeyin üstüne şunu söyleyebilirim ki: Hepsi kendi ruhlarına dahi yenik düşmüş olan bir avuç gelecek hırsıyla kör olmuş ve insanlığını unutmuş insancıkların yalanlarından ibaret. Kör olduklarını biliyorum çünkü şu hayatta yaptığım tek ve en önemli iş görmek. Üstünde ot bitmeyen bu kaya parçasının üzerindeki taştan bir sütunun üzerinde bir sabahtan diğer sabaha kadar denizin önüme serdiği her şeyi görmek. Onlar gibi kör olmadığım için şanslıyım çünkü işim ve kaderimin bundan başkası olabileceğine inanmıyorum. Bir zamanlar bir adım vardı. Ancak benim olduğuna inandığım bu kaderden sonra o da geçmişimde kaldı. Kaderim bana bahşedildikten sonra sadece ve sadece “Gözcü” olarak anıldım. Bu görevin kutsallığının nereden geldiğini anlamayanlara şöyle açıklamak isterim: Sizler buhranlı hayatlarınızda bin bir çaba ve uğraşla bir şeyleri değiştirmeye çalışırken ben hiçliğin ortasındaki bir okyanusta hiçbir şeyin değişmediğini ve hiçbir şeyin de değişemeyeceğini kendi gözlerimle gördüm. Yine hiçbir şeyin değişmediği bir sabah, yatağımdan kalktım. Soğuktan çatlamış ellerime eldivenlerimi geçirdim. Güneşi son görüşümden bu yana 11 kez yatağa girip çıktım, tam 22 kez yatağımın altındaki parkeler gıcırdadı, kendi kendine ayakta zor duran kırık dolap tam 22 kere açıldı, içerisinde gerçekten birinin var olup olmadığını bilmediğim tekne benim burada birkaç parça bir şey yiyip içebilmem için tam 2 kasa erzak bıraktı. Bunca şeye rağmen fırtına hala dinmemişti ve güneş hala gözükmemişti. Ekmek kasasının içerisinden bayat bir ekmek aldım. İkiye ayırıp içerisine doldurabileceğim şeylerin olduğu kutuda ne varsa boşalttım. Yiyip içmek için burada değildim. Görmek için buradaydım. Okyanusun bana sunduğu ve tekrar eden bu anlamsız sonsuzluğu gözlemleyebilmek ve hiçbir şeyin değişmediğinden emin olmak için buradaydım. Hala güneş yok fakat bu döngüde bir şey yanlış. Bana erzak getirenin aksine içinde birinin olduğunu gördüğüm ve okyanusun, fırtınanın içerisinden bir kayık, üzerinde durduğum kaya parçasına yaklaşıyordu. Kim olduğu ya da ne için burada olduğundan daha önemlisi, o kayık bu sonsuz döngüde bir anomaliydi. Dalgalar aynı yöndeydi, fırtına devam ediyordu, ben aynı adımları atıp aynı ritimle nefes alıp veriyordum. Fakat o kayığın neden burada olduğunu bilmek istediğim için tepesinde durduğun taştan sütundan aşağıya indim. Merak gerçekten hissedebileceğim şeylerin en huzursuzu. Taştan sütundan indiğim andan beri gözcü değildim. Görebildiğim ve odaklanabildiğim tek şey kaya parçasına kayığını yaklaştıran ve bunu yaparken bana el sallayan kişiydi. Adının bir önemi yoktu, tıpkı benimkinin de olmadığı gibi. Beni duyabileceği bir mesafeye geldiğinde yorgun ve yumuşak bir ses tonuyla “Nasılsınız, kimsiniz, ne yaparsınız burada?” diye sormuştu. Geçmişimde bu tarz bir iletişimin de var olduğunu anımsar gibi olmuşken ağzımdan kelimeler dökülüverdi. “Ben bu okyanusu izlemekle yükümlü bir gözcüyüm. On belki yüz ve hatta belki bin yıllardır aynı süregelen ve sadece birkaç fırtınanın veya bulutun güneşi kapatıp bir süre sonra tekrar göstermesinin dışında bir şeyi izliyor değilim. Fakat bugün sen ve üzerinde bulunduğun odun parçası gözlediğim sonsuz döngüyü bozdu.” Diyerek cevapladım yabancının sorularını. Ardından sordum ona “Sen kimsin, neden buradasın, neden döngüyü bozdun?” Yabancı ayaklarının dibinden eline uzun ve ince, ip sarılı bir çubuk aldı. “Ben balık tutarım. Ancak bugün fırtına işimi zorlaştırdı. Geri dönecekken bu deniz fenerini gördüm ve meraklandım. Burada kim vardır acaba diye. Bir yandan aklımda akşamın endişesi var, ne yiyeceğim ne içeceğim. Bu da komiktir belki her şeyin anlamsız olduğunu düşündüğümü söylememe rağmen bu akşam aç kalacağım diye endişelenmem. Ama merakıma yenik düştüm ve buraya kadar geldim.” Dediğinde duraksadım. Diyecek bir şey bulamamışken bir yandan da kurduğu cümle kafamın içinde başka sesler tarafından tekrar ediliyordu. Neden her şeyin anlamsız olduğunu düşünüyorken endişeleniyordu ki? Eğer aç kalmamak onun amacıysa neden fırtınadan uzak bir yere gidip balık tutabilecekken merakına yenik düşüp bir kaya parçasına gelmişti? Ve her şeyden de önemlisi “Deniz Feneri” neydi ki…