BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ(2014)

The Grand Budapest Hotel

Nefise Söbüçovalı
4 min readJul 21, 2016

Yönetmen: Wes Anderson

Masal dünyası tatlılığındaki filmlerden birisi Büyük Budapeşte Oteli. Sıcacık renkleri, samimi oyuncu ekibiyle 1 saat 40 dakika için bu dünyadan alıp bambaşka hayatlara seyahat ettiriyor sanki. Tat damakta kalıyo desem tam yeridir. Filmi izlemeye başlamadan önce beğendiğim her karesinin görüntüsünü alıp onlar üzerine yazı yazacağımı söyledim kendime, ama baştan sona her karesi insanı kendine hayran bıraktırıyor. Eğer söylediğim gibi yapsaydım; sanırım yüzlerce kare fotoğraf olacaktı elimde. Şayet her karede ‘bu fotoğraf odamın duvarına güzel bir tablo olur ya’ tepkisini verdiğimi kabul ediyorum.

Büyük Budapeşte Oteli, bir dağın tepesinde, sanki masal prensesinin yaşadığı büyüleyici bir otel. Olay tamamen hayal ürünü olan Avrupada Zubrowka Cumhuriyetinde geçmekte. Hikayenin geçtiği yerler ne kadar hayal ürünü olsa da yaşanan tarihsel olaylar gerçek. Filmin bir bölümünde 2.Dünya Savaşına giriş dönemi anlatılıyor, sonraki sahnelerde otel içinde savaş yüzünden oluşan harabeliği, o mükemmelliğin kayboluşunu görüyoruz.

Film ilk sahnede bir genç kızın, parkta, yazarın büstünün yanına oturup kitabın kapağını açmasıyla başlıyor. Ardından filmin diğer katmanını seyre başlıyoruz. Yani yazarın çıkıp oteli anlattığı ve baş kahramanımızla (otelin sahibi) tanışıp hikayesini dinlemeye başladığı sahneyle devam ediyor. Ve onun ardından üçüncü katman başlıyor, bu da yazarın tanıştığı yani başkahraman dediğimiz kişinin oteli nasıl aldığını anlattığı sahneler oluyor. Film katmanlardan oluşuyor, sahneler dönem dönem ayrılıyorlar birbirlerinden. Yönetmen dönem ayrılıklarını belli etmek için renklerin gücünü kullanmış. Bunu çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Üçüncü katman olarak söylediğim yani 1930’ları anlatırken solgun renkleri seçmiş, ikinci katman yani 1960’lar için daha göz alıcı, zengin, güçlü, altın sarıları, vurucu yeşiller gibi renkler varken, ilk katman olan 1980’ler için üzerinde oynanmamış daha doğal renkler tercih etmiş.

Filmin esas konusu; Büyük Budapeşte Otelini büyük profesyonellikle işleten konsiyerj görevlisi Gustave ile otele yeni gelen ve bellboy olarak çalışmak isteyen Zero Mustafa’nın maceralarını ele alıyor. Otel müşterileriyle çok yakından ilgilenen Gustave genelde yaşlı ve sarışın müşterilere biraz daha fazla ayrıcalık gösteriyor. Yine müşterilerden ve aynı zamanda Gustave’ın sevgilisi olan Madame D.’nin ölüm haberi geldikten sonra Gustave yeni bellboyu yani Zeroyu da alarak cenazeye gidiyor. Yolda, 2.dünya savaşı sırasında oldukları için, nazi askerleri treni durdurup yolculuk izin belgelerini görmek istiyorlar. Zero Mustafa mülteci olduğu için özel bir izne sahip olması gerektiği halde ani gelen cenaze haberi yüzünden belge almadıkları için askerler Zeroyu almak istiyorlar ama Gustave karşı geliyor ve çatışma çıkıyor. Bu sahnede diğer sahnelere göre daha sisli, kirli, koyu renkler kullanılmış. Çatışma sırasında komutanları geliyor ve Gustave’ın küçüklüğünden beri tanıdığı biri olduğu için onlara özel izin veriyor, bırakılıyorlar. Madame D zengin bir kadın, Gustave ve Zero D’nin şatosuna vardıkları sırada vasiyetnamenin okunduğu ana denk geliyorlar. Bu toplantı anında kullanılan renklerde trenin baskın sahnesi gibi kasvetli koyu renklere sahip. Avukat, Madame D’nin paha biçilemez bir tabloyu miras olarak Gustave’a bıraktığını söyleyince büyük bir kargaşa yaşanıyor ve D’nin oğlu Dmitri başta olmak üzere bütün aile Gustave’n peşine düşüyor. Ciddilikten olabildiğince kaçınılan sahneler kullanılmaya özen gösterilerek hikaye böyle başlayıp devam ediyor.

Filmde hem macera, hem dostluk, hem aşk, hem renk, biraz üzüntü, çokça sevinç… çok güzel sahneler yer alıyor. İzledikten sonra ‘acaba bu otel gerçekten var mı?’ diye düşündüm. Şayet var ise gidip görmeyi çok isterim. Sonra araştırdığım kadarıyla ne yazık ki böyle bir otel yok. İç çekimler için Almanya’nın Gorlitz şehrindeki ‘Gorlitzer Warenhaus’ adındaki bir bina kullanılmış. Bina yıkılmak üzereymiş ama zengin bir yatırımcı binanın süperkahramanı olmuş ve satın alarak kurtarmış. Otelin dış görüşüne sahip bir yapıda yok. Dış görünüm için çok araştırma yapılmış ve sonunda Palace Bristol ve Grandhotek Pupp otellerinden ilham alınarak bir maket yapılmıştır. Film içinde gördüğümüz otelin sadece bir maket oluşu biraz üzücü. Zaten sadece hayal ürünü olabilecek kadar güzeldi.

Not: Yönetmenin bir önceki filmi olan Moonrise Kingdom’da yine anlatım tarzıyla heyecanlı geçişleri ve kullanılan renkleriyle bu filmi andırıyormuş ve oda çok sevilmiş. Açıkçası şimdiye kadar keşfetmemiş olduğum için şuan ağlıyorum. İzninizle şimdi gidip onları da izlemem gerek. Sizede iyi seyirler.

--

--

Nefise Söbüçovalı

Kayıp galaksiden stajyerliğe, buradan da tasarım gezegenine..