Galatasaray ve Ergin Ataman: Faydacı Ortaklığın Kaçınılmaz Sonu

Mete Budak
8 min readMar 15, 2017

--

Birazdan okuyacağınız yazının Ergin Ataman ve Galatasaray’ın geçmişi hakkında kronolojik hikâye anlatma derdi yok. Ayrıca bu yazıda Galatasaray ve Ergin Ataman arasındaki ilişkinin zaman içinde oluşan çarpıklığında bir tarafı suçlu kabul ilan etme amacı da güdülmemiş, gelinen noktada hem kulüp hem de koç için oluşan şartlar tarafsız biçimde anlatılmaya çalışılmıştır.

Avrupa basketbolunda bir koçun bir takımı uzun yıllar idare etmesi kolay rastlanır bir durum değildir. En azından her sezon yarıştığı kulvarda en iyilerle mücadele etmek amacında olan kulüplerde, bu daha da zor görülür. Beklentilerin yüksek olmasının yanı sıra, koçların bu beklentilerin altından kalkması beklenir. Her kulüp kendi iç dinamikleri kapsamında bu dinamiklere uygun koçları arar ve bulursa, onları sahiplenir.

Biyoloji, bu sahiplenme durumunu farklı parametrelere göre açıklayan bazı güzel terimlere sahip. Simbiyoz, bunlardan biri. Kulüp ve koçlar bir araya geldiğinde iki taraf arasında bir simbiyoz, yani ortak bir beslenme alanı oluşur ve bu simbiyoz tarafların aksadığı bazı zamanları görmezden gelecek kadar iyi işler. Ya da en azından ideali budur ki, buna mutualizm denir. Hem koç hem de kulübün bu beslenme ortamından ortak fayda sağladığı, iki tarafın da bireysel olarak hayatta kalmasını ve büyümesini kolaylaştıracak bir ortaklıktır burada söz konusu olan. Bu ortaklık aslında imzalanan kontratın ötesine geçer, yazıya dökülmeyen bazı sözler karşılıklı olarak, bazen de bilinçsizce verilir. Simbiyozun tüzel tarafı mali yükümlülüklerini karşılamanın yanında simbiyozun en sağlıklı şekilde hayatta kalması için bir “patika” çizerken özel kişi tarafı ise bu patikayı en doğru şekilde takip etmenin sözünü verir.

Yazının ana konusu Ergin Ataman ve Galatasaray ve aralarındaki simbiyozun nasıl yavaş yavaş parçalandığı, ama o noktaya gelmeden önce EuroLeague’de bu sezon yer alan bazı uzun süreli simbiyozlara, basketbolda “mutualizmi” yani karşılıklı yararı sağlayarak birbirini besleyen koç ve takımlara göz atıp bu konudaki standartlara bir bakalım.

EuroLeague’in zirvesinde ve daha aşağı sıralarda buna örnek verilebilecek iki takım bulunuyor: Hemen akla gelen Real Madrid ve Pablo Laso birlikteliği bu sezon altıncı yılında ve Dejan Radonjic — Kızılyıldız simbiyozuyla beraber en uzun süre devam eden ortaklık durumunda.

Real Madrid’in doğasında, tıpkı Galatasaray gibi, talepkârlık var. Dolayısıyla Laso’nun altı yıldır süren Madrid macerası hafife alınmamalı. Altı yılda kazanılan üç lig ve bir EuroLeague şampiyonluğu Real Madrid kariyerinin en öne çıkan başarıları ama ilk sezonunda Top 16’dan ileri gidemediğini, geçtiğimiz sezon playoff’larda süpürüldüğünü de gördük. Ancak Laso, Real Madrid ile olan simbiyozu mutualist bir yaşam alanına çevirmeyi başardı.

Bunun başlıca sebepleri oyuncularıyla her zaman iyi bir iletişim kurması, iyi bir basketbol arka planına sahip olması, Real Madrid çekirdeğini oluşturan İspanyol oyuncularla uzun süredir çalışması, saha içi koçluğu kimilerince acımasızca tartışılsa dahi her zaman Real Madrid’in spor kültürünü sahada yansıtabilen takımlar yaratması gibi sayılabilir.

Elbette, bu dönemde altı yılda dört kez (bu sezonda da sorun yaşamayacaklarını tahmin ederek) Final Four’a gitmiş olması da kulübün talepkâr köklerini besleyen bir başka etken. Uzun lafın kısası Laso, Real Madrid’in genlerine uygun bir koç olduğu için bu mutualist yaşam bazı aksaklıkların görmezden gelinmesiyle yoluna devam etti. Devam etmesi de mevcut şartlara bakıldığında muhtemel gözüküyor.

