Gözleriyle şiir yazan kadın: Damla Sönmez

Meriç Şenyüz
5 min readMar 3, 2019

--

Sibel’in yönetmenlik ve senaryo anlamında bazı zaafları olabilir ama sırf başrol performansı için bile izlenmeyi hak ediyor.

Yıl 2009, İnan Temelkuran’ın ilk filmi Bornova Bornova’yı izliyorum. Güzel film ama filmde bir kadın oyuncu performansı var ki o hepsinden güzel. 22 yaşında perdede devleşen yeni bir oyuncu. Uzun zamandır gözleriyle oynayan bir oyuncu görmemiştim diyorum. Yıl 2018 Adana Altın Koza Film Festivali’nden birbiri ardına vasat filmler izliyorum. Bir de bütün filmlerden buram buram testosteron kokusu yayılıyor. İlaç niyetine bir tane kadın hikayesi yok. Ve fakat bir film aklımı başımdan alıyor; Sibel. Başrolde Damla Sönmez öyle bir döktürüyor ki hiç abartmıyorum yerli sinemamızda en son böyle bir performansı Masumiyet’te Derya Alabora’dan izlemiştik ki kendisi geçen yüzyılın filmi. Nitekim hiç sürpriz olmayan bir şekilde Sönmez, Adana’dan Altın Koza’yla döndü. Sadece Altın Koza mı, Antalya Belediyesi’nin saçmalamaları nedeniyle İstanbul’da bağımsız bir organizasyon olarak devam eden 55. Ulusal Yarışma’dan da En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle ayrıldı. Filmin yapımcıları Altın Koza’yı alınca başkalarına da ödül kalsın diye filmi diğer festivallerden çekti yoksa Sönmez’in herhangi bir yerli festivalden ödülsüz dönmesi imkan dahilinde değildi.

Damla Sönmez, Altın Koza’dan ve yerli filmlere sırtını dönen Altın Portakal’ın muadili olarak düzenlenen ‘Ulusal Yarışma’dan ödüllerle döndü.

Salondan Sönmez’in performansıyla sarhoş olmuş bir halde çıktım. Otel odama döndüğümde Twitter’dan yazmaya başladım hakkında. O da ne? Damla Sönmez yazdıklarımı beğendi, fırsat bu fırsat yarım saatlik bir röportaj randevusu istedim ona da OK dedi. Kolay değil entiviler mentiviler o yarım saatin peşindeyken bağımsız bir aylık bir dergi için röportaj randevusu almak.

Twitter sayesinde röportajı kaptık, çok vakit yiyor ama bazen böyle faydaları oluyor bu lanet medyanın…

Ertesi gün başladık röportaja… Her şeyden önce şunu söylemeliyim; beklemediğim ölçüde birikimli bir insanla karşılaştım. Oyunculuk için kültür ya da birikim gerektiğini düşünenlerden değilim. Bana kalırsa daha çok içgüdülerle icra edilmesi gereken bir zanaat oyunculuk. Sinemamızın büyük oyuncuları Türkan Şoray ve Fatma Girik ortaokul mezunu bile değil. Ama Damla Sönmez’de Saint Joseph’ler yabancı diller, keman çalmalar, sofistike zevkler havalarda uçuşuyor. Hem içgüdüsel bir oyuncu hem de birikimli. Bundan iyisi Şam’da kayısı!

Gözler yalan söyler mi?
Çok merak ettiğim bir soruyla başlıyorum. Yahu bu göz denen organ bir iris, bir kornea bir adet de mercekten ibaret. Bu üçünün üzerinde de bizim kontrolümüz yok. Nasıl oluyor da oluyor insan gözleriyle anlam yaratabiliyor? Böyle bir şey gerçekten var mı yoksa bir ilüzyon mu bu yüz ifadesindeki anlamı gözlere mi yakıştırıyoruz?” Sönmez’den birikimine yakışır bir yanıt alıyorum; “Göz çevresinde çok küçük, çok ince birçok kas var sanırım anlamı yaratan onlar.” Peki, oynarken diyorum teknik olarak farkında mısın o durumun bu duyguyu gözlerime yansıtacağım diyor musun? “Hayır, gözümde şu an bu ifade var mı diye düşünmüyorum. Ama aldığım eğitim gereği bunu kendiliğini yapabiliyorum. Oynarken tam olarak küçük ayak parmağının nerede olduğunu bilmiyorsun ama rol için kurduğun sistem o küçük ayak parmağının nerede olduğunu da otomatik olarak içeriyor.”

Sönmez, daha ilk filmi Bornova Bornova’da çok parlak bir performans ortaya koyarak iyi oyuncu olacağını kanıtlamıştı.

