Nina Simone-Bir Müzisyenden Ötesi

Dr. Nil Caglar
4 min readApr 9, 2023

Nina Simone’u dinlemek sadece müzikal bir haz değil özellikle 1960'lı yıllarda Amerika’da yaşanan ırksal adaletsizlik gerçeğine de bir dokunuş aslında. İşte o yüzden bu bölümdeki başlığım “Bir Müzisyenden Ötesi”…O sadece bir şarkıcı değil, sadece bir piyanist değil, sadece bir şarkı sözü yazarı değil, o aynı zamanda bir insan hakları savunucusu, tam bir aktivist.

Nina Simone 21 Şubat 1933 yılında Amerika’nın Kuzey Karolina eyaletinde doğdu. Gerçek adı Eunice Kathleen Waymon. Müzik yeteneğini küçük yaşlarda farkeden annesi kendi imkanları dahilinde ona ilk müzik derslerini vermeye başladı. Kardeşleriyle beraber kilise korosunda söylemeye başlayan Simone, Amerikalı bir hayırseverin yeteneğini farketmesiyle ve kendisine piyano dersleri vermeye başlamasıyla beraber geleceğini inşa etmeye başladı.

Simone ilk piyano resitalini verdiğinde daha 10 yaşında idi. Ten rengi nedeniyle Curtis Enstitüsüne katılmak için burs alma şansı bulamadı. Bu, onu durdurmadı ve hatta 20. yüzyılın en büyük caz şarkıcılarından biri olması için ihtiyaç duyduğu gücü verdi. 1950 yılında New Yok Julliard Müzik Okulu’ndan burs kazandı. 1954 yılında bir barda şarkı söylemeye başladı. 1954 yılında Atlanta’da bulunan Midtown Bar ve Grill Bar’da sahne almaya başladı. Profesyonel müzik yaşamına adım attığında ismini Nina Simone olarak değiştirdi. İsmi İspanyolca “kız” anlamını taşıyordu ve erkek arkadaşının kendisine bu şekilde seslenmesinden esinlenmişti. Soyismi seçiminde ise sesini çok beğendiği Fransız şarkıcı Simon Signoret’ten etkilenmiştir.

İlk albümü “The Little Girl Blue” 1959 yılında çıktı. İlk albümün satışları 1 milyonun üzerine çıktı. Bu albümün o dönemde olduğu kadar yıllar sonra da popülaritesini kaybetmeyen klasik parçasını keyifle dinleyelim:

Simone Bethlehem Records firmasıyla yaptığı anlaşma sonrasında arka arkaya çok başarılı albümler çıkardı. Bu albümlerden “Nina Simone and Her Friends” albümünde en popüler olan şarkısı “I loves You, Porgy” ….

1961 yılında Colpix Records firmasıyla çalışmaya başladı ve bu süreçte tanıştığı menajeri Andrew Stroud ile evlendi. Colpix Records ile 10 albüm çıkardı.

1964 yılında Philips şirketiyle anlaştı. Bu birliktelikte ünlü şarkısı “Don’t Let Me Be Misunderstood” u piyasaya çıkardı. 1966 yılında tekrar şirket değiştirerek RCA ile çalışmaya başladı. Simone kariyerindeki liste başı olan şarkılarını bu süreçte yaptı ve 9 albüm çıkardı. Bu dönemde Amerika’da en çok liste başında yer alan ve bununla kalmayıp İngiltere’de listelerde uzun süre ilk 3'te yer alan şarkısı “Ain’t Got No” :

Nina Simone Martin Luther King’le yakınlaşarak siyasi çizgisini netleştirdi. Irkçılık ve savaş karşıtı dünya görüşü sebebiyle ABD’den ayrıldı ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde bulundu ve Fransa’ya yerleşti. 1978'de Vietnam Savaşını protesto amacıyla vergi ödemediği için tutuklandı. ABD’deki dinleyici kitlesinden gelen aşırı talep üzerine 2001 yılında Carnegie Hall konseri için Amerika’da tekrar bulunmuştur.

Nina Simone sadece Martin Luther King değil, Malcolm X, Lorraine Hansberry gibi isimlerle de yakın temas içinde idi. Martin Luther King’in suikast sonucu öldürülmesi Simone’u derinden etkilemiş ve “Why? The King of Love is Dead” isimli şarkısını bestelemiştir. Bu şarkı aslında tüm siyah topluluğunun o süreçteki üzüntüsünü ve çaresizliğini anlatmaktadır. İşte bu dokunaklı şarkı:

Nina Simone siyahların hakları lehine yaşamı boyunca mücadele etmiş ve savaşını da her daim şarkılarına yansıtmıştır. Martin Luther King için bestelediği şarkı ve yukarıda paylaştığım “Ain’t Got No” şarkıları bunların başındadır. “Ain’t Got No” şarkısı Afro-Amerikan topluluğunun insanlıktan çıkarılmasını kınamaktadır. Şarkının ilk bölümüne eşlik eden sakin müzik, buna ve bu konunun ciddiyetine işaret etmektedir. Bununla birlikte, şarkı aşamalı olarak bir tür umuda doğru evrilir ve dinleyicilere kendisinin gerçekten de saygıyı ve özgürlüğü hak eden bir insan olduğunu hatırlatmak ve vurgulamak için “Ain’t got no” yerine “Got” kelimesini kullanır. Şimdi bu bilgiler ile yukarıda paylaştığım şarkıyı tekrar dinlemenizi öneriyorum…

Nina Simone’un siyahların hakları ve adalet uğrunda seslendirdiği, beni etkileyen bir başka şarkısını da paylaşmadan geçemeyeceğim: “I Wish I Knew How it Would Feel to be Free” 1967 yılında yazılan bu şarkı, ırkçılığı kınarken özellikle özgürlüğü Afro-Amerikan topluluğu tarafından talep edilen temel bir insan hakkı olarak vurgulamaktadır. Şarkı her ne kadar neşeli, hatta parmak şıklatan bir şarkı gibi görünse de sözleri itibariyle olması gerektiği gibi oldukça sert.

Caz ve soul müziğin önde gelen isimlerinden olan Nina Simone 21 nisan 2003'te Fransa’da uykusunda vefat etti. Vefatından 2 gün önce kendisine Curtis Enstitüsünden onursal diploma verildi. Burası 19 yaşındayken onu kabul etmeyen konservatuardı.

Sergilediği aktivist tavırlar, siyasi kimlik, duruş ve müziği ile hem yaşarken hem de ölümü sonrasında çok sayıda sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Aretha Franklin, Dustin Springfield gibi kadın vokaller bu sanatçıların başında gelmektedir.

Son olarak Nina Simone seçkilerimi ve Nina Simone’un hikayesini anlatan belgesel önerimi aşağıda paylaştım, keyifle dinlemeniz ve izlemeniz dileğiyle…

Belgesel : Netflix- Documentaries “What Happened, Miss Simone?”

--

--