Nesrin Timur
6 min readJun 5, 2023
Sakene Tabekei Veset(Orta Kat Sakini)

Orta Kat Sakini: Muallakta Olma Hali

Hangimiz kaybolmuşluk hissini ve onun vermiş olduğu ıstırabı bilmez ki?

Hepimiz hayatımızın bir devresinde tökezler, savrulur, çok kısa bir süre önce tutunduğumuz değer ve inançların elimizden kayıp gittiğini, tuzla buz olduklarını tecrübe etmişizdir. Tıpkı oldukça dar bir kuyunun karanlık derinliklerinde sıkışmış gibi bir histir . Hiç bir şey yapmak istemez, eli kolu bağlı bir şekilde bir ışık bekleriz. İnsanoğlunun ihtiyaçları, problemleri benzer. Bilmediğimiz şey değildir.

İnsan dünyada hep bir şeyler arar, çoğunlukla ne ardağının da farkında değildir. Ancak çoğunlukla bu maddi değil de manevi bir şeydir. Bu bazen bir inanç, bir ideal, bir ülkü olabiliyor. Ama bunların ortak özelliği genellikle sonsuzluk ve ölümsüzlük ile ilişkilidir. İnsan aslında ölümsüzlüğün peşinde koşuyor bir ömür, gerek bilinçli bir şekilde gerek bilinçsizce.

İşte bizim de bahsedeceğimiz filmin kahramanı da aslında ölümsüzlük ve sonsuzluk peşinde olan genç bir senaristin zihninde geçenleri ve içinde bulunduğu varoluşsal buhrana/krize odaklanıyor. Yine İran sineması ve yine bir Şahap Hüseyni. Orta Kat Sakini, Şahap Hüseyni’nin ilk yönetmenlik denemesi ve aynı zamanda filmdeki birçok karaktere can vermesi açısından oldukça beğendiğim bir yapım oldu . Hem verdiği mesaj, hem diyaloglar hem de birbirinden farklı kişi ve mekanları göstermesi bakımından keyifle izledim. Filmi izlerken bazen kendimizi tebessüm ederken bazen de derin düşüncelere dalarken buluyoruz .

Öncelikle filmin içeriğine geçmeden Şahab Hüseyni’ nin film boyunca giymiş olduğu iki kıyafetten söz etmek istiyorum. Zira dikkat çekici bir biçimde izleyiciye bu gösteriliyor. Filmin başında tâ sonuna kadar Michelangelo’nun “Âdem’in Yaratılışı” isimli tasvirin olduğu tişörtü üstünde görmekteyiz. Sevâl Günbal’ın yazısında aktardığına göre; Şahab Hüseyni İtalya’dan aldığı bu tişörtü özellikle seçmiş.( Tişört üzerindeki resim hemen aşağıda)

Michelangelo’nun “Âdem’in Yaratılışı” isimli tasviri en ünlü yoruma göre yaratıcının Adem’e hayat üflemesini anlatmaktadır. Resme yapılan bir başka yorum ise insanların Tanrı’ya olan yabancılaşmasını anlatmaktadır. Bu film açısından her iki yorum da anlaşılabilir. Zira Ademi’in yaratılması bir anlamda “baba” figürü olarak anlaşılan Tanrı’dan uzaklaşmak anlamına gelir. Çünkü yaratılıştan sonraki süreçte Adem’in cenetten kovulmakla birlikte Tanrı’nın nezdinde gözden düşer ve birbirilerine yabancılaşırlar. Bir anlamda insanın dünya üzerinde yalnız kalışını ve manadan uzaklaşmasıdır yaratılış. Araya mesafeler girmiştir artık. Peki ama yakınlaşmak, tekrar bir araya gelmek mümkün değil midir?

Film Alamut fedailerinin kendilerini “Mürted,Rafzî” olarak niteledikleri düşman bir gruba yönelik bir saldırısıyla ile başlar.O gün ailede doğan yeni bir çocuğun doğum günü münsabetiyle kutlama yapılmaktadır.Yüzü peçeli siyahlı bir grup gelip, kutlamayı dağıtır ve çocuğu kendileriyle birlikte götürür. Bundan sonra Doğrudan başroldeki aktörümüz Şahab Hüseyni görünür. Onunla birlikte yönetmen bir arkadaşı da tabi. Onlar arasında geçen konuşmadan aslında girişteki sahnenin bir senaristi canlandıran Şahab Hüseyni’nin zihninden geçen bir senaryodan başka bir şey olmadığını anlıyoruz. Yönetmen arkadaşına senaryoyu beğendirmek peşinde.

