Eğitimde Finlandiya Modeli [Pasi Sahlberg]

mehmet d.
4 min readMar 10, 2020

--

Eğitimde Finlandiya Modeli [Pasi Sahlberg]

İşin doğrusu, bu kitabı okuyana kadar Finlandiya eğitim
sisteminin uluslararası ölçekte bu kadar başarılı olduğunu bilmiyordum.
Finlandiyalılar için de şaşırtıcı bir gelişme olmuş, ilk öğrendikleri zaman.
Uluslararası sınavlarda Finlandiyalı öğrencilerin çok başarılı sonuçlar alması
dünya genelinde Finlandiya eğitim sisteminin farkının ne olduğu sorusunu
gündeme getirmiş. Pasi Sahlberg,
Finlandiyalı bir eğitimci, bu sorunun cevabını vermeye çalışmış Eğitimde Finlandiya Modeli kitabı ile.

Eğitimde Finlandiya Modeli

Yazar, kitabın henüz giriş bölümünde bahsedeceği dört temel
fikri özetliyor. Finlandiya’yı eğitimde başarıya götüren temel fikirler;
teneffüs ve fiziksel aktiviteye önem vermek, küçük veriyi büyük veriye tercih
etmek, hakkaniyeti sağlamak ve uydurma bilgilere önem vermemek.

Birinci fikir,
öğrencilerin daha verimli ve daha uzun teneffüs saatlerinin olması. Öğrencinin
de öğretmenin de molaya ihtiyaçları var. Yapılan araştırmalar, ders süresinin
uzunluğu ile öğrenme arasında pozitif bir ilişkinin olmadığını gösteriyor. Bunu
ev ödevleri için de söyleyebiliyoruz. Dolayısı ile öğrenciyi uzun ders saatleri
ve uzun ödevlerle daraltmanın anlamı yok. Finlandiya’da ilkokul ve ortaokul
seviyesindeki öğrencilerin ödevler için yarım saatten fazla zaman
harcamadıklarını söylüyor yazar. Bence de adil bir süre. Saatlerce ders
yapılması ve ödev yaptırılması öğrenciyi ancak dersten soğutuyor.

“Teneffüs ve serbest
oyun zamanı, çocukların okuldaki öğrenme kapasitesine (hangi ders veya konu olursa
olsun) katkıda bulunuyor, sosyal ve duygusal gelişimlerini güçlendiriyor ve
okulda daha yaratıcı, daha özgüvenli, daha az sindirilmiş ve daha dikkatli
olmalarının yolunu açıyor.”

Teneffüs vaktinin uzun olması zihni manada gevşemeyi
sağlıyor bu da öğrenilen bilgilerin pekişmesini sağlıyor, bir de aralıkların
düzenli olması gerekiyor bu pekişme için. Öğrencilerin, hava nasıl olursa olsun
açık havaya çıkmasını öngörüyor Finlandiya’daki eğitim sistemi. Teneffüs vakti
kayıp bir zaman olarak değil, az önce derste anlatılanın özümsenmesi vakti
olarak değerlendiriliyor.

İkinci fikir,
istatistikleri değil, küçük veriyi kılavuz edinmek. Burada küçük veri ve büyük
verinin ne olduğu sorusunu çok güzel bir örnekle anlatmış yazar. IKEA’nın
sahibinin sık sık mağazanın değişik reyonlarında ya da kasada çalıştığını
gözlemlemişler. Patron, sahada küçük veri avcılığı yaparak nerede aksamanın
olduğunu daha net bir şekilde görebiliyor. Eğitim sisteminde de genel
istatistiklerden ziyade detaylara eğilmek gerekiyor.

Küçük veriyle ilgili Finlandiya’da “öğrenci refahı ekibi”
temel öğelerden biri. “Çoğu okulda haftalık olmak üzere düzenli aralıklarla
toplanan bu ekipler, öğrencilerin ruh ve beden sağlığı, davranışları ve öğrenim
durumları hakkında sınıf öğretmenlerince sağlanan bilgileri tek tek her öğrenci özelinde tartışıp
değerlendirir.”

“Finlandiya eğitim sisteminde, tüm öğrencileri –genellikle okuduğunu anlama ve matematikle sınırlı- temel konularda düzenli olarak değerlendirmeye tabi tutan standartlaştırılmış harici ortak sınavlar yok.”

Ne kadar ilginç değil mi? Ortak ve genel sınavlar yok. Her
okul kendi sınavını yapıyor, kendine göre ölçüyor. Bu tür sınavların yerine her
okul kendi öğrencisini kendisi ölçüyor. Genel giriş sınavlarının olmadığı bir
eğitim sisteminde artan o kadar çok vakit var ki. Okullar böylelikle özerklik
kazanıyor, adeta her okul bir üniversite olmuş durumda. Alternatif ölçme ve
değerlendirme sistemleri, kolektif özerklik, öğrencilerin ve tabi öğretmenlerin
fikrilerinin daha değerli olması…

Üçüncü fikir,
eşitliği değil hakkaniyeti hedeflemek. Bu nokta mühim zira genel gidişat
zenginlerin daha iyi eğitim alabilmesi yönünde. Türkiye’de de durum bu dünyada
da az çok böyle. Yoksulların zenginlerle aynı fırsatlara sahip olması
gerekiyor. Finlandiya’da öğrencilerin ailevi durumlarının okul başarısını
etkilememesi öğretmenlerin birinci önceliği durumunda. Öğretmen, tüm
öğrencilerin başarılı olmasını hedefliyor.