Kızılyıldız ve Dejan Radonjic partnerliği ise yine altıncı yılına giren bir simbiyoz. Ancak Real Madrid — Laso simbiyozuna göre daha farklı dinamiklere sahip. Çünkü Kızılyıldız bu altı yılda sürekli kulüp olarak evrim geçirerek bugün bulunduğu noktaya geldi, bu sürede Radonjic’i de bu gelişim sürecinin içine sokmayı başardılar. Yani Kızılyıldız’la Radonjic yalnızca birbirinden beslenmedi, aynı zamanda beraberce büyüdüler.

Radonjic ilk iki sezonunda takımını EuroLeague’de dahi oynatamazken, son üç sezonda önce normal sezonda elendiler, sonra Top 16’ya çıktılar ve geçtiğimiz yıl da playoff’ları gördüler. Gelişim düzenli bir çizgide ilerledi ve hatta ilerliyor. Bu sezon Eylül ayında ligin en kötü takımlarından biri olarak gösterilirken, bugün tam anlamıyla kurtlar sofrası haline gelmiş normal sezon rekabetinde playoff sıralamasında altıncı sırada duruyorlar.

Kızılyıldız bu süreçte Sırp yeteneklere ulaşan ilk takım haline geldi, Radonjic’i de bu yetenekleri en üst seviyede geliştirmek ve onlardan en yüksek verimi almakla görevlendirdi. Başarının tanımının daha farklı yapıldığı Sırp kulübünde Radonjic şu ana kadar bu simbiyozu mutualist bir ortama çevirmeyi başardı, çünkü tam olarak kulüp ve taraftar dinamiklerine hizmet eden takımlar yaratmasını bildi.

İç sahada atmosferi farklı standartlara çıkaran taraftarlarının önünde maksimum sayıda maç kazanmak zorunda olan kırmızı-beyazlılar, EuroLeague’in en sert ve en iyi savunma takımı oldu. Kısacası, parçalar birbirlerini tamamlıyor.

Şimdi yazının gerçek öznelerine gelelim: Galatasaray — Ergin Ataman, EuroLeague’de en uzun süreli beraberliğe sahip üçüncü simbiyoz. Bu yıl beşinci sezona girildi ve belki de Avrupa basketbolunun sahip olduğu en garip ortak yaşama bu ikili sahip.

Çünkü bu simbiyoz beklentilere düzenli olarak cevap verebilen tarafların varlığıyla hayatına devam etmiyor. Hayır, bu simbiyoz çizilen bir patikada dikkatli şekilde yürüyen taraflara da sahip değil.

Peki, bu ortaklık nasıl bu kadar zamandır ayakta kalıyor?

Bu simbiyoz, garip şekilde, tarafların birbirine zaman zaman sağlayamadığı ve hatta tarafların genleriyle uyuşmayan şeylerin varlığından besleniyor. Ne demek istiyorum? Gelin biraz açalım.

Galatasaray — Ataman beraberliği 2012–13 sezonunda başladığında kuşkusuz Galatasaray basketbolu Türkiye sınırları içerisinde başarıya en aç olan büyük kulüptü. Uzun yıllar, 2011’de gelen Cumhurbaşkanlığı Kupası dışında kupa kaldıramayan şube, Oktay Mahmuti’nin başarılı yapılanmasıyla yeniden ayağa kalksa da “kupa yoksa başarı da yoktur” mottosuyla farklı bir yapılanmaya gitme kararı aldı.

Galatasaray’ın Türkiye’deki en talepkâr kulüplerden biri olduğunu herkes biliyor. Ergin Ataman da bu doğrultuda kazanan bir koç olarak taraftarı olduğu kulübe geldiğinde bu talebi kısa dönem içerisinde karşılayabilecek başlıca isimlerden biriydi. Kazanma konusundaki ısrarı, başarı konusundaki hırsı ve Galatasaray için Galatasaray’ın istediğinden de fazlasını yapabilme konusundaki arzusuyla bu ikili adeta kusursuz bir birlikteliğin resmini çiziyordu.

Dolayısıyla Ataman ve Galatasaray bir araya geldiğinde oluşan simbiyoz, iki tarafın birbirine yarar sağladığı “mutualist” bir ortama dönüşmeye çok uygundu. Daha önce de dediğim gibi Galatasaray, daha büyük başarılar isteyen bir koça ihtiyaç duyuyordu. Ataman ise onu daha büyük başarılara ulaştırabilecek taraftar potansiyeline ve finansal güce. Adeta tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu.

Bu mutualist yaşam belli olumsuzluklar yaşasa da ilk iki yılında bir lig şampiyonluğu, bir lig finali ve EuroLeague’de ilk kez playoff gördü. Fakat sonrasında işler karışmaya başladı. Galatasaray zaman zaman Ataman’a finansal açıdan beklediği istikrarı sağlayamadı yani mutualist denge maddi tarafta biraz bozuldu. Ama Ataman hala beslenebildiği bir kulüp profili ve taraftar desteği bulabildiği için bu simbiyozu korumayı tercih etti.