Ancak arkadaşı _“Hikayenin sonunda birini kuyuya attığın bu üçüncü hikaye. Hikayelerinde ya birileri darağacına asılıyorlar ya kuyuya atılıyorlar .İnsanlar üzülüyor, iyi hissetmiyorlar.( Kuyu birkaç sahnede aslında senaristin içinde bulunduğu ruh haline yönelik kullanılan bir metafordur.İstemeden yazmış olduğu hikayelerde de bunu kullanıyor.)

_Şahab Hüseyni: Elimde değil. Sanırım bu yaşadığım krizden kaynaklanıyor.

_Kriz mi?

_Varoluşsal Kriz. Freud söylüyor.

_Heh, Freud başka şeyler de söylüyor. Başka ihtiyaçlardan da bahsediyor unutma. diyor.

Şahab Hüseyni’nin yeni taşınmış olduğu dairede ikisi arasında bu diyalog geçmektedir. Oturduğu dairenin bir alt katında örtülü pencereden göründüğü kadarıyla son ses açılmış müzik eşliğinde sürekli, delice dans eden uzun saçlı bir kız silueti görünmekte iken üst katında daha ruhani bir hava hakimdir. Derinden bir ney sesi duyulmaktadır. Arkadaşı bu sesleri iştince ;otur yaz, yorulursan gelip bu dans eden kızı izlersin. Eğlenirsin sen de diyor. Ama entelektüel şeyler yazma artık, sen iyi bir aşka yazarısın,kurbanın olayım. Bütün kahramanlarının maneviyatı göklerde, biraz onları aşağı indir. Gençlerin isteklerini dikkate al, heyecanlı bir şey olsun. Buna göre bir şey yazarsan çok satılır deyip gider.

Şahab Hüseyni’ye göre gençlerin duyguları bilinmez bir diyar gibidir. Tam olarak kimden başlayacağını bilemez. Ama zihninde canlandırmalar da yapar bu esnada. Bir arkadaşıyla görüşür ve sohbet esnasında dindarlık ve aşıklık bahsi bir şiirde geçer. Arkadaşı kendisine sen hala her ikisi arasında muallaktasın der. “Muallakta olmak, toz tanecikleri gibi, amaçsız, hedefsiz,. Ya da hayır! Olgun bir meyve gibi, koparılmaya hazır.” Ordan ayrılırken zihninde bu sözler yankılanmaktadır. Kısa bir süre sonra kendisini yeni bir hikaye yazmak için bir bağa atar ve ağacın dibinde bir şeyler karalamaya çalışır. Kendisine üzüm uzatan bahçıvana:

_Hiç bu dünyadaki görevini unuttuğun oldu mu? diye sorar.

_Bahçıvan:Bu dünyadaki görevin, kalbinin sana fısıldadığı şeyi bulmaktır. Korkma zor değil! Fakat gözlerini açma! Kalbine iyi bak der.

Şahab’ın kafası karışır. Kalbime iyi bakmak? Ama nasıl? Bazen düşünüyorum da keşke sadece kilolarını önemseyen bir manken,ya da sadece ayak bileklerine dikkat eden milyarder bir futbolcu, ya da sadece kafasına dikkat etmesi gereken bir bilim insanı olsaydım. Ya da mesela diğer 6 milyar gibi her şeyi boşveren tek dertleri cinsellik olan insanlar gibi. Bundan sonra birbirinden renkli ve düşündürücü senaryolar boy gösterir. Ancak hepsinin asıl niteliğini ölümsüzlük ve ebediyet etrafında kurmaya özen gösteriri. Zira onun isteği kendisinde sonra ölmeyecek bir eser bırakmaktır.

Belki de çare yeryüzünde dolaşan bir melek gibi olmaktır. Büyükannelerin bize çocukken anlatığı masallardaki gibi…Dünya üzerinde gördüklerinden dolayı üzgün ve ağlayan bir melek. Gözyaşları elmasa dönüşen bir melek…Bu elmaslarla insanlara şans getiren bir melek. Ama belki de derman ya da çare duygulardır, elmaslar değil. Keşke melek bilseydi, bütün beşeri problemlerin elmasla çözülemeyeceğini.”

Uzun ve farklı sahnelerden sonra Şahab kendisini bir hocasının evinde bulur. Sizin huzurunuzda feyizlenmek istiyorum bana yardım edin der. Üstad diye hitap ettiği kişi onun takınmış olduğu resmi tavrına bir anlam veremez.Ben maç izleyecğim ,istersen gel birlikte izleyelim der.Ancak Şahab: “Ölümsüzlüğün peşindeyim Üstad.Ölümsüz bir şeyler yazmak istiyorum” der. Üstad ise hepimize aslında bir emsaj veriri mahiyette şöyle cevap verir: “Ölümsüzlük, ölümsüz olan hiçbir kahraman, ölümsüz olmak için bir şey yapmadılar. Hepsi tutkularının peşinden gitti. Bırak ölümsüzlüğü, kendilerini bile düşünmediler.”