Peki diyorum; “Altın Portakal aldığın Bornova Bornova’dan Altın Koza aldığın Deniz Seviyesi’ne kadar sinema anlamında biraz boşluk var. Beyaz perdede pek fazla göremedik seni, dizileri tercih ettin, iyi senaryo mu gelmedi yoksa önce biraz ekrandan para kazanıp ekonomik özgürlüğünü mü elde etmek istedin?” Açık yürekli bir yanıt veriyor; “Ekonomik bağımsızlığı tabii ki önemsiyorum ancak o zaman istediğin şeyleri yapabiliyorsun” ve ekliyor; “Televizyonun geldiği durum çok ortada yine de ben oynamayı seviyorum. Ama açıkçası o dönemde oyunculuğu çok sevdiğim için de hiç durmadım oturmadım. Arada çakıştığı için çok isteyip de reddetmek zorunda kaldığım sinema filmleri oldu.” Peki, “Keşke ben oynayabilseydim” diye içinde kalan oldu mu diyorum; “Oldu tabii olmaz mı” yanıtını veriyor. Ama isim vermekten kaçınıyor. Diyorum ki, “Nicole Kidman falan şu rolü çok istemiştim başka projeyle çakıştı oynayamadım, içimde kaldı ama falanca oynamış çok da güzel oynamış” diyebiliyor sen de söylesen. “Yok, söylemem. Bizimkileri biliyorsun,” diyor. Bizimkileri biliyorum gerçekten.

Islık çalmayı bilmezken ıslık virtüozü olmak
Geliyoruz Sibel’e, Damla Sönmez’i proje için 2015’te Mars Film’in yapımcısı Marsel Kalvo aramış. Henüz senaryo ortada yokken yönetmenlerle buluşmuş. Ona Kuşköy’ü ve ıslık dilini anlatmışlar ki Damla zaten biliyormuş. “Bana dediler ki; bu köyde yaşayan hiç konuşmayan, hiç taliplisi olmayan, sadece ıslıkla iletişim kuran, köydeki diğer kadınların dışladığı sürekli kendisini ispatlamak isteyen bir kız rolü var, oynar mısın? İsterim tabii ki, çok isterim diyerek kalktım masadan. Ama bir sorun var ıslık çalmayı bilmiyorum.” Bunun biraz tatsız bir hikayesi varmış Damla için;

“Babam bana ıslık çalmayı öğretmeye çalışıyordu. Ben de her yerde deniyordum ilkokulda bir tören sırasında ağzımdan ilk kez ıslık çıktı ama birisi kürsüde şiir okuyordu o sırada, çok utandım ve bir daha hiç denemedim.”

Nasıl olacak peki, hiç konuşmayan sadece ıslık çalan bir karakteri oynamak. Çalışarak tabii ki… “Bir rol için yeni bir şey öğrenmeyi hatta hayatta yapmam dediğim bir şeyi öğrenmeyi seviyorum. Mesela Şubat dizisi için ateş çevirmeyi öğrenmiştim.” Bir yıla yakın çalışmış ıslık dilini öğrenmek için. Islık dilinin kullanıldığı Kuşköy’de bu dilin eğitimini veren bir hocadan ders almış, çekimlerden önce Kuşköy’de bir süre kalmış hem köye alışıp hem de ıslık dilini geliştirmiş.

Sönmez, Sibel’in isyankarlığını canlandırmamış yaşamış.

Kurtlarla koşan Sibel
“Sibel, çok asi, baş eğmeyen bir karakter, kurtlarla koşmaktan korkmayan bir kadın” diyorum, “Sen de mi öylesin?” Damla, Ulrike Meinhoff’un ‘Üzgün olmaktansa öfkeli olmak yeğdir’ sözüne atıfta bulunuyor bu soruyu yanıtlarken. Laf lafı açıyor; “Türkiye sineması giderek muhafazakarlaşıyor mu diye soruyorum, Freud iki temel içgüdü olarak cinsellik ve saldırganlığı sayar. Saldırganlıkta hiç eksiğimiz yok maşallah sinemamız şiddet dolu ama cinsellik çok azalmadı mı, erotizm sinemanın önemli bir unsuru değil mi” diye soruyorum. “Sinema için bunu söyleyemem ama televizyon için ahlakın yanlış yorumlanması gibi bir sorun var evet. Ahlak aslında iki bacağın arasında değildir, bunun kavranması gerekiyor” yanıtını veriyor. Şundan soruyorum, Damla Sönmez cinsel enerjisi yüksek ve her sahneye bu enerjiyi taşıyabilen bir oyuncu… “Seni femme fatale rollerine yakıştırıyorlar, hem Bornova Bornova’da, hem de Ayla’da ‘femme fatale’e yakın karakterler canlandırdın, ne düşünüyorsun bu konuda” diye soruyorum. “Tutkulu karakterleri canlandırmayı seviyorum” yanıtını alıyorum.

Damla Sönmez, Altın Koza’dan ödülle döndü ama neredeyse tek başına yarıştı çünkü Sibel’den başka kadın filmi neredeyse yoktu. Sönmez de bu meselede dertli “Daha çok kadın hikayesi izlemek isterdim” diye vurguluyor.. “Nasıl devam edeceksin, sinema, tiyatro mu yoksa diziler mi” diye soruyorum. “Sinema ve tiyatro hep olacak hayatımda dizilerde de daha seçici olmaya çalışacağım ama bu benim mesleğim televizyon da bunun bir parçası” yanıtını veriyor.

Yılın önemli yerli filmlerinden diye tanımlamakta tereddüt etmeyeceğimiz Sibel, 22 Şubat’ta vizyona girdi. Filmin birçok başka değerli hasleti de var ama sırf Damla Sönmez’in olağanüstü performansı için bile halen vizyondayken kaçırmayın derim, şahsen.

Bu röportaj ilk olarak Trip dergisinin Ocak sayısında yayımlanmıştır.

--

--