Dijital pazarlama Türkiye’ye muz kabuğunda mı geldi?

Selin Naz Aktaş
4 min readMar 1, 2016

--

Neredeyse 10 yıldır bordrolu çalışan olarak çeşitli kurumlarda, katma değerim olduğunu hissettiğim işler yapmaya çalışıyorum. Maceram 2007 yılında, bir moda dergisinde stajyer olarak başladı. Derginin güzellik/bakım sayfalarına ürün seçip, basın bültenlerinden edindiğim bilgiyi konsepte göre kendi yorumumla aktardığım metinlere dönüştürüyordum. İlk eyeliner’ımı geçen sene satın aldım. Makyaj konusu ile mesafemi siz hesaplayın. Ardından dergi için gerekli ama olmazsa olmaz diyemeyeceğim röportajlar yapmaya başladım. Yayın yönetmenim benden Türkiye’nin orgazm gerçekleri ile ilgili bir röportaj yapmamı istedi. 22 yaşındaydım. Arif Verimli senin, başka bir cinsel sağlık uzmanı benim dolandım durdum. Haydar Dümen’i bile aradım.
Ben o röportajı 12 kere yazdım. 12 farklı kişiyle konuştum. Sonra yayın yönetmenim beğenmedi, topladığım bilgileri derledi yarım saatte konuyu her açıdan ele alan bir yazı yazdı. Bu herhangi bir insanın cesaretini kırabilir ama ben onca işi arasında, benim iki haftada yazamadığım yazıyı o kadar hızlı yazabildiği için hayranlık duydum, ilham aldım.
Gel zaman git zaman derginin kapak röportajlarını yapmaya başladım. Harika bir muhabir miydim, hayır. Ama iyi gidiyordum. Ben o dergide 4 sene çalıştım. Yeri geldi masalarda uyudum, yeri geldi günlerce evime gitmedim, yeri geldi ağır azarlar işittim. Çok mu para kazanıyordum? Hayır. Ama geleneği olan bir işi mutfağında öğreniyordum, başardıkça daha iyisini hedefliyor, ilerliyordum. Oradan ayrıldığım noktada aynı derginin çocuk edisyonunun yayın yönetmeniydim. Ben dergiciliği çok severek yaptım. Bırakmamın sebebiyse, dijital pazarlama öğrenmek istiyor olmamdı.

Rocket Internet’te çalışmaya başladım. Herhangi bir Türk şirketinde 10 senede öğrenemeyeceğiniz kadar çok şey öğrendim. Adamlar Türkiye’den gitme kararı aldı. O zamandan beri de kendime, öğrenmeye devam edeceğim, bildiğimi aktaracağım, takım ruhuyla çalışıp, tutkuyla yapabileceğim bir iş bulmaya çalışıyorum.

Büyük holdinglerin milyon dolarlık yatırımlarından, sektörde şansını deneyen butik ajanslara, konsolosluktan, start-up’lara bin tane yerde çalıştım.

Edindiğim tecrübeden yola çıkarak tespitlerim şunlar:

  • Kimse kimseye yeni bir şey öğretmeye çalışmıyor.
  • Dijital pazarlamanın asıl efendisinin son alıcı olduğu kimsenin umrunda değil. Bence pembe daha güzel, CEO oraya bant istediyle iş yapıyoruz. Yeni bir şey deneyip, başarısız olmak pahasına müşterisini anlamaya kimsenin cesareti yok. Gavurun yaptığını taklit ediyor, sonra bir de yastığa başımızı rahat koyuyoruz.
  • Sektörde dedikodu bol ama kimse bir diğerini daha iyiye taşıyacak challenge’lar yaratmıyor.
  • Kaynak, iş gücü ile işin muhteviyatı ters orantılı
  • Facebook’ta düzenli post giren marka kendini dijital pazarlama yapıyorum sanıyor.
  • Kimse kimsenin uzmanlığına saygı duymuyor. Bir bildiği vardır demiyor.
    Dünyanın en deneysel işini orta çağ bürokrasisi ile yapıyoruz.
  • İçerik stratejisini, günde kaç içerik paylaşılsın, saat kaçta paylaşılsın sanan insan sayısı ürkütücü oranda çok.
  • Ajanslar sweatshop gibi. Ucuz iş gücü, uzun mesailer… Sonra iş niye kalitesiz diye gelen olumsuz feedback’ler. Düşen motivasyonlar. Ve istifa dalgaları…
  • Markalar uzmanı olduklarını iddia ettikleri konularda kendilerini eğitme zahmetinde bulunmuyor. Bir kere iyi niyetli değiller, köle efendi ilişkisi kuruyorlar ajanslarla. Çözüm odaklı değiller. Aylık fee ödedikleri için iş imkansız olsa da istiyorlar da istiyorlar. Çünkü bizi bütün gün geyik yapan havalı çocuklar sanıyorlar. Değiliz. Sabahlara kadar uyumadan, sorgulama lüksümüz olmayan işleri yapmaya çalışan insanlarız.
  • Saygısızlık diz boyu. Halbuki bu meslekler üstü bir konu. Erdemli bir insan olmakla ilgili default bir durum. Tartışılamaz.
  • Üst yönetim müdüre çemkiriyor, müdür altındakine… İt ite, it kuyruğuna döngüsünde atomu parçalıyoruz.
  • Net bir nefret ortamı var. Çoğunluk işinden nefret ediyor. Kira, fatura, iki bira, 3 günlük vizesiz yurt dışı tatili için çalışıyoruz.
  • Proje yöneticisini müşteri delirtiyor bu yüzden proje yöneticisi art director’ü delirtiyor, art director bokum gibi iş yapıyor. Müşteri patrona şikayet ediyor. Her sabah uyanıp tren yapıyoruz.
  • Hiçbir geleneği olmayan, hiçbir rasyoneli olmayan işlerde hata ayıklayıp olumsuzluk bulutları yaratıyor, sonra da işin çıktısından kalite bekliyoruz.
  • Belirli stereotype’lar var. Müşteri şöyledir, art director böyledir, sosyal medyacı şöyledir, kreatif böyledir…

