78 NUMARALI KAPI

Mister Noxan
3 min readAug 26, 2021

--

Rüyamda bir kapı önündeyim. Tabi ki mavi! Üzerinde “78” yazıyor. İçimde tarif edemediğim bir heyecan var. Kapıya uzanıyorum. Açılacak. Biliyorum. Arkasında hayat var. Ölüm gibi bir uykudan uyanacakmışım gibi hissediyorum. Tam dokunacağım an uyanıyorum. Hep öyle olur zaten değil mi!

Bu kısa ve sade rüyanın etkisinden bir kaç gün çıkamadım. Rüya tabiri yapan neyzen arkadaşımı aradım. Aradığımda Ali Ufkî Bey’in “Uyan ey gözlerim gafletten uyan”ını üflüyormuş. Hayatın cilvesi işte. Bunu da tabire dahil etti. “Rüya sadece rüyanın içindekilerle değil dışındakilerle de tabir edilir” dedi. Görenin isminden o günlerdeki haletiruhiyesine kadar her şey tabirde kullanılır” dedi ve biraz murakabe sessizliğinden sonra ekledi: “Bir insanla tanışacaksın. Ve o senin için bir kapı olacak! O kapı yepyeni bir hayata açılacak.” Şaşırmıştım. “Ben kapı gördüm sen insan diyorsun” diye sual ettim. “Kapı-insanları duymadın mı hiç” diye sordu. Telefonda bile yüzüm kızardı. “Hayır hiç duymadım” deyiverdim. “O halde tanışma vaktin gelmiş” dedi selâmet dileyip telefonu kapattı.

Eğer bir kapı-insan çıkacaksa karşıma 78 neyin nesiydi? Onu soramadım tabi. Çalışmasını bölmek istemedim. Yoğun ve stresli geçen bir günün sonunda işten çıktım. Kafam o kadar doluydu ki Karaköy’deki otelin roof’undaki restorana nasıl geldiğimi hatırlamıyordum bile. Onca şey arasında bir de şu 78'i düşünüyordum! Sonu 78'le biten telefon numaralarına baktım. Acaba 78 numaralı adreste oturan biri mi? Benim sokağımda 78 numara yoktu. 78 doğumlu biri miydi acaba? Belki.

Roof’taki masama geçtim. Bir an beynim “shot down” oldu. Durdu resmen. Niye buradayım? Kiminle buluşacağım? Sevgilimle mi? Hayır! Daha yeni ayrıldım. İş görüşmesi mi? Hayır iş görüşmesi burada yapmam. Demans mı başladı acaba bende? Soracağım kimse yok. Hayır var. Gazetedeki asistanım. Ama adı neydi? Asistanımın adını nasıl hatırlayamam? Peki neden terliyorum? Herhalde buranın kliması çalışmıyor. Yakamı gevşetsem çok mu tipsiz olurum? Ne tuhaf. Kravatımı Zürih’teki o küçük, ışıklı puro dükkanının hemen yanındaki dükkandan eski sevgilimin bana aldığını hatırlıyorum. Ama bugün neden burada olduğumu hatırlamıyorum. Telefonumu aldım. Kişiler’e “asistan” yazdım. Evet. Var bir kişi. Asistan Nil. Ara! Aradım. Benim yerime utanarak konuşuyor. “Tümer Bey ben üç ay önce ayrılmıştım ya…” Kapatıyorum.

Garsondan bir su istiyorum. Telefonumun arama ekranına bakarken dikkatimi çekiyor 7 ve 8 rakamları… Ve onların altlarındaki harfler. 78 o kapının ismiydi. Eğer o kapı bir insansa adı “Su” olmalıydı. Tam da o sırada garson geliyor. “Buyurun suyunuz Tümer Bey.” Sabah uyan ey gözlerim, şimdi de bu su! Bunlar hep bir şeye işaret olmalı! Garson çekilir çekilmez yanağımda bir öpücük hissediyorum. “Kusura bakma geciktim.”

Karşımdaki sandalyeye bir kelebek gibi konuyor. Pürüzsüz bembeyaz teni, berrak bir ırmak gibi parlayan saçları, gülerken eğik iki çizgiye dönüşen gözleriyle işte karşımda… Su bu! Evet Su! Hatırlıyorum. İlk tanıştığımızda demiştim hatta “su gibisiniz” diye… “Gibisiniz fazla demişti. Adım Su!” Su gibisinizmiş! Ne berbat bir iltifat!

Galiba fonda David Bowie şarkısı çalıyordu. Ama Nina Simone söylüyordu. Demek ki şarkı aslında onunmuş. Uzanıp elimi tuttu. İşte o an aniden restoran yavaşça dev bir pervane gibi yavaşça dönmeye başladı. Gözlerim neden kararıyordu peki?

“Düştü!” “Bayıldı galiba’ “Ambulansı arayın” sesleri yankılanıyor. Sonra su gibi duru bir sesi duyuyorum. “Bir saniye çekilin. Çekilin!” Bu tabi ki onun sesi… Su’yun sesi… Oysa ilk tanıştığımızda gülerek demişti
“Hayır Su ‘nun…” “Olsun ben Su’yun demek istiyorum” diye ısrar etmiştim. Ne garip şimdi kalp krizi geçiriyorken ellerini göğsümde hissetmek….Su’yum… Bengisu’yum benim… Anılar ve an karışınca karanlık yaratılıyormuş… Yazın bunu bir yere… Ölünce belki işinize yarar.

Uyanıyorum! 78 numaralı kapının önündeyim! Az önce gördüklerimin tamamı bir uyurgezerin ayaküstü gördüğü rüyasıydı. Elimi kapıya uzatırken gördüm bütün o olanları… Neyzen arkadaşımı aramamı, roof’taki olanları, Su’yu, hepsini… Elbette gazete genel yayın yönetmeni Tümer değildim. O roof’ta yemeğe gidebilecek biri de değildim. Sadece çok çalışıp, az uyuyan bir kültür sanat muhabiriydim ben! Uykusuzluğuma melankolim ve uyurgezerliğim de eklenince böyle ayaküstü rüyalar görüyorumdum tabi ki. Buraya, 78 numaralı odanın kapısına ünlü illüzyonist David Blaine’le röportaj yapmak için gelmiştim. Peki kapı insan? Su? Rüya içindeki rüya tabiri ne olacaktı? Rüya içindeki rüya tabiri bir rüyayı, o rüya da bir gerçeği inşa edebilir miydi acaba?

Bunun gibi milyonlarca soru kafamdan geçerken kapı açıldı. Karşımda pürüzsüz bembeyaz teni, berrak bir ırmak gibi parlayan saçları, gülerken kavisli iki çizgiye dönüşen gözleriyle o vardı. Merhaba ben… “Su!” Adını ben söylemiştim. Şaşırmıştı. Beklemiyordu bunu şüphesiz. “Tanışmış mıydık” diye sordu gülümseyerek. Alnımdan bir ter damlası süzülürken “Evet! Birazdan içeride kalp krizi geçireceğim ve sen hayatımı kurtaracaksın!” Ne diyeceğini bilemedi. Espri yaptığımı sandı. Kaldığı yerden devam etti. “Mr Blaine’in PR ekibindenim. Şöyle geçin birazdan sizinle olacak.” Oda bir pervane gibi dönmeye başladı. Dönme dolaptaki bir çocuk kadar mutluydum. Çünkü birazdan ölümden aşka dönecektim!

--

--