Galatasaray ise bu noktada eli kolu bağlanan taraf oldu: Zaten gereken maddi fırsatları sunamadığı bir ortamda Ataman gibi kulüp genlerine başarı odaklı şekilde seslenebilen bir koçu kaybetmeyi göze alamazdı, bunu göze alsa da yarışmacı ruhunu bir derece kaybetmeyi kabullenmek zorundaydı. Ne de olsa Ataman’ın tek başına varlığı bile Galatasaray’ı her durumda yarışmacı olmaya zorluyordu. Ve bu, paha biçilemez derecede güzeldi.

“Yarışmacı olmaya zorlamak”

Sonuçta Ataman’ın fedakârlık yaparak tutunduğu dal, ona kariyerinde daha önce kazanmadığı bir Avrupa kupası daha getirdi ve yarara dayalı mutualist denge korunmuş oldu. Ataman, bu noktada, simbiyozun tüzel tarafını, yani kulübü, aradaki ilişkiyi korumaya zorlayan taraf oldu. Bu her ne kadar Galatasaray için paha biçilemez olsa da, ortaya çıkan yeni ilişkinin simbiyozun doğasına zararları da olacaktı. Zira unutulmaması gereken şey unutulmuştu: Bu tip simbiyozlarda, kulüp her zaman kontrolü elinde tutması gereken taraf olmalıydı. Artık durum böyle değildi. Ataman’ın Galatasaray’a olan aidiyet hissi simbiyozun doğallığını bozmuş, taraflar arasında yapılan anlaşmanın yazısız kısımları artık farklı tanımlar kazanmıştı.

Bu sezon hikâye farklı bir boyut kazandı. Çünkü tüzel taraf olan Galatasaray, birlikteliğin devamı adına Ergin Ataman’a kendini daha da büyük seviyede kanıtlama şansı sundu ve aslında bu şans, Ataman’ın simbiyozu terk etme konusundaki tehditkâr tutumunun altında Galatasaray’ın “borcu geri ödemesi” şeklinde verildi. Galatasaray gerçekten bu birlikteliği devam ettirme niyetinde olduğunu gösterdi, ancak bu kez denge koç tarafında bozuldu.

“EuroLeague’de bu bütçeyle yola çıkamayız. Ancak 9–10 milyon dolarlık bir bütçeyle çok iyi bir takım inşa edebiliriz. Avrupa’nın en üst düzey takımlarıyla üst düzey 30 maç yapacaksınız. Bunun için de bütçenin buna uygun olması lazım. Ben hedefi olan takımlarda çalışan bir antrenörüm. Benim burada olmamı istiyorlarsa taraftarlardan da destek vermelerini rica ediyorum.”

Ergin Ataman — 2 Mayıs 2016, EuroCup zaferi sonrası.

Ataman sezon başı ve sezon içinde aldığı kararların altında kaldı, yavaş yavaş dibe vurdu. Alınan yanlış kararlar ne saha dışı ilişkiler boyutunda ne de saha içi düzenlemeler boyutunda doğru yönetildi. Süreç içerisinde önce Ergin Ataman’ın ismi, sonra Galatasaray’ın yönetimsel becerileri sorgulandı; bu sorgulama en sonunda simbiyozun iki tarafında da itibar kaybına sebep oldu. İki tarafın fayda gördüğü ilişki, artık iki tarafın da zarar gördüğü bir ilişki halini almıştı.

Beş yılda inşa edilen ya da aslında bir türlü inşa edilemeyen ve günü kurtarma odaklı yürütülen bu mutualist ilişkinin bir örneği daha yok. Galatasaray, tüzel kişi olarak, hiçbir zaman düzgün bir yapılanma etrafında sağlıklı bir basketbol atmosferini yaratamazken, Ergin Ataman da yapıdaki çarpıklıkları bilinçsizce kendi alanını genişletmek için kullandı ve bu simbiyozdaki özel kişi olmasına rağmen otorite görünümüne büründü. Öyle ki, bu beslenme ortamında Galatasaray tüzel kişiliğinden zaman zaman feragat ederek Ergin Ataman’ın bireysel kişiliğine yer açtı. Ataman bir koç figürünün sorumluluk menzilini aştı, daha doğrusu, aşmak zorunda kaldı ve kafasını saha içinden farklı konularda da yormakla uğraştı. Galatasaray yeniden yapılanmak zorundaydı, bunu ise Ataman’ın yarışmacı ruhunu tatmin etmek zorunda olduğu için sürekli ertelemek zorundaydı.