Dördüncü fikir
ise efsanelerle gerçekleri ayırt etmek. Finlandiya’nın başarısını örnek almak
isteyenlerin biraz daha detaya inmeleri gerekiyor. Bundan önce bahsettiğim üç
fikrin de ayrıntıları var. Eğitim sisteminde genel sınavlar az fakat yok değil,
müfredat okulların inisiyatifine bırakılmış ama okullar kafalarına göre
ayıklama yaparak dersleri ortadan kaldıramıyorlar. Uluslararası sınavlarda
başarı var fakat bu başarıya odaklanılmıyor, daha çok öğrencilerin
ihtiyaçlarına odaklanılıyor. Daha çok öğrencilerin sanatla, müzikle, fiziksel
aktiviteyle vakit geçirmelerine odaklanılıyor.

Dört temel fikir özetle böyle. Bunların haricinde benim
dikkatimi çeken birkaç ayrıntı oldu, onlar da şöyle:

Yazar, senede bir günü “başarısızlık günü” ilan edin diyor.
Başarısızlığın kaçınılması gereken bir şey değil, bilhassa başarıya giden yolda
yaşanması gereken bir şey olduğunun öğrencilere anlatılması gerekiyor.
Başarısızlıktan kaçmak, başarı için iyi bir metot değil.

Öğretmen yemini var kitapta. Finlandiya’da öğretmenler yemin
ediyorlar mesleğe başlarken. Çok güzel bir şey ve öğretmenlik mesleği açısından
çok prestijli. Doktorlar gibi öğretmeler de yemin etse, öğretmenlik mesleğinin
değeri daha da anlaşılır.

Öğretmenler, en başarılı öğrenciler arasından seçilmiyor ama
öğretmenlik Finlandiya’da gerçekten muteber bir meslek.

Şimdi bu bilgiler ışığında ülkemize bakarsak nelerin
yapılmasının gerektiği daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Eğitimi yönetenler
öğrencilerin daha verimli öğrenim süreçlerinden geçmeleri için teneffüs
saatlerine de dikkat etmeliler. Öğrencilerin birer yarış makinesinden ziyade
birer insan oldukları gerçeğine odaklanılmalı. Her öğrenci yeteneği açısından
değerlendirilerek bir sanata ve fiziksel aktiviteye yönlendirilmeli. Ödev
yükleri azaltılarak derslerin can sıkıcı taraflarında yoğunlaşılmasına mani
olunmalı.

Seçme sınavları Türkiye’deki eğitim sisteminin temel
açmazlarından birisi. Bir öğrencinin, 1–2 saatlik bir sınav uğruna harcadığı
uzun yıllar çok anlamsız. Bunun altından kalkmış olan bir örnek var dünyada. Bu
sistem örnek alınarak seçme sınavlarının önemi azaltılabilir. Küçük verinin
bizdeki kullanımı daha erken yaşlarda öğrencilerin yeteneklerine odaklanarak
uygun mesleklere yönlendirmek şeklinde olabilir. Yine aynı küçük veri metodu
ile bizde de hakkaniyeti sağlama kurulları oluşturulur, her öğrenci ile tek tek
ilgilenilerek eğitime odaklanmaları; ailevi sorunlardan daha az etkilenmeleri
sağlanabilir. Tüm öğretmenlere bir mesleki yemin ettirilmesi fikri de hoşuma
gitti. Bunun için fazla bir şey yapmaya gerek yok, bir yemin metni hazırlanıp
mesleğin başında her öğretmene yemin ettirilebilir. Doktorlar gibi, öğretmenler
de ne kadar muteber bir meslekleri olduğu hususunda kendilerini iyi hissederler
böylelikle. Bakanlık yapmasa da okullar kendi yeminlerini oluşturabilirler.

Bu kitaptan edindiklerim kısaca böyle. Kitabı bana eniştem Selçuk Yaşar verdi, teşekkür ediyorum
böyle ufuk açıcı bir eserle beni tanıştırdığı için. Eğitim sistemini
etkileyemesem de çocuklarımın eğitiminde fiziksel aktivite, teneffüs gibi
konularda daha dikkatli olmaya çalışacağım. Çocuklarım ödevlerden yakınırken
ben de dizimi döveceğim, “bu kadar ödev mi olur?” diyerek.

Pasi Sahlberg’in yazdığı bu kitabı dilimize Cansen Mavituna
kazandırmış ve 125 sayfalık eseri Metropolis Yayınları basmış.

--

--