Halayın sonsuz döngüsünde, genelde hiçbir halta yaramayan işlerle ömrümüzü tüketiyoruz. Müşteri alıp sadece prodüksiyonu için aylarca çalışıldığı her halinden belli işi önümüze koyuyor, biz niye böyle değiliz diyor.

Bu liste uzar, hatta biraz sakil yazdım ama kendini anlatıyor sanki.

Legacy kıymetli bir olgu. Şu anda dijital pazarlama duayeni olduğunu savunan hiç kimse bu işi teslim ettiği insanlara hakkıyla öğretip, gerekli eğitimleri almasını sağlayıp, dinamikleri aşikar olan ülkemizde neyi nasıl daha iyi yaparızı konuşmuyor.
Marka ajansı beğenmiyor, ajans müşteriden nefret ediyor. Dört bir yanı negatiflikle örülü bir hapishanede kimi zengin ettiğimiz belli olmadan çalışıp duruyoruz.

O yüzden ödül törenlerinde FMCG markaları global ekiplerin stratejik planlamasını yapıp, temelini attığı ‘uygulamalarla’ ödülleri topluyor. En az onlar kadar çok çalışıp, doğru yönlendirmeden yoksun oldukları için neye muktedir olduklarını bile farkedemeyen yeni nesil ajans çalışanı da kim daha çok para verirse oraya kaçarak kendini kurtarmaya çalışıyor. Ha bir de sosyal sorumluluk projelerinin ekmeği bol yeniyor neden çünkü Türkiye’nin derdi bitmez.

Demiyorum ki her çalışan iyi niyetli, mükemmel, mazlum.
Ama bir şekilde ortada karşılıklı verilmiş bir söz var. Hata yaptın, beceriksizsin, yeteneksizsin diye insan kovmak kolay.
İşimizde iyi değilsek de ‘bu senin kalemin değil, ama şu alanda güçlüsün o sektörde şansını dene’ diyip yol gösterin.

Emperyalist ilişkiler değil insani ilişkiler kurmaya özen gösterirseniz, hem sektöre hem de yolu sizinkiyle kesişmiş o insana faydanız olur.

Koca bir gençlik, 2005'ten kalma içerik üretim teknikleriyle ömür tüketiyor. Buradan Türkiye’de dijital pazarlama adına executive bir pozisyonda çalışan herkese sesleniyorum. İnsanların hayatlarıyla oynuyorsunuz. 25 yaşında tükenmişlik sendromu yaşan bir nesil söz konusu.

Google’ın parası çok diye o özendiğimiz, oy hayatlara bak dediğimiz türden ofisleri yok. O bir duygu durum hiyerarşisi. Mutsuz insanların iyi iş yapamayacaklarını bilecek kadar içgörüleri var.

Her neyse, herkes adına konuşamam. Belki de orada işinden, düzeninden çok memnun sevgi pıtırcıkları vardır.

Kendi adıma konuşurum ama. En sevdiğim şey.
Ben hayal kurmak istiyorum. İpuçları yakalamak, en iyi içgörü için dedektiflik yapmak, empati kurup başka insanları anlamak, hikayeler anlatmak, yaptığım işle insanların hayatlarındaki bir eksiğe çare sunmak, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek istiyorum.

Cuma’yı bekleyip Pazartesi’den nefret ederek bir yere varabileceğimizi sanmıyorum. Neticede her ikisi de takvimde bir gün.

Arz ederim,

-selin

--

--