Kısacası, aslında iki tarafı da yoran, yavaş yavaş içten bitiren bir ortam içinde herkes “iki tarafın da beslenmeye devam ettiği bir yapı” olduğuna ikna edildi. Bu illüzyon içerisinde ne kadar devam edilirse, iki taraf da o kadar fazla zarar görecekti. Öyle de oldu, bir karşılıklı fayda ilişki olması gereken simbiyoz, bugün artık karşılıklı zarar ilişkisine döndü.

Bu ilişkinin, iki tarafın da bir an önce yeni simbiyozlara girmesi için sona ermesi gerekiyor ve gelişmelere bakıldığında o sona her zamankinden çok yaklaşmış olabiliriz.

Galatasaray gün gelip Ergin Ataman ile olan birlikteliğinin sonuna geldiğinde ne yapacağına dair tam anlamıyla bir fikre sahip olmayan, birkaç şeyi deneme yanılma yoluyla görmesi gereken bir organizasyon olacak. Avrupa basketbolunun iki kafalı bir yapılaşmaya gittiği dönemde geçtiğimiz yıldan beri saha dışında güç kaybeden Galatasaray, yeniden itibar kazanmak zorunda ancak ne yönetim kanadında ne de bize yansıyan vizyon anlamında bu atılımın yeniden yapılması şu an itibariyle kolay gözükmüyor.

Yani Galatasaray basketbolu için gelecek, gerçek bir muamma. Geleceğe sadece “Paramız olacak mı, olmayacak mı” noktasından bakması da zor. Nitekim Ataman’ın kazanma felsefesi kapsamında genç oyuncuları yetiştirme konusundaki özensiz diyebileceğimiz anlayışı da örneğin Ege Arar gibi bir oyuncunun bugün hala rotasyona dahi girememiş bir isim olarak kalmasıyla sonuçlandı. İşin acısı, Ege Arar dışında Galatasaray’ın yetiştirebileceği ve geleceğine kazandırabileceği başka bir oyuncu da yok, onun da daha ne kadar sarı-kırmızılı formayı giyeceği koca bir bilinmez.

Galatasaray adına söylenmesi gereken bir diğer not ise şu: Ergin Ataman’ın bu simbiyozdan ayrılması gelecekte kurulacak olan birliktelikleri tamamen sağlıklı kılacak bir durum değil. Galatasaray kendi içinde de yapılanmak zorunda. Simbiyoza katacağınız koçlardan bir şubenin kaderini değiştirmesini bekleyemezsiniz, eğer bunu beklerseniz bugün geldiğiniz son ile bir kez daha yüzleşeceksiniz.

Ergin Ataman ise koçluk yetilerine yapılan tüm eleştirilere rağmen kariyerinde yarıştığı tüm kupalarda sadece EuroLeague’i kazanamamış bir koç. Bu sezon sahip olduğu bütün itibarı neredeyse yerle bir etmeye çok yaklaşan tecrübeli antrenörün belki sadece Galatasaray’dan değil, mümkün olursa ülkeden de ayrılması onun yararına olabilir.

Özellikle oyuncularla birebir ilişkilerde yaşadığı sorunlar, bu sorunların oyuncuların birbirleriyle olan iletişimlerinde kulaktan kulağa yayılması ve yer yer bunların uluslararası medyada bile yankı bulması onun işini zorlaştıracak. Yine de ne en üst seviyede koçluk yapmaktan ne de başarı için sahip olduğu hırstan vazgeçecek Ataman kendine yeni bir kariyer planı çizmek zorunda.

Her şeye rağmen, Ergin Ataman ve Galatasaray’ın beş yılda birçok şeyi beraber yaşadığını, dibi de zirveyi de beraber gördüklerini söylemek lazım. Beş yıl, dile kolay. Gelinen noktada ilişkinin zarar-zarar noktasına vardığını söyledim, ancak zaten bir ilişki bu noktaya varmadığı sürece kolay kolay sona ermez.

Neticede, Galatasaray ve Ergin Ataman’ın yolun sonuna gelmesinin, ya da gelmiş olması gerektiğinin asıl sebebi bu ilişkinin doğasının bozulması değil, bu bozulmanın boyutundaki rahatsız edici büyüklük denilebilir. Çünkü taraflar o doğallık bozulduğunda dahi simbiyozu yaşatmayı tercih etti. Bugün gelinen bu noktada dahi Ergin Ataman ve Galatasaray’ın yolları ayırırken biraz gönülsüz, hatta biraz da buruk olacakları söylenebilir ama aradaki ilişkinin iki taraf için de karşılıklı zarar mekanizması içerisinde yürümeye başlaması bu sonu kaçınılmaz kılıyor.

Elbet yine bir gün!

--

--