Şahab içinde bulunduğu ruh halini aslında iki değer arasında kalmışlık olarak yorumlayabiliriz. Çünkü yazmış olduğu hikayelerin bir kısmı tamamen Doğu’ya ait iken bir kısmı ise Batı kültürü odaklıdır. İkisinin arasını bulamıyor. Bu anlamda bir zihni ve ruhi bunalım yaşamakta.Ki biz bunu alt komşudan gelen müzik sesi ile onun dans ettiğini ama aynı esnada üst kattan gelen eny sesi ile de bir rahatlama hissettiğini görmekteyiz. Ve seçimi çoğunlukla dansı ve gürültülü müziği bırakıp diğer cepheye geçmesi ile, maneviyata yönelmesi ile son buluyor. Bunu filmin bir çok sahnesinde okumlayabiliyoruz. Orta kat sakini olmak budur. Doğu -Batı, madde-mana arasında ,araf’ta kalmaktır.

Şahab müzisyen arkadaşıyla dertleşirken de buna değinmekte aslında. Şahab: “Kendimle ilgili problemlerim var. Ne zaman nefsimi terbiye etmeye çalışsam, harap oluyor. Nefesimi kesiyor.”

Arkadaşı: “Birisi aşağıda dans ediyor, birisi yukarda ney üflüyor, sen de ikisinin arasında sıkışıp kalmışsın. Bana sorarsan aşağıda dans eden kız doğrusunu yapıyor, sağı solu, aşağıyı yukarıyı boşver. Bırak kız dans etmek istiyorsa etsin.” der.

“Rabbimiz! Bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma”(Ali İmran ,7)

Neden her şeyin ömrü bu kadar kısalmış? Aşkın ,arkadaşlığın, tanışmanın..”

Şahab bir anda bu ruh haline kapılmış değil aslında, o etrafındaki insanların davranışlarından, ahlaksız zevklerinden ,riyakar, sahte ilişkilerden midesi bulanmaktadır. Ve bir kez mide bulandı mı, insanlardan tiksin din mi ? Bunun etkisi yılları alır. İnsanlar birbirlerine karşı söyleyemedikleri şeyleri kolayca ve acımasızca onun arkasından dillendirmektedirler hiçbir rahatsızlık duymadan. Kendisini bu yüzden de her şeyden ve herkesten uzaklaşmış ve yabancılaşmış hissetmektedir.

_Tanrıyla neden savaş içinde olduğunu söylemedin?

_Çünkü öldükten sonra benden geriye bir şey kalsın istemedi.

Senaristin sorgulamaları, bunalım hali evin oturma salonunda kitapların arasında çoğu zaman gözlerinde yaşlar akarak devam etmekte. Arayış halindeki ruhun dinmeyen rahatsızlığı ile. Nihayetinde orijinal bir şeyle yazamadığını düşünür ve intihara karar verir.Ocağın altını açıp salona uzanır ancak müzik sesi gelince kendisine gelir ve alt kattaki dansçı kızla tanışmaya gider. Eve taşındığından beri onu merak ediyordu.Ancak dikkat çeken bir detayla. O da Hafız’ın beyitlerinin yazılı olduğu bir tişörttür. Filmin başından bu yana ikinci kıyafeti bu.Elinde çiçekle onu kapıda buluyoruz .Kapı açılınca kahramanımız olan senaristle biz de bir şok hali yaşıyoruz. Çünkü film boyunca hem onun hem de bizim kadın zannettiğimiz kişi uzun saçlı bir erkek olarak karşımıza çıkar. Ne için geldin diye sorunca Şahab şaşkınlıktan bir şey diyemez. Ve ayrılır evine geçer.

Bu sahne aslında Hafız’la yani kendi kültürü ile Batı’ya gitmektir.( İkisinin sentezini yapmaya yönelikti. Belki da çare oydu) Ancak kadın olarak bildiğimiz kişinin erkek çıkmasıyla bize ;Batı’ının bir illüzyon olduğunu da imliyor. Merak ettiğimiz , ayılıp bayıldığımız şey budur diyor. Kendimize dönmemizi salık veriyor.

Alt kat deneyiminden sonra aradığı şeyin üst katta olduğunu düşünüyor. Ve giymiş olduğu tişörtleri üstünden çıkararak bembeyaz, bir ihramla Ney üfleyen kadının oturduğu kata , huşu içinde çıkıyor. Aradığı maşuk buydu belki de .Yazımızın başında sorduğumuz soruya bir bakımdan cevap oluyor son sahne.

Okuduğunuz için teşekkürler.

Nesrin GÜL.