1.Bölüm | Bedenli Askerlik : Burdur

Oktay ELİPEK
3 min readDec 14, 2018

--

Bu yazı askerlik anısı değildir. İhtiyaç listesi ve tavsiye de içermemektedir. Okurken çıkardığınız dersler kişiye göre değişkenlik gösterebilir. Karakterler bazen hayali bazen de hayatidir.

1.Bölümdesiniz | 2.Bölüm | 3.Bölüm Yakında …

Burdur’un en güzel görünümü

Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar:

Ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.
— Tolstoy

Burdurdayım. Bu şehre yabancı ve İstanbuldan kalkıp gelmiş bir yolcuyum. Sıcaklık 70 fahrenheit dolaylarında, üzerimde bir sweatshirt ve kot pantolon ile sırtımda yaklaşık 14 kiloya yakın ağırlıkta lacivert bir sırt çantası çanta var.

İstanbulda bizimkiler tüm ısrarlarıma rağmen Atatürk havaalanına kadar eşlik ettiler. Eksik olmasınlar. Uçakla Ispartaya geçtim. Yalnız değildim. 1 Uçak dolusu bedelli adayı ile beraber geçtik. Ispartada indiğimde, Burdur’a geçmek için hazır bekleyen servislerden birine biniyorum. Yanlız binmiyorum tabiki 19+1 minibüsü E sınıfı ehliyetli şoförü hariç hepimiz yine bedelli askerlik adayıyız. Havaalanından yola çıktık derken; Şöför bey kardeşimiz, dörtlüleri yakıyor. Arabayı da tam kızgın güneşin altına bırakarak araçtan iniyor. 20 dakika sonra elinde bir torba bozuk parayı direksiyonun arkasındaki sipere savurarak araca biniyor. Hakkımızı da helal ediyoruz. Çünkü bize direkt olarak “hakkınızı helal edin” denmişti. Helal olsun. Yarasın bal kaymak olsun. Bu arada atlete geçmemize an kalmış. Müslüm Gürses konserinde ağaca tırmananlar gibi üstünü başını paralamamıza saliseler var. Herkes tedirgin ve nereye geldiğinin bilincine henüz varamamışken, biri çıkıp ortaya deneysel bir fikir de atsa; herkes paşa paşa yapacak.

Yola çıkıyoruz sonunda. Götür bizi gittiğin yere şöför bey kardeşimiz…

Merkeze doğru şöför bey kardeşimi yine bir yerde duruyor. Neden durduğunu sorgulamıyoruz. Çünkü bu sırada herkes etrafı gözleri ile analiz ediyor. Çok geçmeden devam ediyoruz.

25 dakika gibi bir sürede Burdur’a ulaşıyoruz. Hakkında hiçbirşey bilmediğin bir şehre inmek gerçekten tuhaf duyguydu. Yanımda telefon da götürmediğim için bilmiyorum. Gerçek bir bilmiyorum. Otele yerleşiyorum. Tabiki yine yalnız değilim.

Ertesi gün, sabah 8'de uyanıyorum. 10:00 gibi teslim olmak üzere yola çıkıyorum. Saçlarım biraz uzun içimde bu şüphe var. Çarşıda broşür dağıtan inzibatlar görüyorum. Selam çakıyorum, sözlü olarak. Asker selamı konusunu henüz işlemedik. Hiç geciktirmeden aleykümselam diyorlar. Paşalar bişey sorucam; Benim bu saçlar tamam mı? Sorun çıkar mı? diye soruyorum. Birisi “Abi ben olsam keserim çünkü su yok. Başına bela olur.” diyor. Cümlesi bittiğinde ben berber koltuğuna ışınlanıyorum.

Berbere de sözlü selam çakıyorum. Hemen peşinden iliştiriyorum; “Askeri normlara uygun olacak şekilde saçlarımı düzenleyiniz” diyorum. Sigarasından bir nefes daha alıp soruyor; “Sigara rahatsız ediyorsa, söndüreyim.” Bu soruya kadar 2 paket kent switch içtim. Söndür güzel abim, alerjim var diyorum. Hemen elastik kolları vasıtasıyla kapıdan dışarıya doğru sigarasını atıyor.

Pernuarı boynumdan geçiriyor. Toplu iğne yardımı ile de beni boğmanın ilk adımını emin adımlarla atıyor. Kafa kangreni olmama saniyeler kala şöyle bir ses duyuyorum; “Sıhhatler olsun” Penuar iğnesi çekildiğinde beynime giden oksijen ve azot karışımı ufkumu açıyor. 10 liraya işin içinden çıkıyorum. Merak etmeyin, tıraş olurken de yalnızlık çekmiyorum.

Döndükten sonraki gün çekildi.

Şu konuyu netleyelim; Burdur o gün taziye evi gibi…

Berberden çıktıktan sonra doğruca nizamiyenin yolunu tutuyorum. Önümden giden tekerlekli valiz’i takip ederek nizamiyeyi kolayca buluyorum…

1.Bölümdesiniz | 2.Bölüm | 3.Bölüm Yakında …

--

--